20 SINIF IHTIYAT OLAYI
Rifat N. Bali
Türkiye'deki azinliklarin ortak hafizalarinda en az Varlik Vergisi kadar yer etmis olan, ancak buna karsilik fazla tahlili edilmemis bir diger olay daha vardir. Bu olay Ikinci Dünya Savasi'nin en kritik zamaninda, Almanlarin Türkiye sinirina yaklastiklari bir dönemde, Türk SilahliKuvvetleri'nin, askerlik hizmetlerini bitirmis ve ihtiyata ayrilmis yirmi sinif vatandasi bir kere daha silah altina almasiydi. Bu olayin özelligi silah altina alinan bu yirmi sinif ihtiyatlarin sadece gayrimüslim vatandaslardan olusmasiydi.
Yirmi sinif gayrimüslimlerin silah altina çagrildiklari tarih kesin olarak belli degildir, ancak üç degisik kaynagin verdigi tarihlere bakilirsa bunun 1 ila 15 Mayis 1941 tarihleri arasinda oldugu kesindir. Silah altina alinma karari son derece titiz bir sekilde tasarlandi. Böyle bir kararin uygulanmasinin öncesinde kararin hiçbir sekilde ilgili mercilerin disinda bilinmemesine özen gösterildi. SIkIyönetim altinda olan Türkiye'de, uygulama sokaklarda yürüyen erkeklerin nüfus cüzdanlarinin kontrol edilmeleri ve gayrimüslim olduklari tespit edilenlerin hemen o anda silah altina alinmalari seklinde gerçeklesti. Polis denetiminden kaçabilmis olan gayrimüslimler inatla takip edildiler ve arandilar. O anda silah altina alınmis olan erkeklere aileleriyle temas kurup durumu bildirme izni verilmedi. Haber verilmesinin çok gerekli oldugu hallerde silah altina alinan kisiler refakatçi e?liginde ailelerine gidebildiler. Kolu, bacagi kesik veya kör olanlar hariç hiçbir kisiye çürük veya sakat raporu verilmedi. Bu uygulamalara istisnasiz tüm hastanelerde rastlandi.
Kör, topal bakilmaksizin
Yirmi sinif ihtiyatlarin silah altina alindiklari tarihte muvazzaf askerlik yapmakta olan Yervant Gobelyan ise ihtiyatlarin askere alinmalari sirasinda kisilerin saglik durumlarinin hiç dikkate alinmadigini, örnegin bu ihtiyatlar arasinda tanimis oldugu Rum asilli Nikola oglu Teohari'nin kör, Arslan Yorgo'nun ise zihinsel özürlü oldugunu hatirladigini nakletti. Yervant Gobelyan polislerin sokaklarda yollari kesip, insanlari çevirip nüfus cüzdanlarina baktiklari ve gayrimüslim olup hicri 1312 ilâ 1332 yili dogumlu herkesi aninda silah altina aldiklarini aktardi. Bu nedenle de halk arasinda bu sekilde askere alinan ihtiyatlarin "kordon mali" diye çagrildiklarini hatirladi. Silah altina alinanlara evlerine gidip yakinlarina haber verme ve elbise almaya izin dahi verilmemisti. Bu durumdan haberdar olan aileler askere alinan ihtiyatlarin bulunduklari yere gelip iç çamasiri paketlerini onlara parmakliklarin arasindan uzatabilmislerdi.
Vitali Hakko anilarinda ihtiyata ayrilmis azinlik vatandaslarinin aniden silah altina alinmis olmalarinin ruh halini su satirlarla yansitti: "Polisler, magazamiza geldiler, "Vitali sen misin?" dediler.
Ben, "Evet" deyince de koluma girip, "Hadi askere" dediler. Onlara bosu bosuna, askerden yeni döndügümü, bu iste bir yanlislik oldugunu anlatmaya çalistim.
Yanilan benmisim. Hiçbir yanlislik yokmus. Üçüncü askerligim için, bu kez Selimiye Kislasi'na gönderiliyorduk.
Çogul konusuyorduk, çünkü askere çagrilmamistik, askerden yeni dönmüs olmamiza ragmen birçogumuz evlerimize haber veremeden, birer suçlu, birer kaçak gibi isyerinden alinip askere sevk edilmistik. Yas-bas gözetmeden birkaç sinif birden askere alinmisti, ama bu kez farkli bir durum vardi: Aramizda hiçbir Müslüman Türk yoktu. Dogrusu, bu da hepimizin kafasında bir yigin soru olusturuyordu:
"Niçin yeniden, daha terhisten bir hafta sonra bu üçüncü askerlik?"
"Niçin bir anda apar topar toplandik ve ailelerimize dahi haber veremedik?"
"Niçin nereye götürüldügümüzü söylemiyorlar?"
Bu sorularin hiçbirinin cevabi yoktu. Her cevapsiz soru gibi, bu da bizleri endiselendiriyordu. Özellikle aralarinda Müslüman Türk vatandaslarimizin olmayisi bu endiseyi artiriyordu.
" Benzeri bir endiseyi Yahudi asilli kadin yazar Beki L. Bahar da anilarinda yansitti: "Bu askere alinma isi üstüne agizdan agiza yayilan söylentiler korkutuyordu... Almanlar Türk hudutlarindan içeri girseydi kamplara ilkin onların sevkedilecekleri gibi...
"Yirmi sinifla birlikte silah altina alinmis bulunan Yahudi asilli 1897 dogumlu Yasar Paker o günün sartlarini su sekilde aktardi: "1941 senesinde yirmi sinif askere alindi; onlarin arasinda ben de vardim. Orada büyük bir Ermeni müzisyenine rastladim; Yetvart Margosyan. Onun rahati yerindeydi, birkaç kisi sürekli müzik çaliyorlardi. Oysa bizler, sabahtan aksama tas kiriyorduk." Yasar Paker kamptaki yasam sartlarini da söyle anlatti: "Ben Denizli'nin Çivril kazasindaydim. Ilk önce tüm gayrimüslimler Afyon'a yollanmisti. Orada bir heyet tarafindan dagitima tabi tutulduk. Çivril'e vardigimizda les gibi kokuyorduk. Oradaki çamurlu kuyu suyuyla yikaniyor, o suyu içiyorduk. Karavana da o suyla pisiyordu. Tifüs salgini basladi. Bes yüz kisiydik, ben sansima, salgina yakalanmayan yirmi kisi arasindaydim. Çadirda on dört kisiydik, on ikisi hastaydi. Çarsaf getirttim, kendime tek kisilik çadir kurdum".
45 yasina kadar olanlar...
O yillari yasamis olan 1903 yili dogumlu Israel Geron anilarini su sekilde dile getirdi: "Ikinci Dünya Savasi'nda bütün azinliklari topladilar. 45 yasina kadar olan bütün erkekleri askere aldilar ve Anadolu'ya gönderdiler. Ben önce Konya'ya gönderildim. Tas kirdik, yol yaptik. O zamanlar yaklasik 39-40 yasindaydim. Türkiye savasa girmedi. Haberleri radyodan dinler, siramiz ne zaman gelecek diye beklerdik. Hitler'in Yahudileri öldürdügünü bilmedik, detayli bilgi almak mümkün olmazdi."
Heybeliadali Rum A. P. de 19 Mayis 1941 günü silah altina alinan yirmi sinif ihtiyat arasinda yer aldi. A. P. diger tüm ihtiyatlar ile birlikte Heybeliada'dan Büyükada'daki askerlik subesine götürüldü. Buradaki islemler bittikten sonra saat 20.00 civarinda vapura binip Istanbul'a gönderildi ve asker sevkiyatinin yapildigi Sirkeci'deki alana götürüldü. A. P. sevk merkezinden tayin oldugu birlige gönderilene kadar üç gün üç gece boyunca geçici olarak konaklama merkezi haline getirilmis bulunan Sultanahmet Camii içinde çok zor kosullar altinda bekletildi. Yeterli sayida yatak olmadigi için A. P., caminin bir sütununun altina siginarak üstündeki elbiselerle uyumaya çalisti. Ihtiyat askerleri üçüncü gün saat 14.00'te caminin iç avlusunda toplandilar. Sirtlarinda çantalari ve paltolarini giymis bir halde saat 18.00'e kadar beklediler. Askerler saat 18.00'de onlari beklemekte, aglamakta ve dua etmekte olan annelerinin, eslerinin, kizkardeslerinin arasindan geçerek Sultanahmet Camii'nden Sarayburnu'nda bulunan asker sevkiyat alanina kadar yürüdüler. Burada ekmek ve 250 gr. zeytinden ibaret kumanyalarini alip vapurla Tuzla'ya sevk edildiler. Tuzla'daki ilk gecelemeden sonra A. P. ve diger ihtiyatlar hayvan tasimaya yarayan 18 m2 hacimli yük vagonlarina kirk kisi binerek ve nereye gittiklerini bilmeden ertesi günün gecesi saat 21.00'de tekrar yola koyuldular. Tüm Heybeliadalilar bir arada olabilmek için ayni vagona bindiler. Ihtiyatlar bütün gece yolculuk yapip Inönü, Bilecik gibi yerlerde ihtiyaç ve yemek molalari verdikten sonra sabah saat 07.00'de Afyon'a vardilar. Burada ihtiyatlar bölük, takim ve mangalara ayrildilar. Bütün Heybeliadali Rumlar bir manga olusturdular, manga onbasisi olarak da Makri Manolaki görevlendirildi. Burada bir süre kalindıktan sonra 21 Haziran 1941 cumartesi günü Kütahya'nin Tavsanli ilçesine sevk edildiler. Yolculuk yine 18 m2'lik yük vagonlarinda yapildi, ancak bu kere kirk yerine kirk iki kisi bir arada yolculuk yaptilar. A. P. anilarinda Tavsanli halkinin Afyon halkina göre çok daha misafirperver ve cana yakin oldugunu belirtti.
Vitali Hakko anilarinda ihtiyat olarak askere tekrar alindigi ilk günü su sekilde tasvir etti: "Ilk duragimiz Selimiye Kislasi'ydi. Bizleri avluda topladilar. Bir ana-baba günüydü. Buradan Haydarpasa'ya götürüldük. Oradan da vagonlara doldurulduk. Benim sansima Kandira'daki bir birlik çikti. Neyseki enistem Rafael de benimle birlikteydi. Askerlikte sevk, o siralarda sinif usulü olurdu. Alti sinifi birlikte askere almislardi. Bizi marsandiz vagonlarina "yüklemislerdi". Tüm ihtiyaçlarimizi bu vagonda gideriyorduk. Aramizda ak saçli altmis yasinda Rumlar, Ermeniler, Museviler vardi. Bunlar bu siniftan olmadiklari halde yalnizca gayrimüslim olduklari için askere alinmislardi. Bu insanlar kaderlerine agliyorlardi."
Silah altina alinan gayrimüslimler bes bin kisilik kamplarda ikamet ettirildiler. Bu kadar çok sayida gayrimüslimin bu kamplarda tutulmalari Istanbul'daki azinlik çevrelerinde büyük endiselere yol açti. Silah altina alinan gayrimüslimler sivrisinek, sitma, bataklik, rutubet, çamur, asiri sicak, su darligi gibi kötü çevre kosullarina sahip ve altyapisi mevcut olmayan kamplara gönderildiler. Kamplardaki bu tür kötü sihhi kosullardan dolayi meydana gelen yüksek orandaki ölüm haberlerinin Istanbul'a ulasmasi ile Istanbul'daki azinlik çevrelerinin endiseleri daha da artti. Anadolu'nun çesitli kamplarinda toplanmis olan gayrimüslimlere tüm kamplarda benzeri sekilde davranilmis olmasi bu konudaki emrin belirli bir merkezden geldigi kuskusunu yaratti. Kazma ve kürekler, insaat islerinde çalistirilan askerlere çalisma sahasina varildiginda dagitilip, aksamlari kislaya dönüldügünde toplattirildi.
Silah verilmeksizin
O yillarla ilgili bir diger ani kirintisinda da Yahudi asilli Izak Meyohas, babasi Yakup Meyohas'in ihtiyat olarak tekrar silah altina alindiginda yol insaatlarinda çalismak üzere Yozgat'a ve Kandira'ya gönderildigini ve babasiyla birlikte silah altina alinan tüm azinlik ihtiyatlarina silah verilmedigini aktardi. Evelyn Lyle Kalças, anilarinda Rum asilli esi Homer Kalçaoglu'nun 1941 yilinda bir kere daha silah altina alindigini, silah altina alinanlarin tümünün gayrimüslim oldugunu, bu insanlarin Çivril, Karadeniz sahilindeki iller gibi uzak yerlere gönderildiklerini yazdi. Homer Kalçaoglu Karamürsel'e gönderildi. Kendisinin gülle atma sampiyonu oldugu ögrenilince en büyük taslari kirmakla görevlendirildi. Ayni birlikte olup, meslekleri ayakkabi imalatçiligi olan gayri müslimler ise daha küçük taslari kirmakla görevlendirildiler.
Ihtiyat olarak silah altina alinan gayrimüslimlerin bir bölümü Ankara'da eski bir bataklik olan bugünkü Gençlik Parki'nin bulundugu sahaya yerlestiler ve bu sahanin agaçlandirilmasinda çalistirildilar.
O yillarin ihtiyat askerlerinden Jak Krespi ve Jak Biçaçi yillar sonra yari saka, yari ciddi "Gençlik Parki bizim eserimiz, kupkuru bir toprakti" diyeceklerdi. O yillarda muvazzaf olarak askerlik yapmakta olan Alber Berkman'a göre hicri 1312 ila 1320 yillari arasinda dogup Türkiye'nin Avrupa kitasinda yani Trakya'da ve Istanbul'da yerlesik olan gayrimüslimler 1941 yilinin Mayis ayinda silah altina alindilar. Bunlar ayni yilin Aralik ayinda terhis edildiler. Hicri 1320 yilindan sonra dogmus olan ihtiyatlar ise daha uzun süre silah altinda kaldilar. Anadolu'da yerlesik olan gayrimüslimler ise yaklasik on sinif olarak 1941 yilinin Mayis ayinda degil, daha ileri bir tarihte silah altina alindilar. Silah altina çagrilan ihtiyatlar 25 ila 45 yas arasindakilerdi. Halk arasinda yeni dogan çocuklarin nüfus idarelerine geç kaydedilmeleri olagan oldugu için gerçekte 20 ila 60 yas arasindaki ihtiyatlar silah altina alindilar. Bu sekilde silah altina alinan azinliklar degisik bölgelerdeki birliklerde kalmalarina ragmen maruz kaldiklari davranislar hep ayniydi. Istanbullu Rumlardan Z.'ye göre Albay Ali Fuat Cebesoy ve Binbasi Seref Zorlu Nafia Vekaleti'ne bagli olarak askere alinmis olan ihtiyatlardan sorumlu oldular.
Yirmi sinif azinlik ihtiyatin askere alinmasi azinliklarin popüler kültürüne de yansidi. Yahudi vatandaslar bu olay nedeniyle bestelenmis olan ve Türkçe çevirisi söyle olan bir Ispanyolca sarkiyi kendi aralarinda terennüm ettiler:
"Yeni havadisi duyar duymaz hepimiz hasta olduk/ Subede yeni ilani tahtaya asili bulduk. /Otuz dokuzluklari çagiriyorlar/Yas, kuru demeden herkesi sürüklüyorlar./ Bütün gün kizgin günesin altindaydik./ O yabancilar gibi yasardik./ Yeniden bizlere kazma kürek dagittilar/Hepimizi koyun gibi ikiser ikiser saydilar.(...)"
Ayni dönemde yirmi sinifla tekrar askere alinan 1322 (1904) dogumlu Yaakov Mizrahi de bu olayla ilgili anilarini söyle anlatti: "Zor yillar, evet gerçekten onlar çok zor yillardi. Hani "Vente Klasas" (20 sinif) dedikleri yillar. Elbette, tabii ki ben de o dönemden payimi aldim. Önce Afyonkarahisar'a gittim. Sonra kur'am Çivril'e düstü. Çivril'de sitma oldum, sorma gitsin. Kendimden geçtim, beni arabaya attilar, revir gibi kullanilan bir otele götürdüler. Benim gibi daha birçok arkadasim sitmaya yakalandi. Dört, bes kisi orada öldü. Çivril'deki Müslüman mezarliginda gömülüdür onlar. O hasta halimizle bizi Istanbul'a geri yolladilar. Pendik'in daha yukarisinda bir yere götürdüler. Karim beni ziyarete geldi. Iyilestim ve sonra tezkere verdiler."
O yillarda on yaslarinda küçük bir kiz olan Lidya Kastoryano bu olayin vahametini daha sonra idrak etti ve anilarinda bu olaydan söyle söz etti: "1941 yilinin basinda yasadigim apartmanda büyük bir kargasa oldu. Salamon'un bütün arkadaslari silah altina alindilar.
Lidya çok sonra silah altina çagrilanlarin sadece azinliklar oldugunu ögrendi, savas nedeniyle hükümetin Silahli Kuvvetleri'ni güçlendirmek istedigini saniyordu. Bu yastaki insanlari saçlari kazilmis ve gerçek askerlerinkine benzemeyen koyu renkte üniformalar ve kötü sekillenmis çizmeler içinde görmek onu güldürüyordu.
Lidya Kastoryano'nin komsusu Vitali Alaton da yirmi sinif ihtiyatlarla birlikte 18 ay süreyle tekrar askere alindi, daha sonra da kendisine tahakkuk edilen Varlik Vergisi'ni ödeyemedigi için Askale'ye gönderildi ve toplam 44 ay için de buhran geçirdi.
Yirmi sinif gayrimüslimin silah altina alinmis olmalari Türkiye'deki Yahudi cemaatinin çok degisik tabakalarina mensup insanlari bir araya gelip ayni kaderi paylasmalarina yol açti. Milyonerlerden fukaralara, patronlardan memurlara, tahsilli kisilerden tahsilsiz isçilere, tüccarlardan katiplere, saglikli olanlardan hasta olanlara, dindar olanlardan dine önem vermeyenlere kadar degisik sosyal siniflara ait Yahudiler bir arada yasayip ayni kadere ortak oldular. Silah altina alinan tüm Yahudiler büyük bir korkuya kapildilar, aţagilandiklarini hissettiler. "Istanbul'u unutunuz!" diye bagiran çavuslari ve subaylari duydukça umutsuzluga kapildilar. "Istanbul'u unutunuz!" sözleri dönemi yasamis tüm azinliklarin hafizalarina yerlesti.
Gayrimüslim ihtiyatlar 1941 yilinin Mayis ayinda silah altina alindiktan sonra, ayni yilin Haziran ayinin sonu veya Temmuz ayinin ortasina kadar yakinlari tarafindan ziyaret edilmelerine ve fotograflarinin çekilmesine kesinlikle izin verilmedi. Bu tarihten sonra da gayrimüslim ihtiyatlar yollanmis olduklari bölgelerden alinip iklim ve çevre kosullari daha olumlu olan baska bölgelerdeki askeri kamplara gönderildiler.
Nazilerin Avrupa'da Yahudileri soykirima tabi tuttuklari bir ortamda yirmi sinif ihtiyatin askere alinmasi azinliklar arasinda en çok Türkiye Yahudilerini etkiledi. Türkiye Yahudileri sonlarinin yaklasmis oldugunu ve Avrupa'daki kardesleri gibi kendilerinin de soykirima ugrayacaklarina inanmaya basladilar. Bunda rol oynayan en büyük etken, Nazi Almanyasi'nda Alman vatandasi Yahudilerin toplanip temerküz kamplarina gönderilmesine benzer bir sekilde, Türkiye'de de bu seferberlik sirasinda sadece gayrimüslimlerin ihtiyat olarak silah altina alinmis olmalariydi. Türkiye Yahudileri bu nedenle içinde bulunduklari durum ile Alman Yahudilerinin durumu arasinda benzerlik gördüler ve sonlarinin yaklasmis olduguna inandilar.
Vitali Hakko, enistesi Rafael Elhadef ile birlikte Kandira'da silah altina alinmis bulunan gayrimüslim vatandaslarin günlük yasamlarini ve korkularini su satirlarla canli ve renkli bir sekilde tarif etti: "Kandira'da açik arazide çadirlar kurulmustu. On iki kisi, bir çadirda kaliyordu. Bizim çadirda altmis bes yasinda bir Musevi vardi. Geceleri, yatmadan önce sorardi: "Çocuklar uyku duanizi ettiniz mi?" Sanki o babamizdi, bizler de onun küçük çocuklari. "Ettik!" derdik. Aramizda basini yastiga koyup bir daha kalkmayacagini sananlarin sayisi pek az degildi. Geceleyin basimiza bir seylerin gelecegine inanmaya baslamistik. Ben, her zamanki iyimserligimle, buna inanmiyor ve çevremdekilere de binbir yalan uydurarak moral vermeye çalisiyordum. Çok sükür anlayisli bir komutanimiz vardi. Belki kim oldugumu (yani Istanbullu bir tüccar) biliyordu, belki bilmiyordu. Bir gün beni çagirip kantin sorumlulugunu bana verdigini bildirdi. Ben de, böylesi bir yükün altindan bu kisa boyumla kalkamayacagimi ileri sürüp, Rafael'i yanima yardimci olarak istedim.
Rafael'in enistem olduğunu biliyordu. Ama bir sey demedi. Böylece "Uzun Bacak ile Bacaksiz" diye adlandirilan ikilimiz, kantinin sorumlulugunu yüklendi. Tabii, her sey, bu satirlari yazarkenki rahatlik içinde geçmedi. Günler uzundu, geçmek bilmiyordu. Her kafadan bir ses çikiyordu. Kimilerine göre, Hitler Trakya sinirlarimiza dayanmisti. Kimilerine göre, Türkiye'ye Kafkaslar'dan saldiracakti. Aramizda sogukkanliligini koruyup, bu konularda spekülasyon yapmayan, yalnizca subaylardi. Onlar olagan bir hayati yasiyorlardi. Onlara baka baka, ben de öylesi bir askeri yasam tarzini seçtim. Kendi kendime, "bugüne kadar savasa girmedik, bundan sonra da girmeyiz" diyordum. Ama her yerde oldugu gibi orada da som agizlilar vardi. "Sen istedigin kadar girme. Ya Alman seni savasa sokarsa? Ülkeni isgal etmeye kalkarsa?" diyorlardi. Bunlari düsünmek bile istemiyordum.
Geceleri ot yatagima uzandigimda, düsündügüm yalnizca savasin bitmesi, insanlarin normal kosullar içinde çalisip yasamaya baslamasiydi. Bu öylesine tatli bir düstü ki, kendimi Sarlo'nun filmlerindeki naif kahraman gibi hisseder, savas sonrasi yapacaklarimi tasarlar ve sonra derin bir uykuya dalardim. Sabah uyandigimda günün gerçekleriyle karsilasirdim. Günün gerçekleri insanlardi. Karamsar, umutsuz, yari aç, yari tok, hayattan bikmis insanlar. "Bu savas bitmez" diyenler. "Bu savasin sonunu bizler görmeyiz" diyenler. "Dogu Avrupa'daki pogrom, Hitler sinirlari astiginda burada da yasanacak" diyenler. Sanki herkes hayata elveda demek istiyordu."
1941 yilinin Kasim ayinda Bursa Mustafa Kemal Pasa'da bulunan Mollaköy askeri kampinda Kuzguncuklu Vitali adli bir Yahudi'nin döküntülü tifüs sonucu ölmesi üzerine kampta, hamam ve sterilizasyon merkezi kurulmasina karar verildi. Bu emrin kamp komutanligina gelmesi ve askerlere duyurulmasi üzerine Yahudi asilli askerler büyük bir korkuya ve panige kapildilar. Bunun nedeni de Nazilerin isgali altinda bulunan ülkelerdeki Yahudilerin de temerküz kamplarina toplattirildiktan sonra benzeri sekilde elbiseleri çikarilip gaz odalarina gönderilmeleri idi. Bursa kampindaki Yahudiler de kendilerine ayni seyin uygulanacagini sandilar. Panige kapilan Yahudiler aylardir ayni kaderi paylastiklari Ermeni ve Rum arkadaslarina bu konuda hiçbir sey söylemediler.
Yirmi sinif ihtiyat 27 Temmuz 1942 günü terhis edildi ve evlerine geri döndüklerinde silah altinda iken yapmis olduklari adaklari gerçeklestirmeye basladilar. Büyük bir çogunlugu da Israil devleti kurulduktan sonra Israil'e göç etti.
Kötü yasam kosullari her zaman için geçerli olmadi. Heybeliadali Rum A.P., 27 Haziran 1941 tarihinde günlügünde kamp hayati ile ilgili hislerini su sekilde ifade etti: "Günler sakin geçiyor. Sadece birkaç angarya. Baska bir sey yok. Yeni subayimiz da geldi. Halbuki biz kendi kendimizi yönetiyorduk. Basçavus: Mihalaki, Çavuslar: Andranik ve Yuvakim, Onbasilar: Biz. Yani hiçbir baski yok. Yani tatil için iyi bir ortam! Tüm bunlara ragmen sikayetimiz var."
Soykirim korkusu
Vitali Hakko da benzer bir sekilde kamptaki yasam ve çalisma sartlarini "havyarcilik" olarak tarif etti. Ihtiyatlar açisindan esas sIkInti ve tedirginlik ne zaman terhis edileceklerinin ve mukadderatlarinin meçhul olmasi ve soykirima ugrama korkusu oldu.
Silah altina alinan ihtiyatlarin terhis edilmeleri haberinin onlar üzerinde yarattigi havayi Vitali Hakko su satirlarla ifade etti: "Bitmeyecek hiçbir sey yoktur. Toplam on sekiz ay süren askerligim de bir gün sona erdi. Tabii sevindik. Ama üç gün sonra yeniden askere çagrilmayacagimizi kim temin edebilirdi. Hiç kimse! Bizler de böyle yari sevinçli, yari tedirgin Istanbul'un yolunu tuttuk."
Azinliklar arasinda çok yaygin bir söylenti de neredeyse sarsilmaz bir kanaat olarak bütün azinliklarin ortak hafizalarinda yer etti. Bu söylenti azinliklarin ihtiyat olarak silah altina alinmalarinin nedeninin onlarin kitlesel olarak imha edilmelerinin önlenmesi oldugu söylentisi oldu. Inanç haline gelen bu söylentiye göre azinliklari kitlesel olarak imha etme tasarisi hükümetin bir plani idi. Genelkurmay Baskani Maresal Fevzi Çakmak bu tasaridan haberdar olunca Nafia Vekaleti'ne bagli olarak askere alinmis olan azinliklari Milli Müdafaa Vekaleti emrine aldirarak onlari kendi emir kumandasi altina soktu.
Bu söylentinin ortaya çikmasındaki neden Anadolu'nun çesitli yerlerinde silah altinda bulunan azinlik ihtiyatlarinin hemen hemen tümünün çalismakta olduklari insaat islerinde çukurlar kazarken baslarinda bulunan çavuslarin ve onbasilarin onlara "Bu çukurlar sizin mezarlariniz olacak!" seklinde bagirmalariydi. O dönemi yasamis olan azinliklar hayatlarini Maresal Fevzi Çakmak'a ve Ordu'ya borçlu olduklarini söylediler. Maresal Fevzi Çakmak'in adi yirmi sinif ihtiyat olarak silah altina alinmis olan tüm gayrimüslimler tarafindan minnetle anildi. Hükümetin Yahudileri kitlesel olarak imha etme niyetinde oldugu ve Yahudileri bu kaderden Maresal Fevzi Çakmak'in kurtardigi yolundaki söylence, yazari Türkiye'li bir Yahudi olan bir tiyatro piyesine bile konu oldu. Konusu 1943 yilinda geçen bu piyeste Maresal Fevzi Çakmak Büyükelçi Franz Von Papen'in Türkiye'nin Yahudi vatandaslarini imha etmesi konusundaki emrine uymayan ve Yahudi vatandaslari koruyarak onlari kurtaran kisi olarak temayüz etti.
Olayin nedenleri
Muhtelif kaynaklara göre ihtiyata ayrilmis azinliklarin tekrar silah altina alinmalarinin nedeni olarak birbirlerini tamamlayan üç tez vardi:
*Gayrimüslim vatandaslari bir süre ticaretlerinden uzaklastirip onlari ticari olarak zayiflatmak ve bu yöntem sayesinde Müslüman bir burjuvazinin dogmasini kolaylastirmak.
*Gayrimüslim vatandaslara güven duyulmadigindan Türkiye'nin savasa girmesi halinde onlarin muhtemel besinci kol faaliyetlerini önlemek için onlari kamplarda enterne etmek.
*Nazilerin, dönemin Hariciye Vekaleti'ne yönelttigi talepleri dogrultusunda azinliklari kamplarda toplayip enterne etmek.
Gayrimüslimlerin kitlesel bir sekilde silah altina alinmalarinin nedenlerinin ve bu kararin nasil, kimler tarafindan ve ne gerekçeyle alindigi konusunda arsiv belgelerine ulasilmamis oldugundan olayin bu en önemli yani henüz aydinliga kavusmamistir. O nedenle yukarida siralanan ihtimaller arasinda, CHP milletvekili Kazim Karabekir'in 20 Kasim 1940 günü CHP grup toplantisinda yapmis oldugu ve Nazilerin Türkiye'yi istila etmeleri halinde Istanbul'da yasayan azinliklarin kaçmaya çalisirken yaratacaklari panik ile azinliklarin Nazilerle isbirligi yapip Türkiye'ye ihanet etme ihtimallerini göz önünde bulundurarak azinliklarin Istanbul'dan Anadolu'ya nakledilmelerini tavsiye eden konusmasi da dikkate alindiginda, azinliklarin silah altina alinmalarina neden olarak Türkiye'nin savasa girmesi halinde onlarin besinci kol faaliyetlerinde bulunmalarini önlemek en kuvvetli ihtimal olarak gözükmektedir. Azinliklarin besinci kol faaliyetlerinde bulunabilecekleri varsayimi ise Kurtulus Savasi sirasinda Türkiye'deki azinliklarin bir bölümünün isgal kuvvetleriyle iţbirliginde bulunmalarindan ileri geldi.
Yirmi sinif gayrimüslim ihtiyat, 27 Temmuz 1942 tarihinde terhis edildiklerinde yaklasik üç buçuk ay sonra ikinci bir darbeye daha maruz kalacaklarini akillarina dahi getirmediler. Bu ikinci darbe 11 Kasim 1942 tarihinde kanunlasan Varlik Vergisi kanunu oldu. Bilindigi üzere Müslüman bir burjuvazi yaratmayi amaçlayan ve uygulamada gayrimüslimleri ve Dönmeleri Müslüman vatandaslara göre çok daha agir bir sekilde vergilendiren bu kanun geregince kendilerine tahakkuk ettirilen vergiyi ödeyemeyen azinlik vatandaslari Askale'ye çalisma kamplarina gönderildiler. 4-7 Aralik 1943 tarihlerinde Milli Sef Ismet Inönü Winston Churchill ve Theodore Roosevelt ile Kahire Konferansi'nda bir araya geldikten ve Türkiye'nin müttefikler yaninda savasa katilmasini kabul ettikten sonra çogunlugu Yahudi olan binden fazla gayrimüslim mükellef serbest birakilip Askale'den evlerine gönderildiler.
---------------------------------------------------
Rifat N. Bali'nin arastirmasinin tamamini ve basvurdugu kaynaklari Tarih ve Toplum dergisinin (Iletisim Yayinlari) Kasim ve Aralik 1998 tarihli 179 ve 180. sayilarinda bulabilirsiniz.
Cumhuriyet Pazar Dergi, Sayi: 177, 19 Aralik 1999, Sayfa: 1-6-9
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Ana Sayfa