Giris
XIX. asrin ikinci yarisina gelindiginde, çogu 'edebiyatçi' kimligi ve formasyonu tasiyan Türk aydininin temel ugrasi alani gazetecilik ve mecmuaciliktir... Birbirini takip eden toprak kayiplari, siyasi ve askeri buhranlar, Bati düsüncesi ile aydinlarimizin yogunlasan temaslari, bir sosyal hareketliligi de beraberinde getirir. Degisik periyotlarda çesitlilik ve yayginlik gösteren gazetecilik faaliyetleri önce resmi daha sonra özel gayretlerle ortaya çikmis ve o dönem için önemli bir varlik ortaya koymustur. Nitekim, bu misyon sosyal degisimin ve arayisin bir tezahürü oldugu kadar o dönem Türk aydin-edebiyatçisinin yeni kimligine ve ona bagli niyetlerine de isaret etmektedir. Devletin içine sürüklendigi günü birlik politikaya dogrudan müdahale ya da katilma istegi, sosyal ve siyasi meselelere çözüm getirme arzusu ve kamuoyu yaratma zemini, gazeteciligin cazibesini arttiran etkenler olarak ortaya çikar. Bütün bu gelismeler ve degişmelerin kaynagini olusturan Batililasma anlayisi ve arayisi sürecinde, önce Sultan Abdülaziz ardindan Sultan V. Murad indirilir ve Sultan II. Abdülhamit tahta geçer. Bu tarihten itibaren Türk tarihinde oldugu kadar Türk fikir hayatinda da yeni bir dönem baslar.
Sultan II. Abdülhamit'in, içten ve distan birçok siyasi entrikanin devleti zorlamasi sonucunda istibdat yönetimine geçtigi bu dönem; ayni zamanda, kültür, sanat ve edebiyat bakimindan yogun faaliyetlere sahne olan bir dönemdir. Edebiyatçilar politik fikirleri bir yana birakarak ilim, sanat ve felsefe konulariyla ilgilenmeye baslarlar. Öyle ki, birçok yayin organinin basligi altinda ''Siyasetten maâda her seyden bahseder'' seklinde ibarelere rastlanir.
1896 tarihinde dönemin dergilerinden ''Servet-i Fünun'' etrafinda toplanarak önceden bilim ve fen muhtevali olan bu dergiye edebi bir karakter kazandiran ve ayni isimle birlikte ''Edebiyat-i Cedide'' olarak da anilan bu edebiyat hareketi, Türk edebiyatinda 1860'lardan sonra baslayan hatta Tanzimat öncesine dayanan gerek zihniyet ve gerek muhteva bakimindan Batililasmanin yogun oldugu bir dönemdir. Bu dönemi hazirlayan sosyo-kültürel sebepler de etkili olmus, zihniyet degisiminin yani sira ayni zamanda edebiyat sahasinda yeni duygu ve imajlarin Bati tarzinda gelismesi ve yerlesmesinde basarili bir devre olmustur.
Bu edebi toplulugun eserlerinde Batili resim ve musikinin büyük tesiri vardir. 1880'lerden sonra dergi ve mecmualarda görülmeye baslayan resim ve fotograf sayesinde, sanata akseden gerçek hakkinda canli bir fikir edinen bu dönemin sanatçisi ve okuyucusu hayat karsisinda pasif ve seyirci konumundadir. Dönemin idari yapisi geregi sosyal ve politik konular ele alınamadigi için 'sanat sanat içindir' ilkesi benimsenmis, pozitivist ve realist dünya görüsünün tesiriyle dini duygularini da kaybedip bir bosluk duygusuna kapilan bu nesil sanata adeta 'din' gibi sarilmislardir.
Realist akimin hiz kazanmasi ve Tanzimat'tan önce ilmi sahada baslamis olan tercüme faaliyetinin bu dönemde daha çok siir, roman, tiyatro ve felsefe sahalarina da yayilmis olmasi bir çesit 'tercüme üslubu'nun meydana gelmesine sebep olmustur.
Batili duygu ve düsünceleri yeni terkipler ve söyleyislerle ifade eden bir anlayis, Türk edebiyatinin temalarini da degistirmis, batili eserleri taklit eden Servet-i Fünun nesli de, bu 'yeni bir üslûp' yaratma çabasinin en müfrit takipçisi olmuslardir... Ferdi planda kalan duygu, düsünce ve hisleri kendilerinden öncekilere göre daha sanatkârane fakat daha külfetli bir üslupla terennüm etmislerdir... Duygularin tasvir ve tahlili, realiteden uzaklasma, hayal kirikligi, hülyadan hoslanma, karamsarlik, siirde müzikalite arayisi ve Fransiz siirinden aktarilan nazim sekilleri, nesirde agir, süslü ifade ve terkipli cümleler bu devir edebiyatinin en önemli muhteva ve üslup özelligini olustururlar...
Servet-i Fünun neslini daha önceki nesillerden ayiran en önemli hususlardan biri; asiri Bati hayranligi ve taklitçiligi ile dini ve milli gelenekten de ayrilmis olmalaridir. Kendilerini yasadiklari can sIkIci hayata ve esya âlemine hapsedilmis gibi hisseden Servet-i Fünuncularda, ne Namik Kemal'in kahramanlik duygusu ne de Abdülhak Hamid'in varligin sirlarini arastiran metafizik endiseler vardir.
En genç temsilci
1896 tarihinde Servet-i Fünun Dergisi etrafinda toplanarak, Recaizade Mahmut Ekrem'in himayesi altinda kurulan; siir vadisinde Tevfik Fikret, Cenab Şehabeddin, nesir sahasinda Halit Ziya Usakligil, Mehmet Rauf, Hüseyin Yalçin gibi zirve sahsiyetlerin yer aldigi Servet-i Fünun edebi toplulugunun en genç temsilcisi Celal Sahir Erozan'dir.
1883-1935 yillari arasinda yasayan Celal Sahir Erozan, 'Kadin Sairi', 'Sair-i Nisa', 'Ask Sairi', 'Feminist Sair' gibi sifatlarla anila gelen ilginç bir isimdir. Servet'i Fünun, Fecr-i Ati, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminin ilk devresinde pek çok edebi, sosyal ve kültürel harekete katilan ve devamli bir arayis içinde olan Celal Sahir'i, belli bir döneme oturtmak oldukça güçtür. Türk siir tarihinin, sosyal ve siyasi hadiselere paralel olarak sürdürdügü yenilesme ve arayis dönemini sahsinda temsil etme özelligini gösteren Celal Sahir Erozan, hep yenilige ve degisime kosan genç bir ruh tasir.
1901'de Servet-i Fünun Mecmuasi'nin kapanmasi, ayni adla anilan bu edebi toplulugun da dagilmasina sebep olmus, gelisen tarihi, siyasi ve sosyal hadiselere bagli olarak Istanbul disinda, edebi, fikri faaliyete tasra temsilciligi görevini Izmir ve Selanik üstlenmistir... Bundan sonra Türk aydinini mesgul eden en önemli mesele 'Türk Dili'nin islahi ve istiklalidir. Esasinda, dil konusu ve meseleleri o dönemde bütün Türklük âleminin ortak meselesi durumundadir. Nitekim, konu ile ilgili tartismalara Dogu Türklügünden de katilanlar olmus, dil ile ilgili meseleler çesitli zeminlerde ele alinir, konusulur ve tartisilir hale gelmistir.
XX. asrin baslarinda Imparatorluk bünyesinde bütün unsurlar tarafindan asgari müsterek haline gelen II. Abdülhamit aleyhtarligi ve akabindeki II. Mesrutiyet'le beraber matbuatta bu sefer kaba bir mizah furyasi baslamis, sun'i hürriyetin sarhoslugu içinde meydani sloganlar, içi bos nutuklar ve asiriliklar doldurmustur...
Bütün bu siyasi hadiselerin ortasinda gerçek ömrünü tamamlayamadan sona erdirilen Servet-i Fünun hareketi degisik bir isimle yeniden kendisini gösterir. Sahneye çikan isim, bu sefer Fecr-i Ati'dir. Fecr-i Ati, Servet-i Fünun'un devami ve Milli Edebiyat'a geçiste bir ara devre ve köprü olmasi bakimindan önemi haizdir.
Celal Sahir Erozan'in da aralarinda bulundugu ve kurucularindan oldugu Fecr-i Aticiler, baskalik ve yenilik iddialari tasiyan bir beyanname ile ortaya çikarlar. Edebiyatin özü olan 'bayagi propaganda vasitasi haline düsmemek' konusunda ortak bir görüse sahiptirler. Toplulugun üyeleri 'güzellik' fikrinde israrli ve kararli bir tavir ortaya koymus, zaman içinde aktif siyasi hayat ve baska yönde hareketler içinde yer almis olmalarina ragmen II. Mesrutiyet'in getirdigi hürriyet sarhoslugu içinde, politik bir havaya giren edebiyati bir süre için bile olsa çirkin propagandaya düsmekten korumuslardir.
II. Mesrutiyet dönemi, siyasi hayatimizin oldugu kadar sosyal ve kültürel hayatimizin da birçok degisikliklere ve yeniliklere sahne oldugu bir devredir. Basin-yayin hayatinin zenginlik ve çesitlilik gösterdigi bu dönemde sayilari yüzleri bulan gazete, dergi, mecmua ve risale gibi nesriyat meydani doldurmustur.
Önce tamamen ilmi ve kültürel bir faaliyet olarak baslayan 'Türkçülük' hareketi, Balkan Harbi yenilgisinden sonra ayni zamanda siyasi bir cereyan haline gelir. Türkçülügün teskilatlanma devresi ise 1908 yilinda Türk Dernegi'nin kurulmasiyla baslamis, dile yönelik çalismalar yapan bu dernek kendi adina bir de dergi çikarmis, 1913'te ise dagilmistir.
1911 yilinda Türk Yurdu kurulmus ve kendi adiyla, çesitli fasilalarla günümüzde de devam eden bir dergi çikarmistir. Halka Dogru (1913) ve Türk Sözü (1914), Türk Yurdu'nun diger yayin organlari olup, genis bir teskilatlanma ile yurt sathina yayilan Türk Ocaklari (1912) ve Türk Bilgi Dernegi (1913) ile birlikte milli hareketin ve edebiyatin genis bir aydin tabakasi tarafinda kabul görmesini saglamislardir.
1911'de Selanik'te yayimlanan Genç Kalemler dergisi 'Yeni Lisan' hareketini baslatmis ve bu suurun büyümesini hizlandirmistir...
Bütün bu faaliyetler içerisinde, mihver sahsiyet olarak beliren Ziya Gökalp'in etrafinda toplanan birçok sair ve yazarin yer aldigi faaliyet kadrosu içinde Celal Sahir de vardir. Sultanahmet'teki evinde periyodik olarak gerçeklestirilen toplantilara ev sahipligi yaptigi ve Ziya Gökalp'in 'Türkçülügün Esaslari' adli sistematik eserini bu toplantilarda temellendirdigi bile söylenmektedir.
Tarihi seyir içinde, edebiyatin yani sira dönemin siyasi ve sosyal hadiselerine paralel olarak siyasi hüviyet tasiyan kültürel faaliyetlerde de bulunan Celal Sahir'i, 1908'de ilan edilen II. Mesrutiyet'ten sonra 'Türkçülük' hareketi, 'Yeni Lisan' ve 'Milli Edebiyat' akimlari içinde görüyoruz. Türkçenin sadelesme tarihinde önemli bir yer tutan Yeni Lisan Hareketi, Genç Kalemler ile baslayip gelismis, edebi olmaktan çok fikri ve sosyal bir faaliyet olarak Meşrutiyet yillarina yeni bir perspektif kazandirmistir. Baslangiçta ilmi bir karakter arzeden 'Türkçülük', Balkan Harbi yenilgisi ve Imparatorlugun yok olusa sürüklenen çöküsü sürecinde, reçete olarak bel baglanan bir siyasi tez ve formül olarak ragbet kazanarak yeni Türk Cumhuriyeti'ni temellendiren önemli unsurlardan biri olmustur...
Böylece, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati döneminde; ferdi duygular, ortak duyus tarzi ve temalara yönelen, Servet-i Fünun'un en genç üyesi, Fecr-i Ati'nin ise kuruculari arasıida yer alan Celal Sahir Erozan, belirtildigi gibi 'Yeni Lisan' ve 'Dilde Sadelesme' hareketleri içinde yer almis ve çesitli tartismalara katilmistir. Türk Ocagi'nin kurulusundan sonra artik siyasi bir mahiyete bürünen Türkçülük akiminin en atesli taraftarlarindan biri olmus, dernek ve yayincilik çalismalarinda faal olmustur. Celal Sahir Erozan, Milli Mücadele'yi ve Mustafa Kemal'i destekleyenler arasinda oldukça hararetli ve samimi bir portre çizmis, Atatürk'ün yakin çevresinde bulunmustur. 'Harf Inkilabi Komisyonu' üyelerinden biri olan Celal Sahir, Türk Dil Kurumu'nun kurucularindan olup, birinci ve ikinci Türk Dil Kurultaylarinda önemli görevler üstlenmis, Terim ve Istilah Kolu Baskanligi yapmistir.
Celal Sahir Erozan'in dilin sadelesmesi ile ilgili düsünceleri
Sosyal, siyasi ve tarihi bir panorama esliginde edebi ve fikri portresini sunmaya çalistigimiz Celal Sahir Erozan'in, 1911 yilinda Selanik'te Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem'in bir araya gelerek çikardiklari Genç Kalemler dergisinde baslayan 'Yeni Lisan Hareketi'nden önceki süreçte dil tartismalari ortaminda ele alip, O'nun Servet-i Fünun Dergisi, Türk Dernegi'nin ayni adli dergisi ve Hak Gazetesi Edebi ilavesinde yer alan yazilarindan hareketle bu konudaki görüsleri üzerinde duracagiz.
'Dilde Türkçülük' temeline dayali millilesme ve sadelesme hareketleri daha önce ilmi çalismalarda ön plana çikan bir konu olmustur. 1908'den sonra ise özellikle ''Lisanin Sadelesmesi ve Tasfiyesi'' hususundaki tartismalara ve gazete sütunlarindaki edebi ve fikri yazismalara, Servet-i Fünun, Sirat-i Müstakim dergileri ile milliyetçilik esasina dayali ilk tesekkül olan Türk Dernegi ve ayni adli yayin organi mahfil olusturur. Cemal Sahir de neslinin bazi isimleri ile birlikte, 1909 baslarından itibaren yogunlasan tartismalara paralel olarak Servet-i Fünun'da yayimlanan bazı edebi musahabelerde edebiyat, siir, lisan, lisanın sadelesmesi ve tasfiyesi gibi konularda düsüncelerini ortaya koymustur. Servet-i Fünun Mecmuasi'nda ''Lisanimiz'' basligi altinda yayimlanan üç ayri makalesinde dil meselesini etrafli bir sekilde ele almis ve irdelemistir. Bu konunun 'müebbed mesele'lerden biri olarak süre geldigine isaret ederek, dil tartismalarinda Edebiyat-i Cedide'den beri iki görüs oldugunu belirtir. Bunlardan birincisi;
''Lisanin en kiymetdar süsleri adeta ecza-yi hüsn-i cazibesi olan Arabi ve Farisi kelimeler ve terkiplerden asla istigna edilemeyecegi'' ifadesi ile ortaya koydugu 'tasfiyecilik'e karsi olan görüs, digeri ise; buna karsilik fikir hayatimiz için gerekli olmayan, dilin ifade kabiliyeti için ihtiyaç duyulmayan kisimlarin ve özellikle 'terkip'lerin atilmasi düsüncesidir.
'Lisanin hürriyeti' ve 'tekamül'
Konuyu, 'lisanin hürriyeti' ve 'tekamül' yönünden ele alan Celal Sahir, bu makale serisinde, dilin sadelesmesi meselesinde degisik fikirlerle tartismaya katilan; Halil Rüsdi Bey, Kazanli Ayas Bey, Süleyman Nazif, Ali Nusrat Bey, Hüseyin Cahit Bey, Cenab Sehabeddin gibi isimlerin görüslerine dair cevabi düsüncelerini dile getirir.
''...Fikrim, hiçbir zaman lisanimizi sefil ve üryan yapmak degildir'' diyen Celal Sahir, tekâmül etmis dillerin birbirlerinden kelime alabildiklerini, dilimizde fikri ihtiyaçlarimizi karsilayacak kadar kelime bulunmadigini ve bunun bir eksiklik oldugunu ifade eder ve her milletin dilinin, onu konusan fertlerin medeniyet ve fikir seviyesi ile dogru orantili oldugunu belirtir... Servet-i Fünun nesli olmasina ve sanat görüsü bakimindan 'sanat sanat içindir' ilkesinin temsilcisi olmasina ragmen Celal Sahir'in bu dönemde dilde sadelesme taraftari olmasi, aruza karsi hece veznini öne çikarmasi dikkat çekicidir.
Ilk makalede üzerinde durdugu konulardan biri Mehmet Emin'in Türkçe Siirler ve Abdülhak Hamid'den örnekledigi Nesteren'in hece ile yazildigini özellikle Türkçe Siirler'de lisanin daha berrak oldugunu vurgulamasidir. Dilin, birkaç kisinin arzusu ile su veya bu sekile sokulamayacagi üzerinde duran Celal Sahir, Osmanliligin, milletin degil hanedanin adi oldugunu, dilimizi öbür lehçelerden ayirmak için 'Osmanli Türkçesi' demenin dogru olacagini belirtir. Dilimizin 'mürekkep' bir lisan oldugu iddialarina da karsi çikarak dillerin basit veya mürekkep gibi bir tasnifle ayrilmadigini söyler ve Arapça ve Farsçadan alinan kelime ve kelime gruplarinin dilimizin mahiyetini degistirmeyecegini ilave eder... O'na göre, 'Müterakki lisanlar'in hepsi yabanci dillerden kelime almislardir ancak onlar aldiklari kelimelere 'tamamiyle' tasarruf etmislerdir, biz ise dini ve sosyal tesirler altinda aldigimiz kelimelere kendimizi 'tâbi' kilmisizdir... Bu durum dilimizin ögrenimini de zorlastirmaktadir. Öncelikli gayemiz, bu kelimeleri kendi malimiz yapmak, onlari istedigimiz gibi tasarruf ve istimal etmek olmalidir. Zaten bu milli suur meselesidir ve bizde milli izzet-i nefis uyandikça bu da gerçeklesecektir.
Celal Sahir, ''Lisanimiz'' baslikli ikinci makalesinde çesitli tartismalara cevaben dilimizin zaman içinde zaten sadelestigini, Türkçe kelimelerin kullanisinin gittikçe arttigini belirtir ve asil bundan sonra çok dikkatli olmamiz gerektigine isaret eder, ''Bundan sonra lisanimiza girecek yeni bir kelime ancak kat'i bir ihtiyaç üzerine girebilmelidir...'' diyerek 'anlasilmamak' meselesinin yalnız dile bagli olmadigini belirtir...
''Yabanci kelimelerin çoklugundan ve bu yüzden hasil olan anlasmazlik ile fikirce ve manaca yüce fikirleri kavrayamayacak seviyeye yükselemeyisten anlamamak ayri ayri seylerdir'' diyerek, anlasilir olmayanin ifade mi yoksa fikir mi oldugu konusuna dikkat çekerek bu ayirimi okuyucunun kültür seviyesinin belirleyebilecegine isaret eder. Insanın anadilini dogru, güzel ve yerinde kullanmasi da kültür seviyesi ile ilgilidir: ''Zaten her lisanin kelimati onu tekellüm eden insanlarin seviye-i medeniyye ve fikriyyesiyle mebsuten mütenasip olmak zaruridir...'' derken bu hususu vurgulamaktadir.
Edebi dilin sadelesmesi konusunda, edebiyatçilarin yeni kelime ve ifade sekillerine ihtiyaç duydugunu belirten Celal Sahir'in kendisi gibi dilde sadelesme taraftari olanlarin yanlis anlasildiklarini da sezdiren: ''Lisanimizda istiklal arayanlarin onun ne Arapça, ne Acemce, ne Fransizca, ne de Çagatayca olmasini arzu etmedikleri süphesizdir... Lisanimizin kendine has bir tavri elbette vardir...'' diyerek Genç Kalemler'den daha önce ayni tezleri savunduklari halde pek anlasilamadiklari serzenisinde bulunur.
Celal Sahir, ''Lisanimiz'' baslikli üçüncü makalede de, benzer izah ve teklifler üzerinde durarak lisan meselesinin bizim için hayati bir mesele oldugunu ve Edebiyat-i Cedide döneminde 'dil' meselelerinin iki yönde önem tasidigini ifade ederek, ''lisanin en kiymetdar süsleri hatta ecza-yi hüsn ü cazibesi'' olduklari için asla vazgeçilemeyecek derecede önem arzeden Arapça-Farsça kelime ve tamlamalardan vazgeçilemeyecegi düsüncesi, digeri ise bunlarin gerek duyulanlarin birakilip, kalan kisimlarin atilmasi yani 'bir tasfiye-i lisan' yapilmasi görüsü oldugunu belirtir. Celal Sahir'e göre dilde sadelesme anlayisi içinde tam bir tasfiye yoluna gitmek hatalidir:
''Birtakim kelimeler var ki, biz onlara fil-hakika her vech ile merbut ve muhtaciz. Çünkü onlar gittikçe yükselen seviye-i medeniyye ve fikriyemize göre yeni yeni bazi seyleri ifadeye yaramistir...''
Dilde sadelesmenin yaninda oldugunu vurgulayan Celal Sahir, bunun da bir egitim ve kültür meselesi oldugu üzerinde durur. Dilin terâkkisini buna baglayarak, ''Gazetelerin en birinci vazifesi, yazacaklari seylerin hepsinin mümkün oldugu kadar çok kimse tarafindan okunup anlasilmasini temin etmektir. Iste lisanin sadelestirilmesi bu nokta-i nazardan elzemdir...'' derken, ''lisanin sadeligini yalniz gazete makalelerinde lazim'' addettiginin anlasilmamasi gerektigini, ''bilakis ilim ve fen lisaninin da tamamen sadelesmesi iktizâ'' ettigini de ilave eder.
Tartisilan konulardan biri de imla meselesidir. Celal Sahir, ''Imlanin islahi önce harflerin islahina baglidir. Bu islah harflerin ayri ayri yazilmalarini teminle olur'' diyerek konu ile ilgili tartismalarda da etkili olur...
Celal Sahir'in, II. Mesrutiyet'in ilanindan sonra yeni fikirleri yansitan edebi eserler bulunmadigindan bahseden ''Kaht-i Edebi''/Edebiyat Yoksullugu'' adli makalesinde de ayni konuya deginilerek, edebi eserlerin, dil bakimindan halk seviyesine indirilmesinin veya halkin o seviyeye yükseltilmesinin uygulama kabiliyeti olmayan bir görüs oldugunu, yapilmasi gerekenin yerli yersiz Arapça, Farsça terkipler kullanilmamasi ve Türkçe karsiliklari bulunan yabanci kelimelerin ayiklanmasi olduguna isaret edilir... Sadelesme konusunda ilim ve fen dillerinin tamamen, edebi dilin ise 'tedricen' sadelesmesi gerektigini ifade eden Celal Sahir'in bu üç makalede yer alan görüsleri özetle su sekilde siralanabilir:
1) Lisani sadelestirmek elzemdir.
2) Imla meselesini halletmek lazimdir.
3) Imlanin islahi, önce harflerin (hurûfun) islahina baglidir. Bunun için harfleri ayri yazmak gereklidir.
4) Bu konuda memleketin sair ve yazarlari seferber olmali, Maarif Nezareti öncelikle bu meseleleri halletmeye çalismalidir.
''Biz kendi terkiplerimizden memnunuz ve lisani sadelestirmek istiyoruz. Baskalarini taklit etmek arzumuzun haricindedir...'' diyen Celal Sahir'in, 1911 yilinda Selanik'te Genç Kalemler mecmuasinin baslattigi, ''Yeni Lisan'' hareketini bastan beri kaçinilmaz gördügünü Türk Dernegi Dergisi'nin 1909'da çikmaya baslayan ve ilk sayisinda yer alan beyannamenin 9. maddesinde ifadesini buldugu açiklamada da görüyoruz:
''Osmanli lisaninin Arabi ve Farisi lisanlarindan ettigi istifade gayr-i münker bulundugundan ve Osmanli Türkçesini bu muhterem lisanlardan tecrit etmek hiçbir Osmanli'nin hayalinden bile geçmeyeceginden, Türk Dernegi, Arabi ve Farisi kelimelerini bütün Osmanlilar tarafindan kemâl-i sühûletle anlasilacak vechile sayi olmuslarindan intihab edecek ve binaenaleyh mezkûr dernegin yazacagi eserlerde kullanacagi lisan en sade Osmanli Türkçesi olacaktir.''
Dernegin periyodik toplantilarinda bu ilke çerçevesinde dil ile ilgili konular görüsülmekte, çesitli tartismalar yapilmakta ve giderek bir çatisma ortami yaratilmaktadir. Celal Sahirde, 5 Agustos 1326/1910 tarihinde gerçeklestirilen bir dernek toplantisinda sunlari dile getirmistir:
''Dernegimizin geçen haftaki toplantisinda Türkçe yazi dilinin sadelesmesi için bazi sözler söylemis ve nizamnamesindeki islerin en büyüklerinden biri de bu olan dernegimizin buna ermek ve herkese Türkçemizin süs diye üzerine kondurulan yabanci ve igreti seylerden kurtulunca daha sevimli olacagini göstermek için bu yolda yazilmis örnekler meydana çikarmasini ve hele bütün resmi yazilarin böyle yazilmasini teklif etmistim. Bazi arkadaslarim birdenbire dili degistiriyorum sandilar... Halbuki bu ilmen imkânsiz bir seydir. Dillerin degismesinin nelere tabi oldugunu bilirim. Biz bugün Türklerin pek çogu tarafindan kullanilan konusma dili ile yazi dili arasindaki büyük ayriligi azaltarak ikisini birbirine yaklastirmaya, böylelikle edebiyatimizin, her türlü yazilarimizin yalniz birkaç bin kisinin halledebilecegi bir bilmece olmasindan kurtulmasina ugrasacagiz. Benim istedigim yalniz budur.''
Dernek üyelerinin kendi aralarinda bile anlasamamis oldugunu gösteren bu durum kisa bir süre sonra soylu ve dogru bir amaca yönelik bir dernek faaliyetinin, ortamin müsait olmamasi yüzünden dagilmasina sebep olmustur. Yeniden yapilandırma hatta kurma çalismalari sonuç vermemis, ancak dil konusunda sürüp gelen tartismalar baska zeminlerde sürdürülmüstür. Degisik edebiyat ve dil anlayisina sahip kalemlerin bazen saldiriya kaçan tartismalarina, Celal Sahir ''Müebbed Mes'ele Etrafinda'' baslikli yazisiyla katilir. Genç edebiyatçilarin yakin zamana dek dünkülere batirmaktan zevk aldiklari ignelerini sinirleriyle bileyip birbirlerine saldirdiklarini, bu ignelerin zehirli uçlarinda kibir, alay, küçümseme, aşagilama bulundugunu, hepsinin kendilerini hakli gördügünü kaydettikten sonra ''Müebbed mesele'' dedigi dil sorununa geçerek; düsünceleriyle degil ama üsluplariyla edebiyatta bir geri dönüs hareketi yapan ve dikkat çekmek isteyen birkaç kisi bir yana birakilirsa herkesin dilde sadelesme isteginde bulundugunu belirterek sunlari söyler:
''Müebbed Mes'ele Etrafinda''
''Fakat gariptir ki, niyetleriyle ve yazilariyla bu gayeye teveccüh eden ekseriyet ayri ayri yollar takip ediyor, birbirini tanimiyor, anlamiyor ve itham ediyor. Bunun misallerini uzaklarda aramaya hacet yok, pek yakindan bahsedelim; 'Türk Dernegi' edüp lisana aid düsüncelere baslayinca evvela gençleri sade lisana ragbet etmedikleri için muahaze ediyordu. Ayni gençler bir taraftan sade Türkçeye mu'teriz olmakla beraber diger taraftan süphesiz üsluplarinda dünkü edebiyata nispetle pek fark olunacak surette fazla bir sadelik, kalemlerinde Türkçe kelimelere, terkiplerden, manaya bogan alayislerden azade cümlelere mahabbet asikâr oluyordu. Daha garibi 'Genç Kalemler' intisara baslayup, lisani fazla yüklerden kurtarmak içün kat'i kanunlar vaz'etmek cesaretini gösterirken bundan baska bir maksadi olmayan 'Türk Dernegi' mütesebbislerini lisani Çagatayca yapmak istemekle itham ediyordu. Ve tesadüfün ne tuhaf bir istihzasidir ki, hikâyelerinde sadelige pek yaklasarak kalemini herkese sevdiren Yakup Kadri Bey, bu bahse dair yazilan seylerin en mudhiki olmak serefini ebediyyen muhafaza etmesini temenni ettigim yeni lisana pek yakin bir üslupla yazilmis son 'Netayic' isimli makalesindeki '... biz Osmanliyiz ve bu Osmanli lisanidır. Istiyorlar ki biz Çagatay olalim ve Çagatayca söyleyelim. Hayir, bu kabil olmayacaktir' cümlesiyle yeni lisan mütesebbislerine ayni isnatta bulunuyor. Makalelerin birinde, evvelce yeni lisan mütesebbislerinin Çagatayca taraftarligiyla itham ettigi ve kendisinin tasfiyeciler kelkib eyledigi kimseleri hareketlerinde yeni lisancilardan daha makul gören Köprülüzade Mehmet Fuad Bey, bu bahse dair Servet-i Fünun'da nesrolunan son makalesinde 'lisanimiz mecra-yi tabiisini takiben daima sadelige dogru ilerlerken ona simdiden müfrit bir sekil vermek, iyi veya fena her ne olursa olsun alti yüz senelik bir mahsul-i içtimaiye birkaç kisinin keyf ü hayaline göre tebdil-i mahiyyet ettirmek bence mahz-i hayaldir. Istikbalin lisan-i -Çagatayca, Türkmence kelimelerden âri oldugu kadar bilüzumu faide elfâz-i ecnebiyyeden muarra olacaktir- diye biraz da zevkime muvafik surette gelecekten haberler verdikten sonra 'lisanimizin parlak bir istikbale namzed olduguna ve o tekamül-i taiiye hiçbir seyin ihlal edemeyecegine mu'tekidim. Yeni lisan cereyani sadelige dogru mütemadiyyen ilerleyen lisanimizin bu husustaki hatvelerini biraz tesri'den baska hiçbir netice husule getiremeyecek zannediyorum ve iste bu nokta-i nazardan, bu yeni cereyanin vücuda gelmis olmasini muariz, fakat samimi bir nazar-i takdir ile temasa etmekteyim...' diye hiçbir zaman süphe etmedigim bir hakikati, lisanin -velev ki, tedrici surette sadelesmesi taraftari oldugunu ilan ediyor.
Bütün bunlardan anliyoruz ki, herkes lisanin sadelesmesi arzusundadir. Ve her nokta-i nazardan terâkkimizin anahtari budur.''
·
Dr. Nesrin T. Karaca, Celal Sahir Erozan, Hayati-Dönemi,
Eserleri, MEB Yayinlari, Biyografi Dizisi, Istanbul 1993
* Bilge Ercilasun, Ikinci Mesrutiyet Devrinde Tenkit - 1. Türkçü Tenkit, Türk
Kültürünü Arastirma Enstitüsü Yayinlari, Ankara 1995
* Agâh Sirri Levent, Türk Dilinde Gelisme ve Sadelesme Evreleri, Türk Dil Kurumu
Yayinlari, III. Baski, Ankara 1972
* Celal Sahir Erozan, ''Lisanimiz I'', Servet-i Fünun, C:37, S:951, s.227-230
* ''Lisanimiz II'', Servet-i Fünun, C:37, S:952, s.243-246
* ''Lisanimiz III'', Servet-i Fünun, C:37, S:953, s.258-262
* ''Müebbeb Mesele Etrafinda'', Hak Gazetesi Edebi Ilavesi, 26 Nisan 1328/1912
* ''Kaht-i Edebi'', Servet-i Fünun, C:37, S.927
* Yakup Kadri Karaosmanoglu, ''Netâyic'', Rübap, S.14, 19 Nisan 1328/1912
* Yusuf Ziya Öksüz, Türkçenin Sadelesme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan
Hareketi, TDK Yayinlari, Ankara 1995
Cumhuriyet Dergi Eki,
Sayi: 526, 16 Mart 2000, Sayfa: 14-15