SAVASTAN SONRA HER PAZAR…
Mine Türkili
Pazar
günleri, malum. Kentin üzerindeki o canlilik, hareketlilik bir yere saklanir.
Ara ki bulasın, üstelik o kentin yabancisiysaniz, is daha da zorlasir. Pazar günleri
ne yapilir bu koca kentte, diye düsünür durursunuz. Klasik tatil kaprisi vardir
üzerimizde, kolay kolay yer de begenmeyiz. Üstelik bir de pazar rehaveti,
durgunlugu. Bazi kentler izin vermez bu durgunluga. Roma, Londra, Paris, Istanbul
gibi. Bir yerlerde yasatir canliligi ziyaretçilerine. Tipki Roma'da her pazar
kurulan Porta Portese pazari gibi.
Renkler
pazarda bedava...
Isin
kolayina kaçmamak bu, bastan teslim oluyoruz, o gürültüye, daginikliga ve
kargasaya. Tipki yasamin kendisi gibi, akisina göre gidiyor. Hiç aklinizda
yokken, bir esya karsiniza çikiyor ve sizin oluyor. Ya da bir türlü istediginiz,
ayaklariniza yorgunluktan kara sular inse de, karsiniza çikmiyor, razi olup
elinizdeki torbalarla terk ediyorsunuz pazari.
Pazar
kültürü, o ülkenin tüm renklerini, canliligini bir anda, tek bir mekânda
sunuverir bize. Görmek isterseniz, bir sokak gösterisidir pazar yerleri. Fark
etmez, dünyanin neresinde olursa olsun. Üstelik o kentin tüm renkleri pazarda
bedava.
Porta
Portese pazarina "Piramide" metro istasyonunda indikten sonra yaklasIk
15-20 dakika yürüyerek ulasiliyor.
Geçmise
dair uzun bir öyküsü yok Porta Portese'nin. Sordum sorusturdum, herkes ayni seyi
söyledi: "Ikinci Dünya Savasi'ndan sonra her pazar kuruluyor." Adini
Portese kapisindan aliyor, 1630 yilinda Papa Urbana VIII adina yaptirilan bir
kapıdan içeri girdiginiz anda, bambaska bir Roma manzarasi çikiyor karsiniza.
Aslinda biraz tanidik bir manzara bu, bir Sali Pazari ya da Cuma Pazari'ndan
pek farki yok.
Mallarinin
en kaliteli oldugunu iddia eden saticilar ve tezgâhlarin arasindan en iyisini
yakalamaya çalisan alicilar. Her sey darmadaginik ve rengârenk. Sanki tanidik
bir pazar sesi. Dil farkli olsa da, çagri ayni. "Gel vatandas sen de
gel."
Sadece
ses mi, kokusu bile ayni. Tamam iste, dekor tamam. Kestane, misir, fistik ve
yaninda limon var. Kestaneler taneyle satiliyor. Fistik seker ile kavruluyor.
Ne yazik ki, simitçi tezgâhi eksik.
Bu
renk, yiyecek cümbüsüne takilip, dosdogru gittiginiz anda, Porta Portese'nin
tüm özelligini kaçirirsiniz. "Bitti bitecek" derken o upuzun pazarin
sag tarafina kivrildiginiz anda, Italyan pazari farkliligini ortaya bir anda
koyuyor. Sanki ifadeler ve satici tipleri birdenbire degisiyor. Ilk göze
çarpan, "Resistenza" yani "Ikinci Dünya Savasi'ndaki Direnis
Hareketi Dönemi"nin izleri, partizan sapkalari, mataralar, botlar, pipolar
o dönemin bir simgesi olarak tezgâhlarda yerlerini almislar.
Sadece
satilan mallar degil, saticilar da adeta siniflara ayrilmis. Resistenza dönemi
saticilari, bir dönemi yasamanin yorgunlugunda müsteri bekliyordu. Ama bagirmadan.
Sorarsaniz söylüyor, almak isterseniz satiyor.
İki
adım ötede, eski esyalar satan bir mobilya magazasi, bir koltuga yayilmis, o,
tipik bir Romali, hani, iki adim atip, bir çesmede duraklayan, telasa ne gerek
var seklinde yasayan bir Romali, yine karsida bir tezgâh, bir Çingene kadin,
sattiklarindan o kadar emin ki, siz tezgâha saskin saskin baksaniz da, o, onlarin
hepsine bir fiyat biçmis bile. Neler mi var tezgâhta? Kirik bir uzaktan
kumanda, bir düdüklü tencere kapagi, eski bir araba fari, kolu kirik bir bebek.
Tüm iyi niyetimle baktigim bu esyalardan hiçbiri ne yazik ki isime yaramazdi.
Ne farlar arabama uydu, ne de kapak tencereme. Ama o kapkara gözleriyle bakan
Çingene çocugu görüntülemek istedim. Hemen anladi ve itiraz etti. Bir baska
Çingene tezgâhinda ise, bildik bir yöntem gelistirdim. Eski para niyetine satilan
birkaç metal parçasi satin alarak, deklansöre bastim.
Pazarda
Peru'dan, Nikaragua'dan tezgâhlari da görmek mümkün. Hani nerdeyse herkes, evde
ne var ne yok, kapip getirmis ve bu pazarda yerini almis. Insan pazara çikarken,
neye ihtiyacim var diye pek düsünmez aslinda. Porta Portese'de ise bu düsünce
hem keyifli, hem de masrafli. Bazi antikalarin fiyatlarindan yanina yaklasilmazken,
bir anda, hiç aklinizda yokken, 60'larin, 70'lerin modasindan bir hippi kiyafeti,
bir gerilla beresi, eski bir plak, hatta bir pikap alip evinize dönebilirsiniz.
Pisman
olursaniz, haksizlik etmis olursunuz bu tarihi pazara.
Gün
erken basliyor ve erken bitiyor Porta Portese'de. Tezgâhlar sabah 7'de
kurulmaya basliyor ve öglen saat birde herkes dönüse hazirlaniyor. Unutmayin,
hiçbir tezgâha bakmadan sadece yürümek iki saatinizi aliyor. Ama pazarlik
yapmadan, tezgâhlarda oyalanmadan, ihtiyacimiz olsun olmasin, torbamiza bir seyler
toplamadan, biraz da sokak sofrasinin tadina bakmadan pazarin keyfi nasil
çikar?
Nanni
Moretti turtasi...
Ögleden
sonra, pazar yorgunlugunu atmak için de, Trastevere üzerinde bir sürü seçenek
var. Kafeler ve barlar, Roma'da sakin bir pazar yasatmaya hazir. Bir öneri...
Ünlü Italyan yönetmen Nanni Moretti'nin çok sevdigi bir Sicilya turtasindan adini
alan "Nuovo Sacher" sinemasi da bu bölgede. Ve sinemada o turtadan
yemek mümkün. Porta Portese, yillardir, ziyaretçilerine eskinin gizemini,
yeninin karmasasini sunuyor. Dedim ya, kentin renkleri isildiyor.
"Bul
karayi al parayi" sokak hilelerinden, Direnis temsilcilerinden, günümüz
Italyan modasinin kazaklari, ayakkabilarından tezgâhlarda herkes için bir sey
sunuluyor. O eski metal parçasi paralara bakiyor, Çingenenin gözümün içine baka
baka bunlarin eski oldugunu iddia ettigini hatirliyorum. Hiç önemi yok, eski ya
da yeni, benim için onlar o Çingenenin gözlerinde kalan bir Porta Portese
anisi.
Cumhuriyet Pazar Dergi, 02 Nisan 2000 Sayi: 732 Sayfa: 18-19
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa