Sanatta Degismeyen Plastik Degerler
KAYA ÖZSEZGIN
André Lhote ve Biz
Sanatin kirilmalarla dolu gelisim çizgisi içinde, sanatçi kimligi
tasidigi ve sanat tarihine bu yönüyle geçtigi halde, eli kalem tutanlar da
olmustur. Sanatçiliginin yaninda, bu yetenegini basariyla kullanarak öne geçmis
olanlar arasindan büyük sanat yazarlarinin çikmis oldugunu, özellikle de geçen
yüzyildan bu yana, daha çok, kendi sanat anlayislarini, genel sanat sorunlari
üzerinde kisisel görüslerini, izlenimlerini ortaya koymus olanlarla, bu konuda
yeni bir dönemin basladigini bile söylemek mümkün. Sanat sorunlari karsisinda,
aynı zamanda bir düsünür olarak etkinligini ortaya koyma sorumlulugunu
üstlenmekten kaçinmayan, duyarliligini bu yönde de sergilemekten haz duymus
olan bu sanatçi-yazarlar, bir anlamda da, yasadiklari döneme taniklik etmisler,
kendi yapitlari kadar, çagdaslari üzerine de, sanat tarihçilerine kaynak
olusturacak belge-yazilar birakmislardir. Leonardo da Vinci'den Delacroix'ya,
Klee'den Van Gogh'a, Le Cobusier'den Gauguin ve Mathieu'ye, Matisse'den
Dubuffet'ye birçok sanatçi, kimi, bilimsellik içeren notlariyla, kimi, anilari,
gözlemleri ve mektuplariyla, kimi "intim" günceleriyle, bu alana bir
isik düsürmüşlerdir.
Konuyu daha ileri boyutlarda ele alarak kuramsal ayrintilara inmek,
düsünsel sentezlere yönelmek, büyük çapta degerlendirmeler yapmak, kuskusuz
isin uzmanlarini, sanat tarihçilerini ve yazarlarini ilgilendirmistir.
Sanatçilar, kuramci gibi davranmaktan kaçinirlar genellikle, birtakim teknik
ayrintilari kurcalamakla yetinirler, yazilarinda ya da notlarinda, sanatin
mutfagina bagli kalmaya, bu mutfagin bir uzmani olarak gözlemlerini yansitmaya
özen gösterirler.
Bu genellemenin disinda kalan tek kisi, belki de André Lhote'tur. Bu
sanatçinin adi, sanatçi kimligiyle yazarligi ve kuramciligi arasindaki dengeler
baglaminda gidip gelir, kimileri onu, pratisyen yönünden çok,
ögretici-akademisyen ve kuramci kisiligi içinde tanir, bu tarafini öne çikarir,
kimileri de, bir parça gölgeye itilmis olsa bile, kübist sanatçilar grubunun
üyeleri arasinda görmeye egilimlidir. Resim sanatinin yakin dönemini isleyen
kitaplarda Lhote adina rastlamak, hele kübist ressamlar söz konusu oldugunda,
onun adiyla karsilasmak bizi sasirtmaz. Ancak onun da, Emile Bernard gibi
Cézanne hayrani olmasi, sürekli olarak bu ustanin gölgesinde yasamayi yeglemis
görünmesi, sanatçi kimligini, ister istemez bir parça geriye çekmistir. Gene de
Emile Bernard'da tanik oldugumuz ölçüde bir unutulus, André Lhote için söz
konusu olmamistir.
Kübist sanatin kuramciları arasinda, söz gelisi Apollinaire'den çok,
André Lhote'un agirlikli bir yer tasiyor olmasi, bu konuda Lhote'a taninmis
olan ayricaligin, hiç de rastlantisal olmadiginin göstergesidir. Ancak
Lhote'un, elinizdeki kitabindan da kolayca anlasilacagi gibi, kübist akimin bir
yandasi ve savunucusu olarak görünmüs olmasina karsin, çikis noktasi sanatin
genel sorunlarindan bagimsiz degildir. Kendini, bir "klasik resim okulu
çiragi" olarak görür, sanatin temelinde sakli olan gizleri, zaman içindeki
degismez degerleri bulup ortaya çikarmak ister. Müzeleri bu amaçla dolasir,
primitif sanattan izlenimcilere ve daha sonrakilere kadar uzanan çizgi
üzerinde, sanat yapitini saygin kilan ortak ölçütleri saptamaya çalisir. Kübist
sanatin, kosullanmis bir tutkunu, bu akimin bir fanatigi gibi davranmaktan
kaçinir. Ama, Cézanne'in kisiliginde, neredeyse bütün modern ressamlarin saygi
duyduklari bir öncü olmus olan kübizm akimina, bütün öteki gelismeler yaninda
"özel" bir anlam yükler, bu akimi izleyecek olan bütün yenilikçi
çikislarin, bu akimla iliskili olduklari ölçüde basarili olabileceklerini
vurgulamaktan geri kalmaz.
André Lhote'un, çagdas Türk resmindeki gelismeler açisindan da önemli bir
isim oldugu, 1930'lu yillarda uzmanlik egitimi görmek için Paris'e giden
ressamlarimizin önemli bir bölümünün, onun özel akademisinde çalistiklari bilinir.
Nurullah Berk, Cemal Tollu, Bedri Rahmi, Hamit Görele, Zeki Faik Izer, bu
ressamlardan birkaçidir. Lhote'un akademisyen olarak o tarihlerde, güven
uyandirici bir üne sahip oldugunu kanitlamakla kalmaz, Türk ressamlarinin,
yenilik arayan egilimlerine Lhote'un, bir hoca olarak karsilik veren islevini
de açiga vurur.
Türk resminde "Müstakiller" Grubuyla baslayan izlenimcilik
karsiti modern arayislar, büyük ölçüde Lhote'un yönlendirici önerileri
dogrultusunda gelistigi, en azindan bu arayislara bir kaynak olusturdugu halde,
resim edebiyatimizda bu hoca-kuramci hakkinda kaleme alinmis gözlem ve
incelemelerin bulunmayisi, eserlerini dilimize aktarmak isteyen kisilerin
çikmamasi, kanimca ilginç bir olgudur.
Ansiklopedilerde yer alan bölük-pörçük bilgilerin disinda, Lhote üzerine
ayrintili bir özyasam bilgisine bile rastlamak zordur. Ünlü kuramciyi Türkçe'de
bize tanitan ayrintili bir yaziyi, hocanin Paris'teki akademisine devam etmis
ve onun hakkinda canli izlenimler edinmis olan Nurullah Berk'in kaleminden ancak
1960'larda okuyabiliyoruz ("Ustalarla konusmalar", Ankara Sanat Y.,
tarihsiz). Bordeauxlu hocasini iyi anlamistir Nurullah Berk: Onun, 1922'de
Montparnasse'da, Odessa sokagindaki özel atölyesini açtiginda, devlet
okullarındaki kaliplasmis egitimden bunalmis olanlar alt katinda çiplak
modelden desen çalisilan, üst katinda her hafta degistirilen ölüdoga konulari
üzerinde boya etüdleri yapilan bu sicak ortama hemen isinmislardir.
Duvarlarinda, Lhote'un tablolari asilidir. Orada uygulanan ögretim, Berk'in deyimiyle
"hamle yapmis bir hocanin, ögrencilerini hamleye iten bir sistem"e
dayanmaktadir. Ögrencileriyle, saatler boyu söylesir Lhote, haftanin iki
gününü, bu tür konusmalara ayirir. En fazla ilgi çeken de, onun bu
konusmalaridir.
André Lhote, daha sonra bizden Cemal Tollu'nun, bir yazini geçirecegi
küçük bir köye, Mirmande'a, arkasindan da Gordes'a yerlesir. Bu kisa boylu,
kirçil biyikli, kivircik gri saçli usta, ögrencilerini de arkasindan oralara
sürükler. Nurullah Berk, ilk kez 1933'te atölyesine ayak bastigi bu hocanin
ögretisini, gerçek yönleriyle, ancak 1947'de ikinci kez gittiginde anladigini
söyler, onun "modern bir klasik" oldugunu, daha sonra fark ettigini
itiraf eder.
Fransizca aslindan çevirdigimiz bu kitap, André Lhote'un bir dizi
konferansinin, sonradan yaziya dökülmüs olan metinlerini kapsiyor. Okur,
metinlerdeki konusma dilinin, buradan kaynaklandigini ve Lhote'un örnekler
üzerinde yaptigi yorumlar nedeniyle, konuyu farkli açilardan ele aldigini
görecektir. Lhote, bu konusmalarinda, kuramciligin gerektirdigi yöntemlerden
yararlanmakla beraber, kendi gözlemlerine ve yasam deneyimlerine, büyük ölçüde
baglanmakta, olgulari ve gelismeleri, olabildigince genis bir açidan
yorumlamaktadir.
Çagdas resim sanatimiz yönünden de yararli saptamalara yol açacagina
inandigimiz bu kitabi, Lhote'un baska kitaplarinin, özellikle de Traité du
paysage ve Traité de la figure'ün izlemesini dileyelim.
JEAN CASSOU Giris Bir seyin tanimini yapmaktan daha tehlikeli hiçbir sey olamaz. Çünkü böyle bir eyleme gerek duyuldugunda, eger o sey henüz olusma asamasinda ise, kuskusuz birtakim sonuçlara zaten varilmis demektir. Dolayisiyla da o sey, islevini tamamlama asamasina gelmis demektir. O nedenle de, son parlak atak yapilmis, anlasilirlik düzeyine gelinmistir. Artik bilinmektedir bu sey, bilinmesi de istenmektedir: "Bu sey ki bana özgüdür, o halde benim damgami tasimasindan daha dogal bir sey olamaz. Simdi bakin bana: Artik beni görmeyeceksiniz." Burada bizi ilgilendirecek olan, tümcenin sonundaki ifadedir kuskusuz. Kulagimizda çinlayan bu sonuçsal ifade, olusumun utkusunu açiga vurmakla kalmaz, bir sonlulugu da gündeme getirir ayni zamanda. Ama söyle de denemez mi?: "Bakin bana, beni her zaman böyle göreceksiniz bundan sonra..." Nedenine gelince, süreklilik, yineleme -akademizm-, bütün tanimlarin gücül bir sonucudur. Söyle de denebilir sonuç olarak: "Bakin bana, artik beni böyle görmeyeceksiniz, zira bundan böyle ben, bir başka sey olacagim. O halde, tanim, o seyin özüne degil, tarzina uyumlu olacagina göre, neye yarayacaktir?" Sözünü ettigim sey, resim sanatidir, ussal bir seydir yani, "cosa mentale"dir. Tarihin belli bir kesiminde üretilmis bir seydir, kübizmdir sözünü ettigimiz, ayni zamanda daha yetkili, daha bütünsel, Léonardo da Vinci'nin dile getirdigi biçimiyle "kesin"dir, bir espri temrinidir. Gerçekten de, dayandigi ilkeler açisindan, mutlak bir tekilligi öngören yapitlardaki bütün nesneler ve semalar yönünden bakildiginda, en dogru tanimi gerektiriyordu bu akim. Çok yayginlastigi dönemlerden bu yana, tanima uyum saglama savinda olmustur kübizm. Bu akimdan kaynaklanan öteki türlerin altinda, geçmisin bütün dönemlerini özetlemekteydi. Kübizmi tanimlamak Önceki üç soruya dönelim: Bugün artik islevini tamamlamis göründügüne göre, kübizmi tanimlamak olasi mi? Ya da bir tür çözülme noktasina ulastigina göre, tanima aykiri düsmeyecek bir durulmadan söz edilebilir mi bugün? Nihayet, her seyi kapsayacak bir tanim söz konusu olmayacagina göre, kübizmin yol açtigi olasi stillerden birine uyumlandirilabilinir mi bu tanim? Ne olursa olsun, olgularin gerçeklikle bagintilari bilindigine göre, bu açidan sasirtici bir dirimselligin ürünü olarak kendini göstermisti kübizm. Daha ilk yillarinda, bu akimin bir modernizm ve devrim atmosferi yarattigi animsanacaktir. Gelecege yönelik bir inanç temeli üzerinde olusmustu çünkü; "yasayan bir sanat"ti. Temel ve ilksel elemanlara, ilkelere dönüsü, ayni zamanda geçmisle baglarini kopardigi anlamina geliyordu. Kentsoylulugun gösterisçi yipranmisligina dayali tekdüze saçmaliklarin, pesin yargili bütün kaliplarini parçalamisti bu akim. Kaynaklara bu yeniden dönüs, ölümcül bir gerileme anlamina geliyordu. Canlandirici taze bir girisim, bir gün agarmasiydi. Öyleyse, bu arinma anina yeniden dönelim, her zaman geçerli olabilecek risklere aldirmaksizin, bu büyük tutkuya kaptiralim kendimizi...itirazlar olabilir. Tutkular, alisilmis ölçülerin disina tasmalidir: Resim sanatinda yeni bir anlatim için zorunludur tutkular, resim sanatinin bütün dönemleri için geçerlidir. Bugüne kadar hep yasanmis ve taraftar bulmustur çünkü. Bütünsellik duygusu, bu tür taskin duygularin disavurulmasina engel degildir. Resim sanatinin her zaman tanik oldugu bu durumlar, tarihin en yüksek ve farkli dönemlerinde kendini göstermistir. Resim sanati, her seye yeni bastan girismek, her seyi yeni bastan kesfetmek, böylece de kendini bulmak, yani ilk kez tanimlanmak, bu yolla, daha önce de tanik oldugu bu tür tanimlarla yorumlanmak ister. Ancak bize öyle görünüyor ki, sanattaki süreçsel asamalarin hiçbiri, kübizm asamasi kadar canli olmamisti. Kübizm, resmin resim olarak varligini kanitlamakla kalmamis, onu ele geçirmek istemistir. Zaman asimina ugramis basyapitlar karsisinda, bir tür meydan okuma eylemini gerçeklestirmistir. Resim sanatinin bu gösterisi, bu yolla, kuramsal ve açik tanimini pekistirmistir. Hiç kimse bu tanimi, André Lhote kadar mükemmel biçimde, tanimlayici terimle tanimlanmis terim arasinda tam bir esitlik olusturarak, yanlisliga ve gizli bir uzlasima yol açabilecek bütün üçüncü etkenleri devre-disi birakarak... Eger resim, bir düsünce temrini ise, bu temrin ancak bir düsünce düzeninin elemanlarini ve belirli sayida islemleri kapsar. Söz konusu olan neyse o, baskasi degil, salt ve yalin olarak, bir plan üzerinde dis gerçekligin yansitilmasi yani. Bu plan ve bu gerçeklik, iki boyutlulugu daha cesur biçimde ortaya çikarir. Bu duvarin gerisinde, duvar üzerinde, bu biçimiyle olusan imgenin hiçbir bileseni yoktur artik. Sanatçinin elinin ötesine geçen bir sey söz konusu degildir orada. Cézanne'in bir peysajini ya da natürmortunu olusturan elemanlarin hiçbiri, onun gerisindeki sanatçinin yetenegini asmaz. Sonuç olarak, kendi döneminin ressamlari tarafindan küçümseyici bir ifadeyle sIk sIk dile getirilen "décoratif" terimini reddetmez Lhote. Ayrica bu terimi benimsemekle kalmaz, onu yüceltir de... Tual resmi, özü geregi, duvara asilmak içindir ve bu isleviyle de mutlak anlamda dekoratiftir. Süsleme terimi, ayni zamanda "anlatimci bir süs" olma isleviyle de örtüsür. Resim, duvar üzerindeki yerini aldigi andan itibaren, islevini de bulmus demektir. Orada, yani bulundugu yerde, düzlem üzerinde, artik ilkelerden çok, karsit degerlere göre kendi varligini, saf algisinin yollarina ve araçlarina bagli kalarak olusturur; diresken elemanlarla kendini açiga vurur. Degismez degerleri içerir bu elemanlar: Kendi varligi içinde, düzlemsel örgelerle geometrik biçimlere uyarlanmis bir yazi, lokalize edilmis bir renk, düzenleyici izler olarak ortaya çikar her zaman, çözümleyici düsünce biçiminin kesinligi içinde kendi varligini bulur böylece. Özetle, bütünsel anlamda resim, "ressamin kendine özgü yöntemi" olarak, kendini açiga vurmak durumundadir. Ressamin yöntemi Burada ressamın yöntemi, kendi evrenine dayanan gerçeklik kavraminin pesinde, kartezyen mantigin öngördügü ilkelerden daha esnek ilkelere göredir. Gördüklerini oldugu gibi yansitmaz ressam, çevresindeki nesneleri betimleyici bir yöntemden yola çikmaz. Tam aksine, benimsenmis anlatim biçimleri dogrultusunda kendi içine kapanmak ister ressam, tuali üzerinde bunu "amaç"lar. Bundan dolayi da, resim yüzeyi üzerinde, degismez olgularin kendilerini tam tamina pekistirecekleri bir imge yaratmis olur böylece. Bu degismez olgular, kendi ayricalikli düzeylerine yükselirler, sanatçisi tarafindan özençle karmasiklastirilirlar, yer degistirmeyi ve kuralsizligi üstlenirler, eglenceli ve zenginlestirici hilelere birakirlar kendilerini. Perspektif, isik-gölge ve doga görünümlerini yansitmayi amaçlayan düzenci islemler, burada devre-disi birakilmistir. Derinligin ikinci plandaki degerleri, gölgelerin transpozisyonu, anlama iliskin derinlikler, renkli yansimalar, olanaklar ölçüsünde isik oyunlari ve yalnizca anliga (intellect) bagli arayislar sakli tutulur. Sinirsiz bir gücün egemenligi anlamina gelmez mi bu? Hos görülen bir kural-disiligin eglenceli dünyasina girmeye olanak veren bu durum, verimliligin ürünü olarak ikincil etkenlerin temel degismezlerini gündeme getirir. Kendi tarzinin büyü ve çekim uygunlugunu, yapitlar yoluyla çogaltmaya katkida bulunur. Örnegin, statik simetrinin tasidigi degerlerle derinlik olusturan niteliklere uyumu saptirir bu durum. Kendine özgü nedenleri vardir çünkü. Basitlik ve yalinlik, biçimbozma yöntemine tutkuyla yönlendirir sanatçiyi. Anligin çekici bir duyurusundan baska bir sey olmayan keyfilige sinir çeker. Resmin olustugu kosullar içinde her sey dönüsüme ugramak zorundadir: Bu dilin geregi, her seyi resim diline dönüsmeye zorlar. Yansilama ya da benzetme girisimi, burada yerini metaforik anlatimin kesin ve net istençliligine birakir. Sonsuzlugu arayan resim Kübizmin son derece elestirel bir özellik gösteren zaman dilimi içinde, bütün bunlarin olustugunu unutmamak gerekiyor. Resmin bu kibirli betimi, özellikle genis kesime anlasilmaz gibi görünür, sert ve haksiz elestirilere yol açar. Genis kesim, Minerva'nin bu güzel çehresi arkasinda yer alan resim sanatinin gerçek yüzünü anlamaktan yana görünmez. Gene de resmin, baslangicindan bu yana, hep böyle bir anlasilmazlik içinde bulundugunu unutmamak gerekir. Ne olursa olsun, tarihsel gelisim içinde, bu degisim isteginin, her tür tepkiye karsin kendini açiga vurdugu göz önüne alinabilir. Lhote, bu gerçegi sIk sIk dile getirmistir: Roma dönemi ve bu dönemin duvar resimleri, XV. yüzyilda Léonard ya da Poussin, David, Ingres, daha çok da bu konuda tipik birer örnek olusturan Cézanne ve Seurat... Tarihsel sürecin derinligi içinde, ilksel açidan resim, kimliksel bir yapiyi amaçlamistir hep, tanrisal yaratimin beyinsel olanaklariyla sarmalamistir kendini. Kayalar üzerine oyulmus desenleri ve pek az bilinen, degeri yeterince saptanmamis olan Misir duvar resimlerini animsayalim burada. Lhote, son yillarinda, 18. imparatorluk ve Ramses dönemi mezarlarina yaptigi bir gezi sirasinda, sasirtici ipuçlari ele geçirmisti. Sonsuzlugu arayan resmin, duvar resminin ilginç örnekleridir bunlar. Bu resimlerde, figürlerin boyutlari, optik düzene uyumlu degildir, ancak hiyerarsiktir, o nedenle de entelektüel bir özellik gösterir. Devinimler, üst üste bindirilmis biçim anlayisina göre olusturulmustur, bir devinim ötekini kapatmaz: Gene de hiçbir karisiklik, hiçbir yanilgi söz konusu degildir bu resimlerde. Her kisi ya da nesne, açik-seçik gösterilir. Cephedenlik (frontalité) ve yandan (profil) gösterim, ayni figür üzerinde birlestirilmistir: Misir duvar resmine özgü bir yöntemdir bu. Bizim devinim izlenimimiz, bu yöntem karsisinda degisir. Ölümün ötesindeki yasama adanmis bu imgelerdeki incelikli uyum, ilgi çekici ve soyluluk etkisi uyandiricidir. Duyarli ve dogaldir, güncel ve geçici olanin gerisini kurcalar bu resimleme biçimi, isiga, espasa ve zamana egemendir. Ancak resim sanatinin tümünün bu oldugu söylenebilir mi? Bizim bilgiç bakisimiz, resim tarihinin belirli dönemleri karsisinda, onu kavramaktaki güçlügü gizlemeye yönelik olmamali. Doktrinler her seyi açiklamaz. Çünkü hemen akla gelebilecek ayricalikli dönemlerin disinda, öteki dönemler, birden çikarlar karsimiza. Aslinda onlar da yeterince bilinirler, ama ilk bakista bize yabanci görünen anlayis ve egilimler, resim sanatinin, bizim bildiklerimiz disinda kalan ifade biçimlerine de olanak verebildigini kanitlar. Çok farkli güçlerle donanimli olan bu dönemler, gelenek-disidir, kozmik malzemenin derinlik yaratici etkisi gibi, insan ruhunun diplerindeki estözlü ("consubstantiel") ve aykiri gücü bulmayi amaçlarlar: Bu tür anlayis için o kaynaktan, niteligi kestirilemez bir gücüllük ("virtualité"), çilginca ve sayisiz ifade seçenekleri bulup çikarirlar. Bütün bunlari bilmez degildir Lhote, ancak bu bilgileri bir kenara ayirir, biraz da küçümseyerek bakar bu bilgilere. Onun doktrinal tutumunun bir sonucudur bu. Ne var ki, ayni zamanda ressamdir Lhote, dolayisiyla pratisyendir, bu sanatin gereklerine göre üretim yapan bir sanatçidir, uygulamada ve düsüncede pay sahibidir yani. Ayrica ve özellikle, her tür yenilige açik, alabildigine duyarli ve imgelem gücü verimli bir ressamdir. Öte yandan, sanattaki bu gücünü, saygi duydugu Rembradt ve Rubens gibi büyük ustalari anlamaya çalisarak elde etmis olmasi da, belki onu, mesleginde daha basarili kilan nedenlerdir. Izlenimcilige bakmistir ayni zamanda, doga elemanlarini kapsiyor olmasina karsin, Maurice Denis'nin tam karsit bir görüsle degerlendirerek "bassiz" ("acéphale") tanimini uygun buldugu bir başka parlak ustaya, Gauguin'e de elbet... Burada Lhote, diyalektik ve tanrıbilimsel inceligi kavramis bir sanatçi olarak görünür: Kendine özgü bakis kurallari vardir onun. Ancak yasam, etkili ve engindir, olaylarin akisi içinde zenginlik gösterir. O nedenle yasami, gerçekligi dogrulayici yönde degerlendirmek, her zaman olanakli degildir. Olaylari bir de tersinden göstermek, bundan dolayi da sasirtici olabilecegini hesaba katmak gerekir elbet. Düsünce yoluyla ulasilan genel görünüse uyum saglayici çabada bulunmayi da denemek gerekecektir: Izlenimciligin gerçeklik kavrayisi böyledir. Incelikli görünmeyi istedi veya istemedi, her ne ise, ama öyle bir an geldi ki, kendini Cézanne estetigine ulasmis buldu izlenimcilik; çünkü bu estetigi, içinde barindiriyordu. Prenslere yarasir, gösterisli, karsi konulmaz bir kisilige sahip olan Rubens, kaçinmis olsa bile, gelenekten bütünüyle esinlenmistir Lhote. Atilganligin ve yenilikçiligin tehlike sayildigi bir dönemde Rubens, görkemliligi bu anlamda siniriı tutmustu. Aslinda Rubens mucizesi dedigimiz sey de buradan kaynaklanir. Espas ve isik gibi, resim sanatinin o dönem için degismez kurallarina aykiri bir uygulama, düzene dönüsü gerektiriyordu. Böyle bir dönüs söz konusu oldugunda, bu dönüsün pek çok çözümü bulundugu unutulmamali: Dönüs kesindir ve lojik bir zorunluluktur. Böyle durumlarda, olaganüstü bir nitelik arayisi kaçinilmazdir. Dogrusunu söylemek gerekirse Barok, içerdigi espri nedeniyle, karsit bir egilim olarak, beklenmedik seylere, son derece ustalikli düzeltmelere, sapinçli biçimlere, alisilmamis olgulara açiktir. Sagduyuya saygilidir Barok, ya da daha titiz davranir bu konuda. Ama Barok'u tartismaktan kaçinmaz Lhote, onunla uslamlamaya yönelir, israrla yapar bunu, onun ustalikli teknigini bikmadan, alabildigine irdeler. Bununla beraber, Barok'a ilgi ve yakinligini gizlemez. Sonuç olarak, sanatta yaraticilik, düsmanini sevmektir. Kendisini yutana ulasmak, salt yanildigi noktayi belirten parlak buyurganla degil, zayif bir isikla gizlenmis olani aydınlatmak da hosa gidebilir. Kendisini anlasilir kilacak ve çalismaya özendirecek derecede kavrar onu. Zaten esprinin islevi, tami tamina kavramak degil midir? Öyleyse her seyi, yasami anlamak diyebilir miyiz buna? Espri tanimlar ve kurallar atar ortaya, ancak sanat yapiti yoluyla, bu kurallarin disinda kalan ve sonsuz olan yasamin gücüne de taniklik yapar. Dogayi belirleyen kurallar vardir elbet. Bu kurallara göre, doga kurallari ile sanatçinin yaratim dünyasi birbiri içine geçer. Swedenborg'u(*) okuyan ve büyük Rönesans hümanistleri üzerinde arastirma yapan Lhote, bu gerçegin farkindadir. Bu tür yasalari, kendi yapisina uyarlayan resim sanati açisindan göz önüne alir her seyi Lhote. Insan yeteneginden kaynaklanan yaratici ürünlerin ve sanatin içinde oldugu gibi, dogada da olumsalliklar, olanaklar, sürekli açilim ve degisimler bulundugunu bilir. Gelenekçi tutum Lhote'un takilip kaldigi gelenekçi tutumun özü de, bu noktada gizlidir zaten. Kimileri onun kati tutumuna bakarak, bunun, ondaki tekyanliliktan kaynaklandigi görüsündedir. Eger resim, onun tanimladigi gibi bir seyse, son sözünü söylemis sayilabilir. Kurala uymayan yeni stiller ise, dogurgan ve gizemli kaynaklariyla, ona bir yasam ve yenilenme dersi vermis olmalidir: Barok dönemin sanatçilari, romantikler, natüralistler, gerçekçiler, duyumcular, onun yansimali görüsüne göre, Lhote'u, dis dünyanin karanliklari içine çekmistir; resminde tanik oldugumuz motifler de, sanatina oradan karismis olmalidir. Onun görüsüne göre resim, bir rastlantilar ve kivrintilar yumagi degildir. O halde, yasami bir kenara koyalim simdilik. Tükenmez olanaklarla doludur yasam, birbiri arkasina olaganüstü yenilikler, oradan çikarilabilir. Onun içinde, alabildigine çoktur bu olanaklar. Yasabilimciler, bu olanaklara hep karsi durmuslardir. Yenilikler, bilim adaminin kafasindaki resim kavramina uymuyorsa ne yapalim... Bizim yapabilecegimiz hiçbir sey yoktur aslinda. Ruhsal ve görsel begenileri daha genis çapta kucaklayan basit ve gevsek bir anlatimla, böyle diyebiliriz ancak. O nedenle de, bilim adamlarinin anladigi anlamda tanimlanmis, benimsenmis olan bir resim kavrami, kavrayis deneyimlerinin bütünüdür. Suna kesin olarak inanalim ki, yasam, kendi içinde donup kalmis görünmesine karsin, oradan yeni seyler bulup çikaranlar olacaktir. Isterseniz, sonu gelmeyecek olan bu tartismaya biraz ara verelim. Zaten burada yapmak istedigimiz sey de, Lhote'un düsüncelerini tartismak degil, onu biraz daha açmaktir. O halde, onun önerdigi çözümden yola çikarak, kendi esprisinin yorumunu yapmaya çalisalim. Resim tarihinin tümel sonuçlarina göre bu sanat dalini tanimlarken, bu tümel tarihin yalnizca bir akimi üzerinde durmaktadir Lhote kuskusuz. Ne var ki espriye iliskin bir akimdır bu, espri deneyimini ve entelektüel islemi temel alan "cosa mentale" üzerine kuruludur. Böyle bir istenç, üzerinde durulmasini zorunlu kilan bir yetkinlik tasir. Söz konusu akim, ürünleri soyluluk ve yücelik degerleri içeren ve bu degerleri hep belli bir düzeyde tutmus olan yapitlari kapsamaktadir. Aralarinda Lhote'un da yer almasi gereken büyük ustalar, bu ailenin üyeleridir: Léonard, David, Ingres, Cézanne... Bütün bu büyük sanatçilar, genel olusumu kendi yönlerinden tamamlarlar. "Espri tutkusu" olarak adlandirabilecegimiz bir gelisimin içinde yer alirlar. Güçlü, inandiklari seyin pesinde kosan, uzlasmaz kisilikler olarak, binbir güçlükle bogusmuslardir bu sanatçilar. Tipki Lhote gibi, onlar da salt bilim adami ve sanat ustasi degillerdi. Ayni zamanda sanatçiydilar, sanat yapiti üretiyorlardi, yani ressam idiler, içlerinden birinin deyimiyle "réalisation"a varmanin savasini veriyorlardi: Kurallar ortaya koydular kendilerince. Yaratici güçleri, ellerini denetim altinda tutmaya engel oluyordu çogu zaman. Bu ise, onlari doyumsuzluga ve kuskuya götürüyordu. O nedenle de gerçeklestirdikleri her yapit, bir sorunu da her zaman beraberinde getiriyordu. Onlar, benzer akimlarin çekiciligine, karsi görüslere kapilmaksizin yaptilar görevlerini. Nesnenin basit, siradan görüntüsü disina tasarak, kavrayis güçleriyle istençlerini uyumlandirarak, degisken, çogul, sasirtici bir baska nesneye yöneldiler hep: Doga. Özel yakinliklar Bu ustalarin birkaçiyla, özel yakinliklar kurdu Lhote: Ingres ve Cézanne. Onlar gibi, Lhote da, bir güneyliydi her seyden önce. Yani günes isiginin oldugu bir yöreden geliyordu. Entelektüel isik disiplinlerinden yola çikarak, uyumun ve usun yaninda oldu bu nedenle. Ne var ki, ayni soydan gelenleri belirleyici bir ilk göstergeydi bu. Daha derine inilir ve Ingres'in, Monsieur Ingres'in sanati özel baglamda düsünülürse, çabanin kökeninde usa, yönteme ve dizgeye, espriye, saf kurama, yalin dogmatik kesinlige, ama törel düzenle ilgili esinlerin olagandisi görüntüsüne tanik olunur, bununla da bir yogunlasma asamasina varilir. Sanatta hiç de küçümsenecek bir olgu degil bu. Dogustan elde edilen bir yetenekle ilgilidir: Kendini o yetenege adamis olmak gerekir. Üst düzeydeki bu saptama, güzel seylere içten sevgi duyan, kendi disinda olana ve kötü buldugu seye tepki gösteren Montaubanli Ingres gibi bir sanatçida gözlemlenebilir ancak. Bordeauxlu Lhote'ta da, ayni titresimi, ayni coskulu imgelem gücünü, yorulmak bilmez ayni yetiyi bulabiliriz. Geçici görüntülerin üzerine çikabilen, inançsizlari kinayan, espasi siradan bir araç-gereç gibi kullanarak, resim ve heykellerinde isik-gölge etkileriyle bir çocuk gibi oynayan, isik, hava, atmosfer, dogal etkiler, ayrintilar, adina tablo dedigimiz bu "büyütülmüs taslaklar" üzerinde yoruma yönelik olarak, bu kisinin yaptigi bütün bu seyler, gene de siradan islemler olmanin ötesine geçmez. Epeyce oluyor, Ingres üzerine bir kitapta, desenden yana olanlarla renkçi çözümler arasindaki ayrimi sert biçimde ortaya seren William Blake'in "Déscriptive catalogue"undan birkaç söz aktarmistim: "Yasamin oldugu kadar, sanatin da parlak bir kurali var: Biçimleri çevreleyen çizgi, daha belirgin, net, kavranilir oldugu sürece yapit, daha yetkin bir düzey kazanacaktir. Bu belirginlik azaldiginda ise, resmin nesneyi yansitici özelligi de yetersiz kalacak, kendine özgü yani belirsizlesecek, sanat yapiti her tür özenin uzaginda bulunacaktir. Resimlerdeki bu niyet ve amaçlarin dogrulugunu, dürüstlük ayrimini, dogru olanla sahte olan arasindaki farki kim saptayacak? Corrège'den, Rembrandt'dan ya da hangisi olursa olsun, Venedik ve Flaman ressamlarini model alanlardan söz açmayin bana artik... Ingres ve Lhote, birbirinden çok farkli ifade biçimleri mi uygulamislardi? Blake, dinsel konulari yansitmakta ustaydi, bir gizemciydi, ileriyi görebilmekteydi. Bizim usçu geçinen güneyli ressamlarimiz arasinda, bu türden bir sanatçi gösteremezsiniz. Ancak Blake'de, belki de Ingiliz püritanizminden kaynaklanan bir seyler vardi, onun protestan yandasi olusundan ve "catharisme"inden de söz edilebilir. Her seyi kesinlik bazinda gören bir anlayisin karakterize ettigi dogruluktan ayrilmazlik, siddete karsi direnme egilimi-aykiri bir görüs olarak- öne sürülebilir. Burada devreye giren sey, düzenden ve dogruluktan yana olmanin savasini veren kalbin asiri tutkusudur. Güzellik kavramlari Lhote'un bagli oldugu bu akim, dönemin kati-kuralci görüslerinden, daha çok da David ve Ingres'in sanatindan kaynaklanir, Winckelmann'da kuramsal temelini bulur. Yeni-klasikçilige ve ön-romantizme yol açar, daha çok da "Beau ideal"in Platoncu düslemine baglanir. Ancak bir yandan da, yavas yavas yaratici özgürlügün öngördügü yenilikler karsisinda geriler. Antikiteden ve Raphael'den yararlanmayan modeldisi gelismelerin akisina birakir kendini, geçmis uygarliklarin göreliliginde ve gelecek yatirimlarin bilinmezliginde, baska güzellik kavramlarina yönelir. En kati ortamlarda, kuskuyu dile getiren bir kararsizlik da yok degildir burada. Gerçekte, iyi bir yol seçmişlerdi kendilerine bu ressamlar. Ana ilkeler baglaminda, saglam bir okul olma özelligini de hep korumuslardi. Daha çok da, ilkelerine sIkI sIkIya bagli yandaslarinin, bu arada elbet Lhote'un gözünde, bir tür dokunulmazlik tasimaktaydi bu okul: Espri tapinagi, degerleri paylasilan kutsal bir yer, ne derseniz deyin... Yüzyilin çok hareketli akisi içinde söz sahibi bir kisi olarak André Lhote, resim sanatini tanimlamaya çalisir. Resim sanatinin biçimleriyle çelişen, hatta bu biçimlerin tam karsiti olan kismî bir tanimdir bu belki de... Gene de kabul edilebilir olma özelligini hep korumustur. Türü ya da içerdigi kosullar ne olursa olsun, resim sanatinin temel sorunlarini açmaya yönelik bir tanimdir bu. Öyle ki, herkesin bilip kullandigi bir dille yorumlanmistir. Temel karakterleri benimsemekten yana görünmez. Bir seye benzemenin gerekliligine kosullanarak, kendi deyimiyle, resim sanatinin "anlasilamayacagini", bunun için bir ön hazirligin gerekli oldugunu savunur. Sanata bütüncül bir açidan bakilmalidir ona göre, espri verimliligi gerektirir. Resim sanatini kiskançlikla korumaktan yanadir. Duyarliligi yitirme ya da çok ciddi sinirlarda sanatini tüketme riski de söz konusudur burada. Sanatin seçkin sayginligini, özerkligini, ayrimini göstermek gereklidir. Çikis noktasinda yanlis yorumlanan bu inanç, bu evrensel inanç, bütün okullara ve kuramlara oldugu gibi, sistematik gelisime de uyulmasi gerektigi kanisini akla getirebilir: Resim dünyasi, doga ve yasam dünyasindan baska bir seydir oysa. Lhote'un türdesi olan, ama entelektüelci görüsü temsil etmeyen bir ressami alalim örnegin, romantik, gerçekçi ya da izlenimci bir ressamdan yola çikalim: Sanati, dogadan ve yasamdan kaynaklansin bu ressamin, duyumlari yoluyla dis gerçekligi yansitmaktan baska bir amaç gütmeyen, siradan bir sanatçi olsun bu ressam. Böyle biri, resim yapmaya koyuldugunda, yasama ve dogaya iliskin bütün bu seyler, resmin içindeki yerlerini alacaklardir. Siradan olan her seyin, resme yerli-yersiz konu yapildigi böyle bir eylemin yanlisligi, ne pahasina olursa olsun, Lhote'un deyimiyle "nesnenin tual üzerine oldugu gibi" geçirilmesinden kaynaklanir. Bir sanat düsünürü Dilerim, bütün bu söylediklerim, okuru, aralarinda en önemli ve egitici örneklerin de yer aldigi André Lhote'un yazilarina sokmayi kolaylastirir. Ve gene dilerim, bu yazilardan, resim sanatini uygulamayi ögrendigi yanilgisina kapilmaz okur. Saygin bir bütünlük olusturur Lhote'un yazilari. Zira André Lhote, bilinç isigi altinda, hem resim sanatinin ussal verilerini, hem de yaratim süreçlerinde ressamin yapitina iliskin sorunlari açimladigi bu yazilarini, sanatçi ve kuramci kariyerine dayanarak kaleme aldi. Bu kariyeri süresince, kübizm akiminin benzersiz temsilcilerinden biri oldu. Ayni zamanda da bu disiplinin bir ustasi düzeyine yükselmeyi bildi. Dünyanin her kösesinden kosup gelen çok sayidaki genç sanatçiyi, atölyesinde yetistirdi. Nihayet, kübizm kuramciliginin da ötesinde, gerçekte böyle bir özelligi olmasa bile, genel anlamda bir sanat kuramcisi, bir sanat düsünürü, dahasi bir sanat törelcisi olmayi basardi. Yapitini bütünsel bir noktaya ulastirmakla kalmayip, "komple" bir adam oldu böylece. Bu çifte aniklik, baska bir deyisle bu iki anikligi birlige kavusturma etkinligi, Lhote'un kisiliginde özgül anlamini bulan ve Fransizlarin yaratici gücüne uyumluluk gösteren bir özelliktir. Gençlik yillarindan baslayarak, hemsehrisi Jacques Rivière ve ortak dostlari Alain-Fornier ile, onda uyanmis olan bu bilinç, daha ilk yillarinda, psikoloji, ahlak, edebiyat gibi konulara yönelmelerinde ve bu alanlara iliskin yöntemsel arastirmalarinda olumlu katkilar sagladi. NRF'nin(**), Lhote'u geriye itmeye çalisan klikçi tavrina karsin, bu yöndeki çalismalari, ona ün kazandirmakta etkili oldu. O nedenle de, bütün yasami boyunca NRF'nin sanat elestirmeni ve güçlü yazarlarindan biri olarak kalmayi basardi. Daha çok da bu kisisel çalismalariyla, canli tartisma ortaminda ve fikirlerin harmanlandigi sicak gelismeler içindeki özençli tutumuyla, en ciddi kültür sorunlarinin odaginda yer aldi. Asil hayranlik uyandiran yönü ise, yazma stilinde kendini gösterir: Bütün dogal ve insansal yapisiyla bu yazi stili, düsüncelerin yücelme çizgisini geriletmez, yarginin soylulugunu ön planda tutar, her konuda güzellik ve büyüklük ilkesini temel alir, açik anlatimi ve atilgan ifadeyi öne çikarir. André Lhote'un yazilarini, salt birer kronik düzeyinde görmek yanlis olur: Her biri, kendi içinde kitaplasmis ciddi birer arastirmadir bu yazilar. Elinizdeki kitapta yer alan metinler, onun "Degismez plastik ilkeler" basligi altinda, Sorbonne'da verdigi konferanslar dizisinden, dul esi Bayan Simone Lhote'dan geriye kalan önemli yazilardir. Dahasi, bu yazilar onun görüslerini özetleyici bir yön tasimaktan da uzak degildir. Dolayisiyla, bu açidan, André Lhote'un düsüncelerini yogun ve açik biçimde yansitan tam bir bütünselligi de içerirler. |
(*) Emanuel Swedenborg (1688-1772). Isveçli dinbilimci ve kâhin. Tinsel
iletisim konusunda öne sürdügü görüsler, Ingiltere ve Birlesik Amerika'da yandas
bulmustur (ç.n.).
(**) Nouvelle Reue Française (ç.n.).
Cumhuriyet Kitap Dergi Eki, 11 Mayis 2000, Sayi: 534, Sayfa: 14-16