Muhacirligin 77. yilinda
Ümit Otan
Dido Sotiriyu'nun Kirkicasi, Sabahattin Ali'nin Çirkincesi, bugünün Sirincesi... Bir yerlesim yerinin ismi bu kadar sIk degisir mi? Degisir, eger göçlere taniklik etmisse, eger topraginda baska dinler, baska diller yesermisse degisir... Iste bu yüzden1923 büyük mübadelesinin 77. yilinda bir kez daha bakmak istedik bu topraklara... Eger yöreyi iyi bilenlerden degilseniz hele bir de Efes Antik Kenti'nin büyüsüne kapildiysaniz Izmir'den geliste Selçuk'a girerken hemen sola kivrilan daracik yolu es geçebilirsiniz. Zaten yillarca önce Rumlar da es geçilsinler diye o daglarin en kuytu en görünmez yerine kurmuslar mekânlarini; kimseler ugramasin diye de adina Çirkince demisler...
Nereden bilebilirlerdi ki yörelerinden çikan ünlü bir yazarin yillar sonra kitabinda "Su yeryüzünde cennet diye bir sey varsa, bizim Kirkica o cennetin bir parçasi olsa gerek'' diye yazacagini... Dido Sotiriyu küçüklügünün geçtigi sokaklari gelip gezdikten sonra "Buralari düslüyordum. Düsledigim gibi yazmistim. Ama görüyorum ki, her sey ayni. Sirince'yi görünce yazdiklarimin gerçek oldugunu anladim" diyordu. Dido Sotiriyu gibi ünlü öykücümüz Sabahattin Ali de çocuklugunun sirin beldesinin adinin Çirkince'ye çikmasina bir türlü akil erdiremiyor. Sabahattin Ali, mahallenin Rum çocuklariyla nasil kosusturduklarini, çam kabugundan yaptiklari kayiklari meydandaki çesmelerin yalaklarinda nasil yüzdürdüklerini anlatirken "Bu kadar güzel bir yere nasil olup da Çirkince adini verdiklerine çocuklugumdan beri sasar dururdum'' diyordu...
O dar yola sapip alti kilometre gidiyorsunuz, sizi yesilliklerin arasina özene bezene yerlestirilmis beyaz badanali evler, güleç yüzlü insanlar karsiliyor. Orada simdilerde büyük çogunlukla Selanikliler yasiyor.
Meydandaki caminin hemen yanindaki ulu çinara sirtinizi dayayip çayinizi yudumlarken yörenin yaslilarindan ilk anilar geliyor:
"Su yasli çinari görüyor musun? Bizden önce buralarda yasayan bir Rum dikmis. Bir gün çinarin basinda dua edip aglayan bir turist gördük. Sonradan ögrendik ki Sirinceli bir Rumun ogluymus. Babasindan buradaki yasami dinleyerek büyümüs. Babasi ogluna bu çinari nasil diktigini anlatir dururmus. Sirinceli Rumun oglu her yil buraya gelip babasinin diktigi agacin önünde dua etmeyi âdet haline getirdi...''
Sarap ya da ceviz...
Camina asili tabelasiyla size sarabin yaninda muhabbet de vaat eden Sirince'nin ünlü meyhanesini geçip çarsiya girdiginizde Bodrum'un 35-40 yil öncesiyle bulusmus gibi oluyorsunuz. Yöre kadinlarinin el emekleri çarsi boyunca sergilenmis. Tezgâhlarin basindaki yasli kadinlar mahcup bir yüzle bizi çagirip, özenle islenmis masa ve sehpa örtülerini görmemizi istiyorlar. Onlari kirmak mümkün olmuyor. Size hiçbir konuda israr etmiyorlar, hiç kimse sizi kolunuzdan tutup bir yerlere çekistirmiyor. Tüm iliskiler mahcubiyet yüklü. Sirince turizme daha yeni yeni alisiyor. Keske böyle kalabilse, hiç kesfedilmese...
Daracik sokaklarda bakimli temiz badanali evler. Kapilarin önünde kadinlar "Dilerseniz evimizi gezebilirsiniz'' diye içeri buyur ediyorlar. Büyük kapilar bahçelere açiliyor. Önce bir bardak sarap ikram ediliyor. "Bu bizim ev sarabimiz'' diye övünüyorlar. Ardindan kekik, zeytinyagi, sarap ya da ceviz isteyip istemedigimizi soruyorlar.
Selanik'te alistiklari tütün, tahil tarimindan Sirince'de üzüme, incire, zeytine geçisleri pek kolay olmamis ilk göçmenlerin. Göçmenlerden çogu Sirince'yi terk edip Selçuk'a ovaya göç etmisler. Yillarca önce kapisi, çerçevesi, cami sökülüp baska yerlere tasinan evler simdilerde ates pahasi. Sirinceliler "Artik biz de turistik olduk'' diyorlar "Ama Bodrum, Marmaris, Kusadasi gibi de olmak istemiyoruz'' diye eklemeden de edemiyorlar. Sirince'nin iki büyük kilisesi harabe olmaktan son anda kurtarilmis. Yaslilar, çoçukluklarinda oyun alanlari olan kiliselerin güzelligini anlata anlata bitiremiyorlar; yabanci turistlerin ilk ugrak yeri olan kiliselerde baslatilan restorasyon çalismalarinin bir an önce bitirilmesini istiyorlar.
Muhacir kusagin çocuklari, torunlari, evleri, arazileri paylasmakta sIkInti çekiyor. Eskiden kiymeti olmayan yerler simdi gözde olunca mal bölüsümünde aile içi huzursuzluklar da artmis. Kimileri evlerini satip Izmir'e göç ediyor. Sirinceliler yörelerinin bir gün tümden "yabancilarin'' eline geçeceginden korkuyor. Pek de haksiz sayilmazlar. Bodrum'da Marmaris'te öyle olmadi mi? Oralarda da her sey böyle baslamadi mi?
Sirince'de yemyesil yamaca özenle siralanmis evler sanki bir ressamin yeni bitirdigi tablosu gibi. Bazi "uyaniklar'' hiç olmayacak yerlere yeni yapilar kondurma çabasinda. Evlerin büyük çogunlugu pansiyona ya da gözleme mekânlarina dönüstürülmüs. Sirince'ye gidip gözleme yemeden dönmek olur mu? Yeniden ulu çinarin bulundugu meydana döndügümüzde neredeyse "çakirkeyif'' olmak üzereyiz. Ikram edilen bir bardak sarabi geri çevirmek olmaz diye baslaniyor, ama her evde tekrarlaninca sonuç böyle oluyor. Çantalarimiz Sirinceli kadinlarin elisleri, daglardan yeni topladiklari kekikleri, sarap ve zeytinyagi siseleriyle epeyce agirlasmis...
Cumhuriyet Pazar Dergi, Sayi: 723, 30 Ocak 2000, Sayfa: 20