HOSÇA
KAL ISTANBUL...
Berat Günçikan
-Köye
dönmek istiyorum...
Neden?
-Çünkü
metropol sartlari bize agir geliyor...
Metropol?
-Bataklik...
Açlik... Kimsesizlik.... Sevgisizlik... Ilgisizlik...
Nurten,
Mardin'e dönecek, Nusaybin'e.
Gözün
arkada kalmayacak mi?
-Kalmayacak...
Biri
"hadi" dese denkleri toplayacak Nurten, yola düsecek. Tipki Neriman,
Irfan, Cemil, Mendile ve digerleri gibi... Ekonomik ya da zorunlu göç edenlerle
dayanisma, onlarin konut, egitim, saglik, is ve sosyal sorunlarina yardimci
olmak amaciyla kurulan Göç-Der'e (Göç Edenler Sosyal Yardimlasma ve Kültür
Dernegi) başvuranlarin sayisi "digerleri"nin küçümsenmeyecek kadar
kalabalik oldugunu gösteriyor: Yirmi bin. Dernek Başkanı Mahmut Özgür, iki
yildir, degisik tarihlerde basvuru dilekçelerini TBMM Baskani'na sunduklarini
anlatiyor. Zorunlu göç edenlerin istegi TBMM bünyesinde kurulacak bir
komisyonun maddi-manevi zararlarini tespit etmesi, zorunlu göçe yol açan
yasalarda gerekli düzeltmelerin yapilmasi, OHAL ve koruculuk sisteminin
kaldirilmasi ve köylerine dönebilmeleri için hukuki, insani kosullarin
olusturulmasi...
Tarlabasi.
Yüzyillik binalar, kentin, ülkenin, hatta ülkelerin elinin tersiyle ittiklerini
agirliyor simdi. Sri Lankali'yla Mardinli komsu, Kenyali'yla Diyarbakirli. Bir
evin duvarinda söyle yaziyor: Allahim sen beni dostlarimdan koru, düsmanlarimla
ben savasirim... Belediye duvarlari çatlak evleri mühürlüyor, nedeni: depremde
yikilabilir... Esyalar içeride kaliyor, insanlar sokakta... Görevli arkasini
dönüyor, mühür sökülüyor çünkü evsiz kalmak, depreme yakalanmaktan daha belali
is... Sokaklarin iki yanindaki evler çamasir ipleriyle birbirine bagli.
Nurten'in evi de Neriman'in evine...
Neriman
Akyüz, Nurten'in alt kat komsusu. Otuz bes yasinda, alti çocuk annesi. Dört
yildir Istanbul'da, kocasi kahvede çalisiyor. Simdi Bakirköy Ruh ve Sinir
Hastaliklari Hastanesi'nde yatak bosalmasini bekliyor Neriman, çünkü sinirleri
yine bozuk. Doktor, "Aile içi problem" diyor, "Kente uyum
saglayamamis"... Bu kaçinci kriz, Nurten animsamiyor.
Senin
sinirlerin...
-Benim
de bozuk. Bazen bayiliyorum ama daha çok konusamiyorum, kalabaliktan rahatsiz
oluyorum.
Nurten
Ay, yirmi dokuzunda. Bes çocuk annesi. Gögüslerinden iki ay sonra dogacak
olanin sütü siziyor:
-Kaza
ya da cahillikten degil, isteyerek yaptim. Benim yasayamadiklarimi onlarin
yasamasini istiyorum.
Nurten'in
yasayamadiklari çocuklugunda sakli:
-Köyde
bütün bu Taksim kadar topragimiz vardi. Babam çaliskan bir adamdi, evlerimizi
de insa etmisti. Onu erken yitirdik. Ben tek çocuktum. Amcalarim kiz çocuguna
miras düsmez diye bütün mallarimiza el koydular. Devlete gittik (karakol),
onlar da amcalarima hak verdi. Annem Istanbul'a geldi çalismaya. Ben üç yil
akrabalarimin kapisinda kaldim. Sonra annem yanina aldi...
Istanbul'a
geldigi yil, daha on üçüne yeni basmisken annesinin akrabasi Hüseyin Ay'la
evlendiriliyor Nurten. Bir yil sonra Filiz doguyor, sonra Nesrin, Dilber,
Gülistan ve Mazlum. Filiz, ortaokul sonda, her karnesine bir de takdirname
eslik ediyor. Kitap okumayi seviyor -Sol Ayagim ve Sofi'nin Dünyasi- müzik
dinlemiyor -ille de dinleyecekçe tercihi Türk Sanat Müzigi-, televizyon
seyretmiyor...
-Ben
de köye dönmek istiyorum.
Neden?
-Oralar
daha güzel, orada yasamak ve orada okumak isterdim.
Istanbul'un
nerelerini biliyorsun?
-Okulla
ev arasinda baska bir yer bilmiyorum. Bir de geçen yil okulla birlikte Belgrad
Ormanlari'na gitmistim.
Sinemaya?
-Hiç
gitmedim.
Kizini
dinlerken gözlerinin atesi daha da parliyor Nurten'in. Onun okuma yazmasi da
yok. Çocuklarinin, en çok da kizlarinin okumasini istiyor. Nesrin'le Dilber'in
aralarindaki iki yas farka ragmen ayni kitaplari kullanabilmek için ayni
sinifta olmalari bu yüzden. Ilkokul besi bitiren Gülistan'i okutamamak,
ilkögretim sekiz yil oldu diye diploma verilmemesi canini yakiyor Nurten'in.
Ama okuldan, aidat adi altinda istenilen paralari ödeyebilecek gücü yok.
Sen
sinemaya gittin mi Nurten?
Nisanliyken
bir iki kez gitmistik.
Istanbul'un
hangi semtlerini biliyorsun?
-
Tarlabasi, Beyoglu, Kurtulus,Kasimpasa, Okmeydani.
Deniz
kiyisinda oturup Istanbul'u, denizi seyrettin mi hiç?
-
Yok. Sadece hastalik oldugunda hastane için karsiya geçeriz bazen. O zaman
görürüm denizi, sehrin öbür semtlerini.
Çikip
dolasmaz misin,çocuklarinla?
-
Yok. Çocuklar bir seyler ister, simit, meyve suyu, tost... Alamam, üzülürüm.
Nurten'in
evi iki oda bir salon... Bir kanepe, bir elektrikli soba, bir de televizyonun,
renklendirilmis aile fotograflarinin, birkaç cam esyanin gömüldügü büfe...
Yine
kiz olursa?
Ne
kadar kira ödüyorsunuz?
-
Ev kendimizin...
Tepebasi'na
gelin gelip üç ev degistiren Nurten annesinin destegine, kolundaki bilezikleri
ekleyip ev sahibi olmus. Annesi, Surp Agop Hastanesi'nin çamasirhanesinde
çalisiyor. Bir süre birlikte oturmuslar annesiyle ama damat-kaynana
geçinememis. Anne, kizkardesinin evine yerlesmis, simdi gündüzleri gelip
görüyor kizini. Bir de Nurten hastalandiginda...
-
Tek çocuk oldugum için annemin çalistigi hastanede muayene fisi veriyorlar,
ücretsiz. Ama tahliller, ilaçlar falan parali... Kadin hastaligina yakalandim,
orada ameliyat oldum.
Dogumlarini
nerede yaptin?
-
Taksim Ilk Yardim'da...
Nurten,
yedi aylik hamile, doktoru çocugu almakla almamak arasinda bocaliyor. Çünkü
bebek annesinin yasamindan çaliyor. Oysa Nurten hem dogurmak hem de yasamak
istiyor, ama doktoru neyi gerekli görüyorsa öyle davranacak...
Yine
kiz olursa?
-
Olsun. Ben bu konuda çok yiprandım, ama bunu çocuklarima yasatmadim. Ne
topluma, ne komsulara ne de kaynanama, kimseye bir söz söyletmedim, kiz
dogurdum diye. Türk komsularim sorarlar bana, siz Kürtler erkek çocuguna
düskünsünüzdür, senin oglun terlikle geziyor, kizlarin artist gibi giyiniyor
derler...
Esin?
-
Hüseyin. Terzidir.
Hüseyin,
her öglen, Kurtulus'taki isiyle ev arasindaki yirmi dakikayi yürüyerek asip
yemege geliyor. Filiz yemegi hazirliyor, çünkü simdi babasinin gelis
vaktidir...
Yorgun,
sessiz, sakin... Nurten'in isildayan gözlerinin yaninda Hüseyin'in kederli
bakisi daha da belirginlesiyor. Iki de konuklari var bugün... Biri Elazigli,
bekâr... Ismini söylemek istemiyor, bas harfleriyle yetinmeli: H. K. Digeri
Diyarbakirlı, Irfan Kiliç.
H.K.,
hâlâ evlenmemis olmasinin nedenini anlatiyor:
-
Diyalektik olarak, bu kosullarda evlenmeyi düsünmedim...
H.K.'yi
Istanbul'a atan, köylerinin bosaltilmis olmasi. Babasinin iskence gördügünü,
alti ay sonra da öldügünü anlatiyor, yedi kardesin baska baska sehirlere
dagildigini, bu kentte yalniz oldugunu, digerlerinin Malatya, Bingöl, Elazig'da
yasadigini, ev adreslerini, nerede çalistiklarini bilmedigini... Köye dönmek
istiyor H.K., bu sehirde yasamayi beceremiyor, üstelik insanlarin nasıl
geçindiklerini bir türlü anlayamiyor...
Irfan,
1968 dogumlu, alti çocuk babasi. Örnektepe'de bir elektrikçi dükkâni, biri
insaat halinde iki evi, bir de arabasi var. Bu kadar mal mülkü yedi yil içinde
edinmis. Esi, bir gün önce kalp krizi geçirmis... "Bu kentte yasamaya
alisamadi, bu yüzden hastalandi" diyor.
Ya
sen?
-
Hâlâ köyümdekilerin hasretiyle yasiyorum. Televizyonda bizim oralari göstermiyorlar
mi, basliyorum aglamaya...
Irfan
da köye dönmek istiyor...
Onca
mal mülk edinmişsin, ama...
-
Her sey para degil ki... Burada ahlak bozuluyor. On dört yasindaki oglum,
Yilmaz, geceleri eve gelmiyor, nereye gider, kimlerle birlikte olur,
bilmiyorum... Sadece çocuga yüklenmek de dogru degil, benim de ahlakim bozuldu,
meyhane nedir, öbür hayat nedir bilmezdim, burada ögrendim. Aile reisi bunlari
yaparsa çocuk ne yapmaz? Hem bu kentin insanlari paylasmayi bilmiyor...
Irfan
köye döndüklerinde karisinin iyilesecegine inaniyor. Gün boyu dört duvar
arasindaki karisi günese çikacak, birkaç insan yüzü görecek, konusacak,
gülecek...
Döndügünde
köyünü biraktigin gibi bulabilecek misin?
-
Biraktigim gibi bulmak istemiyorum ki... Halâ uykularim bölünüyor, rüyalarima
giriyor, pencerenin önünden birileri geçse, geldiler mi diyorum... Köyümde,
huzurlu bir hayat, bütün istedigim bu...
Bu
sehir bataklik
Hüseyin
düsünüyor, bir türlü bu sehre hangi yil geldigini çıkaramıyor. Elli iki dogumlu
olduguna, askerlikten önce geldigine göre yirmi bes yili geçmis olmali... Gelis
nedenini tek kelimeyle anlatiyor: Fakirlik. Çok is degistirmis Hüseyin, çok da
issiz kalmis... Hele de ilk yillar... Banklarda sabahladigi geceler lanet
okumus bu kente, hâlâ da okuyor:
-
Bu sehir batakliktir...
Hiç
sigortalanmamis Hüseyin. Simdiki isinde haftaligi otuz milyon lira.
"Burada hayat sartlari çok zor" diyor Hüseyin "Bu yüzden köye
gitmek istiyoruz..."
Köyde
ne yapacaksin?
-
Çiftçilik yapariz, terzilik yapariz, ama buradan daha iyi yasariz.
Hüseyin
Midyatli, onun köyünde geçimi saglayan hayvancilik. Nurten'in köyünde ise
toprak bereketli, pamuk, sebze, meyve ekip biçiyorlar...
Burada
su evinin içinde, ekmegi bakkaldan aliyorsun, köyde yasamak senin için daha
yorucu degil mi Nurten?
-
Içilmeyen bir su bu. Ekmegi de ekmek degil... Hem yorulsam ne olacak? Temiz
havayi istiyorum ben, yesil ve geniş alanlari... Burada Istanbullu insanlarin
yaşadigi gibi yasamiyorum ki... Fasulyeyi, pirinci bakkaldan borçla alirken
nasil yasarim? Kizim arkadaslarina uyup onlarla çay partilerine, kütüphaneye
gidebilir, gitmesini de isterim ama bu ortamda bu mümkün degil ki...
Kizlarinin
okumasini istiyorsan, köyde nereye kadar okutacaksın ki...
-
Tabii okumalarini ve güzel yasamalarini istiyorum, eski kizlar gibi evde koca
beklemelerini degil... Köyde ana okulu dahil, bütün okullarin, hastanenin
olmasini istiyorum...
Yeni
tasindiklari apartmanin kapisinda bir tarih var: 1890. Ama ne Cemil farkinda
bunun, ne de Mendile. Mardin'in merkeze bagli Yandere köyünden Istanbul'a
geleli dört yil olmus. Otuz ikisindeki Cemil seyyar saticilik, on besindeki
büyük oglanla, on bir yasindaki konfeksiyonda isçilik yapiyor. Çocuklarinin
ikisinin ayligi seksen milyon lira tutuyor, iki odali evin kirasi ise elli
milyon. Cemil koruculugu reddettikleri için köylerinden çikarildiklarini
söylüyor, sonra da köyden geriye bir sey kalmadigini... Bir ayagi sakat. Is ve
Isçi Bulma Kurumu'nun kapisindan çevrildigini de ekliyor sözlerine, nedeni
sakat ayagi değil, Mardinli olmasi...
Cemil'in
dili de köye dönmekten yana devriliyor ama "Tahminime göre umut yok"
diyor. Istanbul'da yasamaya dair de umudu yok. Bronsit olan küçük ogulun tedavi
masraflarini karsilamaya yesilkart da yetmiyor.
Mendile
sIkIldi mi, küçük oglunu alip parklara atiyor kendini. "Dört yildir bir
bardak temiz su içmedim" diye yakiniyor. Ama asil yüregini kemiren yalnizlik
ve dört duvar arasina sIkIsip kalmak... Köyde yoklugun üzeri çabuk kapatiliyor
ama burada öyle degil, çünkü hepsi ayni yoksullugun içinde...
Geriye
dönmek isteyenlere yardimci olacak bir organizasyon henüz yok. Hükümetin
öngördügü ve projenin ilk adimi olarak Kulp ve Çatak'ta yaptirdigi köy-kentler
bekleneni karsilamadi. Evlerin tarimi ve hayvanciligi göz ardi eden yapisi,
geçmiste deprem gibi nedenlerle insa edilen konutlarla ayni anlayisi paylasiyor:
Yasak savmak. Istanbul Anakent Belediyesi ise geriye göç konusunda isteyenlere
1580 sayili Belediye Yasasi uyarinca destek oluyor. Yasanin "Yersiz
yurtsuz olanlara is bulmak, bunlardan garip olup çalismayanlari memleketlerine
göndermek, kimsesiz kadin ve çocuklari korumayi" öngören 15. Maddesi'nin,
48. Fikrasi geregi 1996/99 yillari arasinda ikametgâh ve fakirlik belgesiyle basvuran
200 ailenin kamyon ücretlerinin yarisi belediye tarafindan karsilandi. Geçen yil
ise kamyon ve otobüs ücretlerinin tamami belediye tarafindan karsilanan yüz
aile kentlerine gönderildi. Belediye kayitlarina göre geri göç daha çok Adana,
Tokat, Sivas, Hatay, Diyarbakir, Giresun, Ankara ve Izmir'e dogru.
Onlar
dönüyor.
Denkler
bir kez daha hazirlaniyor. Degil mi ki bu sehir onlari istemedi, sira vedalasmakta:
Hosça
kal Istanbul...
Cumhuriyet Pazar Dergi, Sayi: 727, 27 Subat 2000, Sayfa:
1-10-11
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Anasayfa