Racine, Bajazet ve biz
Zeki Arikan
Bes Ocak 1672 tarihinde ilk kez Paris'te Hotel Bourgogne'da temsil edilen Jean Racine'in Bajazet baslikli trajedisi Fransiz kamuoyunda büyük bir ilgiyle karsilandi. Oyunu bir ''tiyatro basyapiti'' olarak alkislayanlar oldu. Eser, XVIII. ve XIX. yüzyillarda da Fransa'da yüzlerce kez sahnelendi. 1949 ve 1961'de Paris'te yeniden sahneye konulan oyun, daha önceki yüzyillarda ulasilan basari çizgisini yakalayamadi. Bajazet iki kez dilimize çevrildi. Bu çevirilerden biri Ahmet Resit Rey (1934), digeri de Resat Nuri Darago (1946) tarafindan yapilmistir. Darago'nun 1946'da basilan çevirisi Hasan-Âli Yücel'in baslattigi Dünya Klasikleri dizisinde yayimlandi. Bugün ancak belirli kütüphanelerde bulunan bu çeviriyi Cumhuriyet'in, dilini günümüz Türkçesine uyarlayarak yeniden bastirmasi, alkislanmaya, övülmeye deger bir girisimdir.
Yücel'in baslattigi büyük çeviri hareketi, yalniz klasiklerin degil, ayni zamanda Türk kültürünü ve tarihini de ilgilendiren eserlerin de dilimize kazandirilmasini amaçliyordu. Çeviriler içinde bunun yiginla örnegini görmek olanaklidir. Biz burada, Racine'in Bajazet adli trajedisini biraz daha yakindan tanimak için bu konu üzerinde derli toplu bilgi vermek istiyoruz. Bunun, trajediyi ilk kez okuyanlara yararli olacagi kanisindayiz. Oyunun 1672 yilinda yazilmasi ve oynanmasi da anlamlidir. Çünkü Fransa ile Türkiye arasinda uzun süredir devam eden sisli hava dagilmaya baslamis, kapitülasyonlarin yenilenmesine yesil isik yakilmis ve Fransiz kamuoyu Dogu'dan gelen haberlere kulak kabartmaya baslamisti. Yani Dogu, ilgi odagi haline gelmeye basladigi bir sirada söz konusu trajedi kaleme alinmis ve oynanmistir.
Bes perdeden olusan bu trajedi konusunu Sultan IV. Murat (1623-1640) döneminde sarayda geçen gerçek bir olaydan almaktadir. Padisah, Safevilerin ele geçirdigi Bagdat'i geri almak için sefere çikmistir. Kusatma uzamakta, asker arasinda bikkinlik ve bezginlik basgöstermis bulunmaktadir. Bagdat'tan gelen Osman (Osmin) durumu, gözden düstügü için, Istanbul'da birakilan Ahmet'e anlatmakta, bu eski veziriazam da saraya bir darbe yaparak eski postunu elde etmeye çalismaktadir. Ahmet'in planinin özü sudur: Padisahin sefere çikarken genis yetkiler verdigi Roxan (Rüksan)'la Bayezit'in arasini bulacak, bunlarin birlesmelerini saglayacak, böylece Sehzade tahta çikacak, kendisi de yeniden sadarete gelecektir. Üstelik Osmanli hanedanindan Atalide (Adalet) ile evlenerek yerini daha da saglamlastiracaktir. Sarayin simsIkI kosullarini bozmak kolay olmadigindan Sehzade ile Roxan arasindaki iletisim Ahmet'in gözkoydugu Atalide araciligiyla yapilmaktadir. Oysa bu kizcagizla Bayezit arasinda giderek duygusal bir bag olusmaya baslamis bulunmaktadir.
Roxane nikah ister...
Roxane, Bayezit'ten, sultanlarin gözdelerinden esirgedikleri nikâhli bir evliligi istemektedir. Oysa sarayin kurallari, yillarin aliskanliklarini, kul sistemi, birikimi böyle bir evliligi olanaksiz kilmaktadir. Bu yüzdendir ki Bayezit, bu öneriyi bir türlü kabule yanasmaz. Sarayin yasalarini bozmak istemez. Oysa yasamasi ve saltanat sürmesi nikâhli bir evlilige baglidir. Nikâhli evlilik sorunu, trajedinin temel ögelerinden biri olarak karsimiza çikar. Roxan'in, kadin kimligi ve onuru ile bu konuda inanilmaz bir savasim sergiledigine tanik oluyoruz. Bu; cariye, kul, köle kavramlarinin egemen oldugu Osmanli sarayinda bunlarin tutsagi olmak istemeyen bir disinin inançli kararliliginin göstergesidir. Bayezit'le son görüsmesinden umudu kesilen Roxan, Sehzade ile Atalide'in evlenmesini saglayarak her ikisinden de öç almayi tasarlar. Oysa, tam bu sirada Bagdat'tan gelen Orhan (Orchan) adli korkunç bir cellat trajediye son noktayi koyar. Roxan hançerlenerek öldürülür. Adalet olup bitenlerden kendisini sorumlu tutarak intihar eder. Bayezit, kendisine saldiran dilsizlerle yigitçe çarpisarak ölür.
Trajedide kimi olaylarin birbirine karistirildigi, çogu kisilerin gerçege uymadigi ya da kendilerine farkli roller yüklendigi anlasilmaktadir. Bajazet, Sultan Murat'in kardesi Bayezit'tir. Racine'in veziriazam olarak anlattigi Ahmet (Acomat) tarihsel bir kisi degildir. Sadrazam Tabaniyassi Mehmet Pasa ordugâhta bulunuyordu. Istanbul'daki sadaret kaymakami ise Bayram Pasa idi. Racine'in Roxane olarak ele aldigi ve padisahin gözdesi olarak sundugu kadin tiplemesi Valide Kösem Sultan'i animsatmaktadir. O da bilindigi gibi IV. Murat'in annesidir. Orhan'in adi ise o zamanki Fransiz tarihlerinde Sehzade Süleyman'inkiyle karistirilmistir. Racine, bu kisiyi trajedinin önde gelen korkunç tiplerinden biri haline getirmistir. Roxane'n kölesi Zatime herhalde Fatma, Adalet'in kölesi Zaire de Zehra olmalidir. Sarayda o zaman Atalide (Adalet) adinda hanedana mensup bir genç kiz yoktur. Racine, IV. Murat'a oyunun hiçbir sahnesinde yer vermemis, fakat padisaha trajedinin bütün yazgisina hükmeden bir rol yüklemistir. Bu, eski Yunan trajedilerinde de böyle idi. Öte yandan IV. Murat'in idamlarini emrettigi kardesleri Bayezit ve Süleyman, Bagdat Seferi (1638-1639) sirasinda degil, Revan kalesinin fethinden sonra (1635) öldürülmüslerdir.
Kardes katli
Bir trajedinin, genis anlamda yazinsal bir metnin tarihsel olaylara tipatip uymasi beklenemez. Önemli olan, tarihsel bir olgudan yola çikan sanatçinin getirdigi yorum, degerlendirme ve bakis açisidir. Racine'in Bayezit trajedisinde Osmanli tarihinin yüzyillarca çözüme kavusturulamayan temel sorunlarindan birini, yani kardes katlini temel bir öge olarak ele alip degerlendirdigini görmekteyiz. Topkapi Sarayi'nin asilmasi, degismesi güç simsIkI kurallari neredeyse oyunun temelini, çatisini ve direklerini olusturmaktadir. Birinci perdenin birinci sahnesinde Ahmet'e söyletilen
"Sarayin simsIkI geleneklerinden korkardi."
sözleri bunu dile getirmektedir.
Iste bu simsIkI kurallar, Bayezit ve Roxane'in yasal bir yolla yani nikâhla evlenmelerine engel olmakta ve trajedinin basindan sonuna kadar nikâhli evlilik sorunsali karsimiza çikmaktadir. Saltanat gelenegi buna izin vermemektedir. Roxane'in ise kirmak istedigi bu saltanat gelenegidir. Askinin ve Bayezit'in tahta geçmesinin ödülü olarak nikâh üzerinde direnmektedir. Eger Bayezit bu nikâhi ondan esirgeyecek olur ve karsisina "menhus bir gelenegin" kaliplariyla çikacak olursa o zaman sehzadeyi mahvetmek için elinden gelen her seyi yapacaktir.
Aslinda Roxane, bu isteginin padisahlarin geleneklerine uygun olmadiginin bilincindedir. Onlar, nikâhla aski bir tutmamayi yasam biçimi haline getirmislerdir. O kadar güzel arasindan seçtikleri gözde de cariyeden baska bir sey degildir. Roxane, Sultan Murat'a "ihanet"e yeltenme gerekçesini de buna baglamaktadir. Çünkü Murat, Roxane'a kendi gücünü, yetkilerini vermis, kardesini yani Bayezit'i yasatip yasatmamak hakkini ona birakmis, kisacasi devleti teslim etmis fakat günün birinde kendisini nikâhina alacagina iliskin hiçbir söz vermemistir:
Murat devleti bile bana teslim etti
.....
Fakat bütün bu iyiliklerini bir nikâhla
Taçlandirmaya söz vermeyen de o Murat'tir.
Racine, böyle bir görenegin çikisini Ankara savasindan sonra Timur'un, Bayezit'in nikâhli karisini asagilamasina baglamakta ve ondan sonraki padisahlarin Osmanli'nin onurunu kurtarmak için sözde bu yola basvurduklarini ileri sürmektedir. Bunun kaynagi süphesiz Racine'in okudugu Du Verdier'nin Türklerin Kisa Tarihi baslikli eseridir. Roxane böyle bir aliskanligi dogal bulmakta ancak ne var ki askin böyle bir vehme yer vermedigini savunmaktadir. Cihana korku salan, Osmanli'nin gücünü doruga ulastiran Süleyman bütün bu kurallari asarak Hürrem Sultani nikâhina almisti. Oysa Hürrem, gerçek anlamda güzel degildi. Seytanligi güzelligini gölgeliyordu. Roxane, Hürrem örnegini vererek Bayezit'in de böyle bir yola gidebilecegini ona söylemektedir. Oysa Bayezit, haddini bilmektedir. Süleyman'la kendisinin karsilastirilmasina olanak bile yoktur. Çünkü Süleyman, Misir'i egemenligi altina almis, Osmanlilarin kirildigi Rodos, savunanlarin mezari olmustu. Tutsak Tuna'nin kiyilari, Acem ülkesi, yakici iklimlerinde yola getirilen Afrikalilar hep ona boyun egmislerdi. Oysa kendisi talihsiz, umutsuz, yasakli bir sehzadedir. Gönülleri kirmak degil kazanmak istemektedir. Oyun bu kararsizlik içinde sürüp gitmektedir.
Saltanatla evlilik arasinda bocalayan, neredeyse Hamlet kadar duraklayan Bayezit, kendi gücünün sinirlarini bilmekte, içine hapsedilmis oldugu çemberi kirmak istememektedir. Belki de o agabeyi Murat'a karsi "ihanet"e yeltenmek istememektedir. Sarayin zihniyetine, temel felsefesine bagli kalmakta, böylece yazgisina razi olmaktadir. Öte yandan Racine, tutkunun insani nerelere kadar götüreceginin de bilincindedir. Gözden düsen, ikbal pesinde kosan insanlar, bir darbeyle önlerine yeni ufuklarin açilacagini sanmaktadirlar. Ahmet bunun ilginç örneklerinden biridir. O bir tasla birkaç kus vurabilecegini hesaplamaktadir.
Aslinda Racine, Osmanli sarayinda geçen bir olaydan kaynaklanan bu trajedide, tutkulariyla, asklariyla umut ve umutsuzluklariyla insani, yani bizleri anlatmaktadir. Kendisini ve eserini ölümsüz kilan da budur. Bu baglamda Ahmet Hamdi Tanpinar'in Racine'in ''Bajazet'' trajedisi üzerinde 1948 yilinda yaptigi degerlendirme büyük bir anlam tasimaktadir. Tanpinar, bunu yaparken bugünün deyimiyle sanal bir yöntem izlemistir. Söyle ki Tanpinar, Bajazet'yi 1639 yilinda Istanbul'da dogdugunu varsaydigi, önemli devlet görevlerinde bulunmus, tamamen dogu kültürüyle yetismis, tiyatroyu, trajediyi bilmeyen, ancak oyunu izleyecek kadar Fransizca bildigini kabul ettigi dürüst, kibar (honnête homme) bir Osmanli efendisinin gözüyle degerlendirmektedir. Tanpinar, bu Osmanli aydininin trajediyi 1673 yilinda Beyoglu'nda Fransiz sefarethanesinde izlediginden yola çikmaktadir. Gerçekten Beyoglu'ndaki Fransiz sefarethanesinde o yillarda Moliere ve Racine'in oyunlari sergileniyor, bunlari daha çok yabanci diplomatlarla Beyoglu'nun yerli gayrimüslim halki izliyordu. Ancak, Bajazet trajedisi burada oynanmamistir. Daha perdenin ilk açilisinda çelebimiz, kutsal bildigi sarayin ve özellikle haremin izleyicilere açilmasina karsi çikacaktir. Ama bu isin olanaksizligini düsünerek teselli bulmaktadir. Bu Istanbul efendisi, trajedinin kurgusuyla tarihsel boyutunu zihninde canlandirmakta ve olayi kafasinda yerli yerine oturtmaktadir. Böylece olayin 1638'de degil, 1635 Revan Seferi sirasinda geçtigini düsünecektir. Ama oyunun bir kitaba bagli olmasini bir türlü kavrayamaz ve saray kadinlarinin oldukça soylu konusmalarina da akli yatmaz.
Oyunda harem agasinin, hadimlarin bulunmayisini da yadirgadigina süphe yoktur. Sultan Murat'in sefere çikarken devleti bir gözdeye teslim etmesini de kavrayamaz. Bu kibar ve dürüst insanin gözünde ''Racine''in trajedisi gerçekten örfümüze yabancidir. Ahmet, onun düsündügüne göre, kendisinin içinde yasadigi güvensizligin, korku ve kinin, hasetin yarattigi bir insandir. Bayezit'in tavirlarini, yazgisina boyun egmesini takdir eder. Roxane'i ejderha gibi bir kadin olarak niteler. ''Tanri insani onun serrinden korusun'' demekten baska elinden bir sey gelmez. O, seytanin ta kendisidir. Onun evlenme konusundaki bu denli direnmelerine akli ermez. ''Evlenseler, herkes gibi yasasalar ne bu kadar çocuklar ölür, ne de bu cinayetler islenir. Onlar da rahat eder, biz de ederiz'' der. Ama bunun gerçeklesemeyeceginin bilincindedir. Gerçeklerimizin bilincindedir. Çünkü çelebimiz, nizam-i âlemin degismeyecegine inanir.
''Fasit bir daire'' içinde bocalayip durdugumuzun bilincindedir. Tek kurtulus yolu vardir o da Tanri'ya siginmak...
Isin ilginç yani bu kibar Osmanli efendisinin oyunun sonuna dogru Racine'e hak vermeye baslamasidir. Öyle ki O, Racine'in bizi tanidigi kanisina varacaktir. Ama oyunun kötü bitmesi, onu üzüntüye bogacaktir. Tanrinin kullarina bu kadar acikli seyler gösterip herkesi aglamakli yapmak dogru mu? diye kendi kendine soracaktir. Ve ona kalirsa bu ''barbarisme''in ta kendisidir. Bütün bunlara karsin bizim kibar ve dürüst insanimiz gerçegi teslim edecektir.
''Fakat buna ragmen Racine Çelebi asktan anliyor ve kadin kalbini biliyor. Hakka ki güzel tiyatro tertip etmis. Usta adam ve bizi de taniyor. Derin hakikatlarimizda taniyor. Dogrusu çok sey ögrendim. Süphesiz disimizdan baktigi için böyle taniyor.'' (1)
Iste XVII. yüzyildaki bir Osmanli aydini Racine'in Bajazet adli trajedisini böyle degerlendirecek ve sonunda Racine Çelebi'ye hak verecektir. Acaba, XX. yüzyilin sonunda bu oyunu izleyecek olan bir aydinimiz trajediyi nasil algilayacak ve nasil degerlendirecektir?
A.H.Tanpinar, Edebiyat Üzerine Makaleler, Istanbul, 1977, 493-498
Cumhuriyet Pazar Dergi, Sayi: 721, 16 Ocak 2000, Sayfa: 8-9