Aciyi ve inadi paylasmak...

Nadire Mater

Kadinlar Lübnan'dan Fas'a, Mayis Alani'ndan Galatasaray'a "gözaltinda kaybedilen" sevdikleri ugruna dünyaya ses veriyor. Arjantin'den bu yana alinan yol ayni: Susmamak, durmaksizin sormak, sormak... Sonuç, Pinochet Sili'de elini kolunu sallaya sallaya dolasamiyor, aslinda hiçbir yerde kaybedenler rahat degil...

Sana Bizei, Delia Bisutti, Khadija Roussi, Dusica Bursac, Carmen Vega hep birlikteyiz. Iki kadin, Laurance Vanpaeschen ve Brigitte Kaquet bulusmaya aracilik etmenin sevincini yasiyorlar. Sanki, Hanim Tosun, Emine Ocak, Fatma Morsümbül, Hanife Yildiz da bizimle. O iki kadin da, Nimet, Filizler, Sonat ya da Leman gibi. Her sey tam olsun diye kosusturuyorlar.

Brüksel'de Direnen Kültürler için düzenlenen 5. Uluslararasi Kadinin Sesi Festivali'nin "Gözaltinda Kayiplar" grubuyuz. Lübnan, Fas, Arjantin, Sili ve Türkiye'den sevdikleri "kaybedilen", "artik kimse kaybedilmesin" diyen kadinlariz. Agizlardan dökülen laflar iki ya da üç dile ugrayarak ulasiyor her birimize. Aslinda, "desaparecidas", "disappearence" ya da "kayip" da desen fark etmiyor, anliyoruz, biliyoruz çünkü.

Arjantin'den Delia Bisutti kayiplarini sorduklarinda devletin "bizde yok, onlari Avrupa'da arayin" dedigini aktariyor. Aynen Hanim'in 200 hafta boyunca Galatasaray'da "onlari dagda arayin bizde yok" cümlesini duymasi gibi.

Kisi, güvenlik kuvvetlerince yakalandigi ya da tutuklandigi halde, devletin bunu kabul etmemesi durumuna "kayip" deniyor. Terim, dünyada ilk kez Guatemala'daki kitlesel kaçirmalardan sonra kullanildi. Aslinda uygulama 1942'ye kadar uzaniyor. Fransa'daki Alman Isgal Kuvvetleri Komutanligi "Gece ve Sis" adini verdigi kararname uyarinca tutukladigi Fransizlari gece trenleriyle Almanya'ya tasimisti.

Aragon, "Gece ve Sis" siirinde, "Yaziyorum bu engin ve suçlu gecede/ Duyarak yabanci askerlerin nefes alislarini/ Ve trenler boguluyor tünellerde bir yerlerde/ Tanri bilir oralardan çikip çikmayacaklarini," diye yaziyordu.

Iste bu bilinen "ilk"ten sonra, "kayip" sözcügü Latin Amerika'dan Etiyopya'ya, Filipinler'den Irak'a, Fas'a, Lübnan'a, Türkiye'ye dünyanin pek çok ülkesinin, ne yazik ki, gerçeklerinden biri oldu. "Kayip" esrarengiz, bilinemeyen bir yasanmislik, ya da uluslararasi bir baska tanimlamayla "gizli tutuklama" oldugu içindir ki "kayip"lar ugruna mücadele kolay degil, kanit toplamaya girisenler inkâr ya da tehditlerle karsilasiyor. Hatta, "kayip"larin pesine düsenlerin de kaybedildigi örnekler az degil.

Melissa'nin kaçirildigi ülke...

"Melissa'nin kaçirildigi ülkeye mi gidiyorsun?" Sekiz yasindaki kiziyla arasindaki konusmayi aktarirken Sana'nin gözleri doluyor. Melissa Russo Haziran 1995'te Brüksel'de sokaktan kaçirildi, bir yil sonra ölü bedeni bulundu.

Sana Lübnanli, erkek kardesi Lübnan Iç Savasi sirasinda kaybolan 17 bin kisiden biri. Simdi, iki çocuklu bir insan haklari savunucusu, 15 yildir yasadigi aciyi dünyanin baska yerlerinde tasiyan kadinlarla konusmanin heyecanini yasiyor. "Hangi halktan, hangi dinden olursa olsun yeryüzünün tüm kayiplari benim meselem" derken Melissa'nin annesi Carine'e bakiyor.

Küçük kizin kaçirilisini Lübnan televizyonundan duyunca aglamis, onun için bir çiçek dikmis, simdi Müslümanlarin kutsal aksami persembeleri Melissa için bir mum yakiyor. "Acilar anlatilamaz" diyor. "Lübnan hükümeti kayip gerçegini açiklamadikça, iç savasin izlerinden kurtulmak mümkün degil."

Carine Russo sekiz yasindaki kizi Melissa'ya kavustugunda o artik yasamiyordu. Carine, geçen eylülde Brüksel'de insan kaçirmalara karsi 350 bin kisinin yürümesinden bu yana kendini daha iyi hissediyor. "Artik, bu gerçegi Belçikalilar biliyor, bu sistemde para her seyin üstünde" diyor. "Sistemin zayiflari nasıl ezdigini gördük."

Savaslarda, savas durumunun yasandigi, özgürlüklerin degil insan haklari ihlallerinin siradanlastigi ülkelerde ve diktatörlüklerde insanlar sokak ortasinda, evinden isine giderken, ya da dönerken benzer sekillerde elleri telsizli, sivil giyimli kisilerce bir arabaya zorla bindiriliyor ve kaybediliyor.

Kaybedilen kisilerle ilgili en dogru bilgi ve sayilara ulasmak, aynen Türkiye'de oldugu gibi, hiç kolay degil. Kimi ülkelerde yerel insan haklari örgütleri ya çalistirilmiyor ya da tehdit altindaki kayip yakinlarina ulasamiyorlar. Uluslararasi insan haklari kuruluslari da kimi ülkelere ya hiç giremiyor ya da insanlarla konusmalarina izin verilmiyor. En nihayet, kaybedileni resmen duyuran kisinin de kaybedilme olasiligi söz konusu.

Öngörülemeyen protesto

Iz birakmaksizin kayip etmek, "sehitlerin yaratilmasini önlemek için etkili bir yol" olarak düsünüldügü için mi insanlar kaybediliyor, bir baska deyisle, "bir kanit olarak cesedin yoklugu rejime karsi protesto örgütlemeyi" güçlestirir mi? Öte yandan, ölümün kesin olarak ilan edildigi durumlarin tersine, bedenlerin var olmamasi durumu, süregiden yasam adina bir protestoyu "var" etmeye yol açmaz mi?

Kaybedenler, belki de, "kayip"larin bir protestoyu "var" edebilecegini bastan hiç düsünmemislerdi. Mesela Istanbul'da kaybedilen Düzgün Tekin'in annesi Elif Tekin'in Tunceli'de Kürtçe konustugu köyünden Istanbul'un Galatasaray'inda polislerin yakasina "oglumu istiyorum" diye Türkçe yapisacagi, mesela Sili'de Carmen'in kaybettigi oglu, kocasi, kardesi, kardesinin karisi ve yegeni için Santiago'da kendisi gibi kadinlarla önce kiliselerde bulusarak bir mücadele baslatacagi akla gelir miydi? Hos, seksen yasindaki Carmen'in Pinochet darbesinden 27 yil sonra bile mücadelesine devam edecegi, kendisi gibi "kalbi kanayan" kadinlarla bulusmak için ta Sili'den kalkip Belçika'ya gelecegi nasil hayal edilecekti?

Kaybedilen sevdikleri için açlik grevleri yapan, tutuklanan, gözaltina alinan Carmen, "yasadigimiz trajedileri birlestirmek önemli" diyor. "Ben herkes için adalet ve hukuk istiyorum." Bu kadin torunlari için, gelecek kusaklar için diktatörlüklerin yasanmayacagi günlerin hazirlanmasi telasinda.

Bes yil önce kocasi Fehmi Tosun Avcilar'daki evinin kapisindan çocuklarinin gözleri önünde kaçirilan Hanim, "kendini yalniz hissetmemek öyle önemli ki" diyor. "Bir araya gelince sesimizi Türkiye de duyuyor, dünya da."

Kocasi 1991'de Hirvatistan'da öldürülen, erkek kardesi geçen yil Kosova'da kaybedilen Belgradli Dusica da Hanim gibi düsünüyor. Çevirmenin ayrildigi bir anda yanindakinin elini tutuyor. Sevmek dokunmak degil mi? Sonra, çevirmeni aktariyor: "Acimi sizlerle paylasmak istiyorum."

"Bizim ülkede, Yugoslavya'da kayip demek, ölü demek." En büyügü 18, en küçügü 7 yasindaki bes çocugunun özellikle bayram günlerinde kapi çalininca babalari beklediklerini anlatan Hanim gibi Dusica da kardesi için "kayip, ölü demek" cümlesini kurmuyor.

Kayiplar ugruna verilen mücadele o kadar yil sürebiliyor ki saçlarin degisen rengi ya da boyalarla esas renkleri yakalama gayretinin kaniti gazetelerdeki, dergilerdeki fotograflarda... Arjantin'den Delia da yer yer agaran saçlariyla, "biz militandik" derken çeyrek asirdir mücadele eden bir kadin olarak yirmili yaslarina dönüyor.

Delia ve Khadija...

Kaybedilen kocasi, alti aylik hamileyken gözaltina alinısi ve "dayanilan" iskencelerden sonra serbest kalisi ve saglikli dogamayan bir kiz bebek. Delia bir yandan bebegine kosuyor, bir yandan yeni tanistigi ama hayat boyu dost olacagi kadinlarla bes kisiyi asmayan toplantilara katiliyor. "Ilk duyurularimizi agizdan agza yaptik. Sonra birbirimizi tanimak için beyaz esarplar takmaya basladik" diye anlatmaya basliyor. O da "kayip" sözcügünü kabul etmiyor, yasananlarin açiga çikmasini istiyor. Bebegi ise ancak on yil yasayabilmis.

Brigitte ve Laurance acinin ve inadin paylasimini kesmek istemiyorlar ama, sandviçler ve meyve sulariyla bir soluk alsak!

Alamiyoruz, almak istemiyoruz. Fas'ta kendisi gibi kayip yakinlari ve insan haklari savunuculariyla yasananlar unutulmasin diye bir "Bellek Merkezi" kurulmasi için çalisan Khadija yirmi bes yasina on gün kala gözaltinda kaybedilen agabeyi militan sendikaci Abdullah'i anlatmak istiyor. Onu hiç hatirlamiyor, çünkü o gün Khadija sadece bir yasindaymis.

"Ama, kendimi ona o kadar yakin hissediyorum ki" diyor. 15 yildir agabeyinin ve tüm kaybedilenlerin pesinde. Sandviçini yerken, kesik kesik devam ediyor: "Kaçirilanlar solcu ya da sendikaciydilar... Iskence merkezi olarak kullanilan gizli villalar vardi... 1970'te bir kardesim, 1973'te bir baska kardesim daha kaçirildi. Onlari biraktilar..."

Fas'ta özellikle kadinlar yillardir mücadele ediyor, "Kayiplar Komitesi" 1 Mayis gösterilerinde yillardir yürüyor. Khadija, "sesini çikarma cesareti gösteren kadindir" diyor. "Yasayanlarin serbest birakilmasi, ölülerin cesetlerinin bulunmasi, sorumlularin ortaya çikarilmasini istiyoruz. Baska kayiplar olmasin diye mücadele ediyoruz."

Emine Ocak bizimle degil ama bizimle. Kadinlar Türkiye'de 1980'den bu yana kaybolan, sadece isimleri bilinen alti yüze yakin kisinin hikâyesini dinlerken hiç sasirmiyorlar. Anlatilan onlarin da hikâyesi. Hasan Ocak'in iskenceyle öldürülen bedeninin bulunmasindan sonra her cumartesi Galatasaray Lisesi önünden yükselen çigligi biliyorlar...

Galatasaray'da 27 Mayis 1995'te kayip yakinlari ve insan haklari savunuculari bulusmaya basladiginda geride birakilan bir buçuk yilda her bir buçuk günde bir kisi gözaltinda kaybediliyordu. Oradaki çiglik dört bir yana yayildi, 170. haftadan 200. haftaya kadar, yani 15 Agustos 1998'den 13 Mart 1999'a kadar Cumartesi Anneleri/Cumartesi Insanlari Galatasaray'da hep oldular, hep engellendiler, tartaklandilar, gözaltina alindilar. Ve simdi uzun bir ara yasiyorlar.

Yeni cumhurbaskanlarina ...

"Oturmasaydik, belki de daha fazla insan kaybolacakti" derken Hanim Tosun yeni cumhurbaskanina da sesleniyor: "Hukuktan, demokrasiden söz ediyorsunuz, kayiplardan da söz edin. Kayiplarin akibetleriyle ilgilenin. Kimdi bu insanlar? Kim kaybetti onlari? Devlet bulsun!"

Brüksel'deki Tentation salonunda Silili Carmen de Hanim gibi Sili'nin yeni cumhurbaskani Ricorda Lagos'tan kayiplarin akibetini açiklamasini bekliyor. Khadija ise ayni seslenisi Fas'in yeni kralina yapiyor.

Bu ülkenin insanlarinin "kayip" gerçegini Galatasaray'dan yükselen sesle duymalari gibi, Arjantin'de Mayis Alani anneleri, büyükanneler her persembe dönmeselerdi kadinlarin, erkeklerin uçaklardan okyanusa atildiklarini hiç bilmeyecektik, iskencecilere verilen 200 bebekten 60'i hayatlarini asla ögrenemeyecekti. Sili'de Pinochet hâlâ elini kolunu sallayip dolasacakti. Kadinlarin inadi dünyanin "kayip"larini hayli azaltti.

Brigitte ve Laurance'in "Direnen Kültürler"inde de kadinlar "Kadin Sesi"nde bir kez daha ses verdiler iste. Sting, kaybolanlara ve daha çok da onlar için mücadele eden kadinlara adadigi sarkisinda, on yil kadar önce "yalniz dans ediyorlar" diyordu. Öyleydi, ilk baslarda dans ederlerken çok yalnizlardi ama sarkilari kocaman bir yeryüzü korosuna dönüstü simdi. Dünya Kayiplar Haftasi'nda Sting'den yeni bir sarki bekliyoruz.

Cumhuriyet Pazar Dergi Eki, Sayi: 740, 28 Mayis 2000, Sayfa: 2-3

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa