Savas bitti, simdi dobro dosli

Emre Araci

Uçagimiz daglik sarp arazinin arasina sIkIsmis, sivilden çok askeri nitelikleri agir basan tek pistli, küçük Saraybosna havaalanina indigi andan itibaren bizleri pasaport kontrolünün ötesinde çok farkli bir dünyanin beklediginin farkindaydim. Tavanindan çiplak elektrik kablolarinin sarktigi, sigara dumaniyla kapli gümrük salonunun duvarinda yamulmus bir Coca Cola panosu üzerine Bosnakça büyük harflerle yazilmis 'Dobro Dosli', yani 'Hosgeldiniz' ibaresi dikkatimizi çeken ilk sey oldu. Etrafta yorgun, bakislarinda derin düsünceler yatan, savasa meydan okuyarak ayakta kalabilmeyi basarmis sansli kisiler. Kimileri de savas sirasinda ülkeyi terk ederek sonradan geri dönenler, bir daha hiç geri dönmeyecek olan daha pek çoklari var.

Havaalanindan sehre dogru yola çikiyoruz. Bu dümdüz devam eden yaklasIk on kilometrelik bir yol. Sicak mi sicak bir gün. Anlatilanlara göre pek çok kisi buradan havaalanina ulasmak için kaçarken makineli tüfek ve roket atislarina hedef olmus. Savasin ardindan bes sene geçmesine ragmen sagda solda yikilmis, bombalanmis pek çok yapi var. Bunlar arasinda en korkuncu bir zamanlar Oslobodenja Liberation gazetesinin bulundugu, artik demir ve beton yigini olarak duran bina enkazi. Bu manzara sehre yaklastikça çogu restore edilmis olan dini yapilarla büyük bir tezat olusturuyor. Yikik dökük evlerin arasinda suni bir yenilik içerisinde duran ve çatilari piril piril parlayan, boyalari taptaze kiliseler ve camiler. Buraya bosuna Avrupa'nin Kudüs'ü denmemis.

Saraybosna Üniversitesi'ne bagli Müzik Akademisi'nin daveti üzerine Milli Tiyatro'da akademi orkestrasi ile "Osmanli Sarayi'nda Avrupa Müzigi" temali bir konser vermek üzere buraya geldim. Benimle beraber Sultan VI. Murat'in büyük torunu Kenize Murat da bu özel konsere katilmak üzere gelmisti. Müzik Akademisi'nin faal dekani Profesör Faruk Sijaric'in girisimleri sonucunda bir senelik bir yazismanin ardindan nihayet bu tarihi konseri gerçeklestirebiliyorduk. Savastan daha henüz çikmis bir toplumun, diger ilgi göstermesi gereken kisiler ilgisiz kalirken, böylesine tarihi degeri olan bir konuya bu derece önem vererek beni davet etmis olmalari ziyaretime daha da anlam katmisti. Ilk provalarimiz akademinin, duvarinda roket isabeti alarak delik açilmis olan konser salonunda gerçeklesti. Acimasiz bir savasin korkunç bir ibret hatirasi olarak bu delik, camekân bir çerçeve içerisine alinmisti. Açik olan pencereden zaman zaman duyulan ezan ve çan sesleri arasinda Sultan Abdülaziz ve Sultan V Murad'in valsleri tinliyor, Müslüman, Hirvat ve Sirp karisimi genç müzisyenler duvarda asili Maresal Tito'nun kaslari çatik yagliboya portresinin önünde bu müzigi büyük bir ilgi ve coskuyla çaliyorlardi.

Saraybosna Müzik Akademisi 1955 yilinda kurulmus. Sijaric'in kendisi de bu kuruma giren ilk ögrencilerden. Geçici olarak yerlestirildikleri Katolik ruhban okulunun binasinda bugüne kadar kalmislar. Bina savasta hasar görmesine ragmen yikilmamis, hâlâ ayakta. Ancak kendilerini simdi yeni bir zorluk bekliyor, çünkü Katolik ruhban okulu binalarini geri istiyor. Faruk Sijaric ise akademisine yeni bir yuva bulmak zorunda. Dekan Sijaric bütün savas boyunca, yaklasIk dört sene, akademisinin kapilarini açik tutmayi basarabilmis. Savastan önce 300 ögrenci, 42 tam-zamanli ve 20 yari-zamanli ögretmenleri varmis. Savas sirasinda bu sayi 70 ögrenci ve 15 ögretmene düsmüş, ama yine de Saraybosna Müzik Akademisi'nde dersler devam etmis. Elektrik, su ve dolayisiyla isitma sisteminin çalismadigi bir ortamda siniflara sobalar kurmuslar. Sijaric "Ilk olarak eski, ise yaramayan esyalarimizi, mobilyalarimizi yaktik' diyor ve devam ediyor:

"Sonra sira ise yaramayan eski kâgitlara geldi. Bunlar da bitince elbiseler. Ögrencilerimize bulabildikleri ne kadar eski elbise, kiyafet, ayakkabi varsa getirmelerini söyledik. Aklinizda bulunsun en iyi eski ayakkabi yaniyor. Bizi bir, bir buçuk saat kadar götürüyordu. Ögrenciler ne kadar fazla yakacak malzeme getirebiliyorlarsa o kadar ders görüyorlardi."

Savas sirasinda Saraybosna'da konserler siginaklarda da olsa, baris zamaninin çok üzerinde bir katilimla devam etmis. Oda müzigi türünde olan bu konserlerin çogu karanlik mahzenlerde, mum isiginda verilirmis. Sijaric'in söyledigine göre artik Sarajevo'da mum imal etmesini bilmeyen insan kalmamis. Mum stoklari tükendikten sonra eriyen mum parçalarini toplayarak tekrardan mum yaparlarmis.1993'te dünyanin çesitli müzik akademi ve konservatuvarlarina yardim çagrisi için mektuplar yollamislar. Ilk cevabi Viyana Yüksek Müzik Okulu'ndan almislar; on bir ögrenciye burs verilmis ve akademiye para yardimi yapilmis. Sijaric Saraybosna'dan askeri bir uçak ile Viyana'ya gittigi günü çok iyi hatirliyor. Havaalaninin altina kazilan dar ve alçak bir tünelden geçerek Sirp kuvvetlerinin ablukasinda bulunan sehirden dis dünyaya ulasmasi onun için unutulamayacak bir olay olmus. Daha sonralari bu yolculugu birkaç kere daha tekrar etmis. Edinburgh Üniversitesi'ndeki ögrencilik yillarimda Saraybosna Müzik Akademisi'ne yapilan yardimlari ben de çok iyi hatirliyorum. Hatta profesörümüz besteci Nigel Osborne ile kompozisyon derslerine girdigimizde piyanosunun bir tarafinda kursun geçirmez yeleginin asili durdugunu çok iyi hatirlarim. Profesör Osborne savas sirasinda Saraybosna'dakilere yardima kosan bir kisiydi. Defalarca oraya gitmis, hatta fakültemizden müzik terapi projelerinde görev almak üzere ögrenciler götürmüstü. Ancak ne yazik ki bu yüz karasi olaylar cereyan ederken bütün dünya seyirci kalmaktan öteye gidemedi.

Sevvale'nin babasi...

Saraybosna Müzik Akademisi eski ögrencilerinin çogunu ve en iyilerini kaybetmis olsa da sicak aile ortamini yitirmemis bir yer. Daha kapidan içeri girdigimizde karsimiza çikan buzdolabi büyüklügünde demode bir bilgisayar parçasinin üzerine grafiti seklinde "Faruk beni disari at" yazilmis. Bunu bize yaziyi tercüme eden Sijaric'in kendisinden ögreniyoruz. O bunu gülerek karsiliyor, çünkü ögrencileri ile arasinda korku ve baski üzerine kurulmus bir diyalog yok, bilakis bir ailenin fertleri gibi laubalilige hiç kaçmadan, yer yer saka ile karisik, sevgi ve sayginin hâkim oldugu bir ortam var. Bu ailenin belki de en kidemli üyesi akademi kuruldugu günden beri orada çalisan ve ögretmenlere çay, kahve yapan yetmis küsur yaslarindaki Sevvale. Ona kisaca "Seki" diyorlar.

Beyaz saçli, bir altmis boyunda; yün yeleginin üzerine baglamis oldugu önlügü, elinde agizligi ve sigarasi ile akademideki herkese laf atiyor. "Ben Faruk Sijaric'in burada ögrenci oldugu yillari bilirim" diyor. Kendisine çok iyi Türk kahvesi yaptigini söyledigimde baska hiçbir yerde bu kadar iyisini bulamayacagimi ilave ediyor. Sonra koynundan sararmis, solmus bir üniformali asker resmi çikartiyor. Basinda fesiyle bir Osmanli askeri: Seki'nin babasi. Neredeyse gözleri doluyor. Onun bu hissiyati karsisinda duygulanmamak elde degil. Seki savas sirasinda havaalaninin yakinlarındaki evinde iki ates arasinda kalmis. Kocasi vurularak ölmüs, onun cenazesini bizzat kendisi evinin bahçesine gömdükten sonra perisan bir halde akademiye ulasabilmis. O günden bugüne de evi artik burasi.

Osmanli'dan kalanlar...

Yakin zamanda geçirdigi bütün tahribata ragmen, Saraybosna Osmanli dönemi mimari etkilerinin gerçekten de çok iyi korunmus oldugu bir sehir. Hatta burada Türkiye'den daha fazla bir kültür mirasina sahip çikilmis bile denilebilir. Örnegin bu dönemden kalma mahallelerin üzerine gökdelen tarzi binalar kurmamislar, bunlari sehrin disina tasiyarak yeni Saraybosna'yi olusturmuşlar. Dolayisiyla medrese, cami, han ve hamami ile parçalanmamis sekilde, tipik Osmanli mahalle örneklerine rastlamak hâlâ mümkün. Sehrin merkezindeki eski "sebilj" yani sebil ve "bascarsija" yani basçarsi da bunlar arasinda sayilabilir. Bir Bosnak için bunlar tarihin en önemli simgeleri. Nitekim 15. yüzyilda Türklerin eline geçen ve "Sarayovasi" anlamına gelen Sarajevo'nun kurucusu, tarihlerinde Ishakoviç diye bilinen Osmanli Valisi Ishak Bey. Ancak sehirde ciddi anlamda ilk imar çalismalarini yapan ve bugün de kendi adi ile anilan cami ve medreseyi yaptiran, 1521-41 seneleri arasinda 20 yil valilik yapmis olan, Gazi Hüsrev Bey olmus. Savas sirasinda bombalanan bu 450 senelik cami bugün maalesef o tarihi havasini kaybetmis olsa da diger çogu ibadethane gibi tamamen restore edilmis durumda.

Bosnaklar Osmanli idari sistemini de tarihlerinde son derece muhafazakâr bir sekilde benimsemisler. II. Mahmud yeniçerileri kaldirdigi zaman Bosna-Hersek uzun zaman yeniçeri sistemini kaldirmamakta direnmis. Bu direnisi bastirmak için Sultan Abdülmecid buraya vali olarak Ömer Pasa'yi (Latas) yollamis, o da isyani kanli bir sekilde bastirdiktan sonra hükümet merkezini Travnik'ten Sarajevo'ya tasimis. (Ömer Pasa Latas'in bestekâr karisi hakkinda Cumhuriyet Dergi'ye daha önce iki makale yazmistim. Bkz. 'Ekselansın besteci esi' (8 Mart 1998, s. 4-5) ve 'Ekselanslari Ömer Pasa'nin esi ya da Macar asilli Ida Hanim', (6 Eylül 1998, 2-3). Saraybosna'daki konserimde bu hanimin da bazi eserleri seslendirildi). Bosna Hersek yaklasIk 400 seneden fazla bir süre Osmanli egemenliginde kaldiktan sonra 1878 senesinde Berlin Konferansi kararlarina göre teoride Osmanli topraklari sayilmasina ragmen idari anlamda Avusturya-Macaristan Imparatorlugu'na devredilmis. Iste bugün sehirde göze çarpan çogu Avrupa mimarisi yapi, bu dönemden kalma. Sehrin ilk tramvay agi da Viyana'dan bile önce, Avusturya-Macaristan idaresi zamaninda kurulmus. Cephesinde hâlâ kursun izleri belirgin olan, ancak savas sirasinda mucizevi bir sekilde yikilmadan ayakta kalabilen, konserimizi verdigimiz Milli Tiyatro binasi da bu dönemden kalma.

Daglik bir vadinin ortasina kurulmus olan Saraybosna, savas sirasinda mevzilendikleri tepelerden Bosnak Sirplar için çok kolay bir hedef olmus. Etrafta neredeyse isabet almayan bina kalmamis. En korkuncu ise makineli tüfeklerden etrafa saçilan ve durmak bilmeyen kursun yagmuru. Cephesi taranmayan ev yok gibi. Avrupa'nin kalbinde bu acimasiz katliamin sivil halk ve kültür mirasina karsi yapilmis olmasina göz yumulmus olmasi ise utanç verici. Büyük Saraybosna Kütüphanesi bugün hayalet bir yapi durumunda. Sadece hazin bir iskeletten ibaret. Asirlar boyunca büyük bir bilinç ve itina ile saklanan, iki dünya savasinda korunan Osmanli yazmalari, telafisi mümkün olmayan evrak ve daha pek çok kitap daha savasin ilk safhalarinda kül olup gitmis, hem de kendisi zamaninda burada okumus olan Bosnak Sirplarin lideri Radovan Kardzic'in emri ile...

Günlük hayata dair...

Bugün Sarajevo'da Osmanli ortak kültürünün, mimari uzantilarinin yani sira, toplumun sosyolojik yapilasmasinda da pek çok canli örnege rastlamak mümkün. Halk danslarindan tutun da halk sarkilarina, lisanlarindan mutfaklarina kadar inanilmaz benzerlikler var. Bir çiçekçiden karanfil almak için Ingilizce, Fransizca döktügüm dilin ardindan bana 'karanfil' diye çiçegin uzatilmasini hiç unutamayacagim. Ya takim elbisesini giymis bir tasralinin basinda fesiyle önümden geçerek bankaya girmesi... Slav irkinin güzel insan mozaigine bir de sokaklarda farkli üniformalariyla kol gezen degisik ülkelere mensup askeri birlikler eklenmis. Biraz da olsa günlük hayatin normale dönmüs olmasi bu askeri güçler sayesinde. Ancak Hirvat, Sirp ve Müslüman karisimi Bosnak halkin dis tahrikler sonucu bozulan dengelerini bulmalari her sey yolunda gitse bile nesiller alacaga benziyor. Bir ülke düsünün ki Milli Marsini dahi bestecisinin adini ve etnik kökenini saklayarak seçmek durumunda. Ekonomi ve bankacilik deseniz ayni sekilde gelismemis; gerçi Saraybosna'da en gelismis bankacilik hizmetini bir Türk bankasi, Ziraat Bankasi, veriyor. Paralari Alman Marki'na endeksli; zaten vitrindeki bütün fiyatlar bu birimde verilmis ve her sey Avrupa sehirleri ile hemen hemen ayni pahalilikta. Oysa kazanç ayni derecede degil tabii. Savas felaketini yasamis olan bu insanlar için savas sonrasi yasam mücadelesi ayri bir zorluk.

Bosna'ya yapmis oldugum bu seyahatimde Mostar'i ve burada kurulan Pavarotti müzik merkezini de ziyaret etme imkânim oldu. Saraybosna-Mostar arasi, otobüsle yaklasIk iki buçuk saat sürüyor. Muazzam vahsi, daglik bir tabiat arasinda, savas vahsetine, yakilip yok edilerek terk edilen köylere tanik oluyorsunuz. Etnik temizlik dedikleri iste bu. Ibret verici manzaralar. Mostar ise dogu ve bati, yani Müslüman-Hirvat olmak üzere ikiye ayrilmis. Müslüman kesimdeki tahribat inanilir gibi degil. Bu Ortaçag sehrinin göbegindeki park ise artik mezarlik olmus. Zaten Saraybosna'da da oldugu gibi etraf daha mermerleri yeni kesilmis bembeyaz mezarliklarla dolu. Mostarlilar savas sirasinda büyük bir direnis sergilemisler. Onlari spiritüel anlamda birbirine baglayan, sehirlerine de ismini veren, 433 senelik "Stari Most", yani Eski Köprü olmus. Ta ki bu köprü Hırvat bataryasinin acimasiz atesi altinda uzun zaman direndikten sonra parçalanana kadar. Hirvatlar bu yüz karasi marifetlerini bir de filme çekmisler. Köprünün yikilmasi ile insanlarin morali de çökmüs. 433 senelik Osmanli mimari teknolojisi de böylece basariyla yok edilmis. Bugün Neretva irmaginin dibinden çikartilan eski taslar yavas yavas kurutuluyor. Eski köprünün orijinaline uygun sekilde restore edilmesinde Türk hükümeti de görev almis. Ancak daha henüz zemin etütleri dahi tamamlanamamis.

Pavarotti müzik merkezi ise tamamen bombalanmis olan eski bir okul restore edilerek açilmis. Son derece modern bir müzik stüdyosunun yani sira burada müzik terapi kurslari veriliyor, konserler düzenleniyor ve bilhassa savastan psikolojik sekilde etkilenen çocuklarin tekrar topluma kazandirilmasi için büyük çabalar harcaniyor. Bu çalismalarinda Türk müzisyenlerden de kendilerine önemli destek gelmesi gerektigi inancindayim. Ilgilenenlerin http://www.pavarottimusiccentre.com/ adresindeki web sitelerini ziyaret etmelerini tavsiye ederim. Saraybosna'da görüstügümüz her insan bize kucak açti. Türk oldugumuzu ögrenenler Osmanli geçmislerinin nostaljik hisleriyle daha da heyecan duydular. Katilimin çok yüksek oldugu konser ise kültürel baglarin ne derece çabuk gelistirilmesi gerektiginin kanimca en bariz örnegi. Zaten Dekan Sijaric'in arzusu Türk festivalleri ile ortak konserler düzenleyebilmek. Benim için ziyaretimin en anlamli veda ani ise tam uçaga binmeden önce konserimde bulunmus olan üniformali Bosnak bir gümrük memurunun yanıma gelerek bana Türkçe "bizi yalniz birakmayin" dercesine "lütfen tekrar gelin, Türk müziginizi buraya yine getirin", demesi oldu. Yazimi tamamlarken benim de ayni çagriyi evrensel bilince sahip diger bütün Türk müzisyenlere yapmam gerektigini hissediyorum. 

Cumhuriyet Pazar Dergi Eki, 11 Haziran 2000, Sayi: 742, Sayfa: 10-12

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa