Kursunkalem Portreler
Siirlerinde, denemelerinde, bilinen ve bilinmeyen yasam bölümlerini hayranlik uyandiracak bir dikkatle irdeleyen, uyguladigi çok özgün bir sorgulama yöntemiyle o bölümlerin derinliklerinde saklanan gizleri ele geçiren Enis Batur 'Kursunkalem Portreler'de, tanidigi, okurlarin da tanimasini istedigi kisilere yaklasiyor.
MUZAFFER BUYRUKÇU
Insan yalniz dogar, yalniz ölür. Bir kazada, bir savasta, bir hastalik sonunda ya da eceliyle ölmesi bile durumunu degistirmez, onu yalnizlik gerçeginden koparmaz, çünkü ölüm aninda da iki üç gövdeyle, iki uç ruhla birlikte degildir. Ama yasamini sürdürürken -bireysel ve toplumsal konumu yüzünden- pek çok kiţiyle tanisir, onlarla içtenlikli, içiçe geçmis, sinirli iliskiler kurar. Birtakim eylemlere girer, gereksinimlerle çikarlarin zorladigi üretimlere katilir; maddi-manevi zenginlikleri bölüsür. Bu, özünde 'vazgeçilmezliklerin' bulundugu yakinliklar, dogal karsilanan bir serüvenin çevresinde toplanir, orda çogalir, büyür, saga sola uzanir, besleyen, doyuran bir 'birlikteligi' dokumaya baslar. Bizler, birlikteligimizin her anini verimli kilan bu bireyleri, iliskilerimizin genis alanlarinda kaldiklari ve yarar sagladiklari sürece el üstünde tutariz, överiz, yüceltiriz, bizden uzakta olsalar da -özelliklerinden ve erdemlerinden, olumlu yanlarindan ötürü- anariz, düsünürüz. Mutlulugumuzu, sevinçlerimizi dengeleyen bu kisileri, sahip oldugumuz degerlerin niteligini herkese duyurmak eregiyle anlatiriz baskalarina. Elbet, devinen, ilerlemelere, gelismelere, kosullarin yönlendirmesiyle degisimlere açik bir insani, bütünüyle anlatmak olanaksizdir. Ancak ölüler anlatilir bütünüyle. Çünkü kullanilacak malzemeleri, izlenimlerimizi, gözlemlerimizi, saptamalarimizi güçlendiren kavramlari biriktirmemektedirler artik. Ama gene de -yeri geldikçe, bir çagrisim onlari gözlerimizin önünde canlandirdikça- yarim yamalak da olsa anlatiriz bir seyler ve portrelerini bizim disimizdakilere iletiriz hem içgüdüsel hem de hangi konumda oldugumuzu belirtmek için. Yanilma, yanlisa düsme payi büyük olan bu isi sözlere, yazilara dökerek yapariz. Öyküler, romanlar, oyunlar iste o 'yapma' ediminden dogmustur.
Kimi edebiyatçilar, kimi yazarlar, öykülerini, romanlarini, oyunlarini kaleme aldiklari ya da birer fotograf halinde belleklerinde sakladiklari bu insanlari beyinlerinden çikarmislar, okuyan, merak eden, düsünen kitlelere sunmuslar, kitlelerdeki bilgi eksikliklerini gidermisler, onlara iliskin bosluklari doldurmuslardir. Yalniz bu portre yaratmak ediminde zihnimi kurcalayan bir sey var: Portreci yazarlar, portrelerini yaptiklari kiţilerin hangi dönemlerine egilmislerdir? Çilginliklarin hepsine kapilarini sonuna kadar açik oldugu yirmili yaslara mi? Belirtilerinin her saniye kendini gösterdigi, geçmiste yasanan olaylarin rahimlerinden dogan deneyimlerle, o agir yükle, insanligin doruklarina tirmandigi olgunlasma dönemine mi? Yargilarin kesinlik kazandigi, tanimlarin çesitlendigi, ölümün her soluk alista hissedildigi, coskularin azaldigi yaslilik dönemine mi? Belki de 'portre'cilige soyunan birisinin aklindan böyle bir sey geçmemistir, ama bence geçmelidir. Inandirici bir sonuca varabilmek için.
Bana göre yaziyla 'portre' yapanlarin en ünlüleri Ilya Ehrenburg'dur, Pablo Neruda'dir, Ahmet Hamdi Tanpinar'dir, Tevfik Adil'dir, Çetin Altan'dir, Haldun Taner'dir. Bu degerlere Ergun Sav'i da katmak isterim. Ergun Sav, (Nostaljik Muhabbetler/Diplo-Dra-ƒ Matik Anlatilar) kitaplarinda çizdigi tiplerle harika bir 'portre'ci oldugunu kanitlamistir. Adlarini andigim bu 'portre'cilere edebiyatin, sanatin, kültürün kaynaklarina, bir yaratici kimligiyle inen ve oralarda bulduklarini üstün yetenegiyle yogurup biçimlendiren Enis Batur katilmistir (Kursunkalem Portreler) kitabiyla. Siirlerinde, denemelerinde, bilinen ve bilinmeyen yasam bölümlerini hayranlik uyandiracak bir dikkatle irdeleyen, uyguladigi çok özgün bir sorgulama yöntemiyle o bölümlerin derinliklerinde saklanan gizleri ele geçiren Enis Batur (Kursunkalem Portreler) yapitinda, tanidigi, okurlarin da tanimasini istedigi -edebiyatin içinde ve disinda varolan- kisilere yaklasir. Onlarin özel ve genel davranislarini, tutumlarini bir potada eriterek 'portre'lerin içeriklerine sizmaya çalisir, sizdigi içerikteki her seyi, bütün ipuçlarini, kanitlari, belgeleri harmanlar... harmanladiklarini dengeli bir istifle 'portre'lere dönüstürür. Enis Batur'un 'portre'lerini yaptigi kisilerin bazilari benim önemsedigim, arkadasliklarindan, dostluklarindan gurur duydugum kimselerdir. Söz gelimi, Feyyaz Kayacan onlardandir. Bu ilginç sair, öykücü ve sanat adamiyla bin dokuz yüz seksenlerde tanistim. Bu tanisikligimizi Londra'dan her gelisinde tekrarladigimiz bulusmalarla pekistirdik. Zeka kivilcimlari üzerine oturtulan nükteleri, bana, Cemal Süreya'ya attirdigi uçsuz bucaksiz bir evrenin müzik kanallarini dolanan gevrek kahkahalariyla renkli dünyalara sürüklendim. Bilgece tanimlamalarini, benzetmelerini hiç unutmadigim bu essiz yazari, yayimlanir yayimlanmaz yutarcasina okudugum Siginak Hikayeleri'yle sevdim. Siginak Hikayeleri'ni izleyen yapitlari, bu sevgimin sinirlarini genisletti. Dilin her haliyle oynayan, dilin at ve üst katmanlarinda dogurtacagi disilikler arayan, soyutla somutu en elverisli yerlerinden birlestiren, yari düs, yari masal ülkelerindeki imge ormanlarini, yasamin tümünü kapsayacak biçimde büyüten Feyyaz Karacan bir kazançtir benim için.
Enis Batur, Feyyaz Karacan hakkinda sunlari söylüyor: ''Onda az rastlanir bir dil yetenegi vardi./ Tanistiginiz an baslayarak müptelasi olmak herhalde kaçinilmazdi./ Son bulusmamiz Bebek Oteli'nin barinda gerçeklestiydi. Dostluklari, özlemleri, Istanbul'a duydugu sevda bir kefediydi; öbür kefede burukluklar birikiyordu hizla: Bir avuç arkadasi disinda kayitsizlikla çarpismak onu hem üzmüs, hem de öfkelendirmisti. O duygular içinde öldügünü biliyorum.'' Bu sözler, Gazeteciler Cemiyeti lokalinde bulustugumuz ve saatlerce söylestigimiz son görüsmemizi animsatti bana. Feyyaz Karacan'in hafif pembe yüzünü favorilerden baslayarak kusatan saçlari gibi beyaz sakali, -incelikli bir tiras oyunuyla- bir haç resmi meydana getirmisti çenesinde ve Kayacan bu haliyle Haçli Seferleri'ne katilan Aslan Yürekli Risar'i andiriyordu; bu resim ayrica Bati uygarliginin üst düzeydeki yasam ölçülerini benimseyen bir aydin oldugunu koyuyordu ortaya. Söyledim saptadiklarimi. Sevindi. ''Senin de gözünden hiçbir sey kaçmiyor.'' Derken, saptamalari eseledik. Kayacan'in o fotografi kaldi bende.
Dogup büyüdükleri ülkelerden çesitli nedenlerle uzaklasan ve yabanci ülkelerde yasamak zorunda birakilanlar için su yorumu yapiyor Enis Batur. ''Giderken ana parçalarindan birini ülkelerinde, kentlerinde bırakirlar, giden gövde kalan gövdede durmadan zonklar.''
Falih Rıfki Atay'in sahibi oldugu Dünya gazetesinin kültür, sanat ve edebiyat sayfalarini düzenliyordu Adnan Benk. Benim ilk öykülerimden birini yayimlamisti. 'Nabza göre serbet vermeyen' sahtekarliklarin, sarlatanliklarin üzerine üzerine giden, edebiyat hirsizliklarina göz açtirmayan ödünsüz, dürüst bir tavri vardi sayfalarin. Çehov'un daha önce yayimlanan bir öyküsüne -bir tek sözcügünü degistirmeden sanki kendisi yazmis gibi- imzasini atan Sahap Sitki'nin bu akla hayale sigmaz hirsizligini ortaya çikarmisti Adnan Benk. Olay yankilar uyandirmis, Sahap Sitki silinip gitmisti edebiyattan. Çok uzun süren, ama karsilasmalarla, raslantilarla yürüyen dostlugumuz, benim için unutulmaz bir ödüldü. Özgün, kural tanimayan, gerçegi boyamaya kalkisanlari yerin dibine batiran dört dörtlük bir yazar, dört dörtlük bir insandi. Enis Batur, onun portresini çizerken birbirine ekledigi tanimlar, betimler yerli yerindedir. ''Ise kendini begenmemekle baslamis. Amansiz bir zekaniz, dudak uçuklatici bir kültür birikiminiz, neredeyse herkesi sasirtacak ölçüde yeteneginiz varsa, bütün bunlar yetmiyormus gibi bir de kendinizi begenmiyorsaniz, iyice yalniz kaldiniz demektir./ Dönem dönem dile gelip etrafi kasip kavurmus Adnan Benk; gene de, çogunlukla susmus, telef etmeyi bir kisisel politika haline getirmeye yanasmamis. Eline kalem almayi adet haline getirseydi, bundan kimsenin süphesi olmasin, Türkiye'nin kültür ortamini bir hurdaci dükkanina çevirebilirdi. Yazdiklari, yazabileceklerinin kaniti, tanigidir./ Oysa Adnan Bey hem de nasil zarifti. Içindeki elestiri dalgalarina ket vurmayi yegledi. Bazi yazilarinda insaf sinirini zorlamis oldugu düsünülebilir, özellikle hedef olanlarin cani yanmistir süphesiz. Gelgelelim, dogal bir saldirganlik güdüsünden, sirke üslubundan, bir siddet karakterinden eser yoktur onda: Onu hem bir bey, hem de siradisi bir beyin kilan, elestirel bakisin dünyasinda temel ama dengeli bir ölçüler bütünü tasimasiydi./ Faka basmaz bir ifade cambazi, sIkI bir sözcük soykütükçüsü oldugunu kendisiyle birlikte çalisanlarin hemen fark etmemeleri olanaksizdi. Çogumuzun bir ömür çirpinarak edinme ugrasi verdigimiz dil bilgeligi, Adnan Benk'te sanki içkin bir özellikti, sIksanız onun böyle dogmus oldugunu ileri sürebilirdiniz. Herkeste, kendisini taniyanlarda, bir ana izlenim birakmis olsa gerek. Kendi payima ben Adnan Benk'i benzersiz bir karizmanin sahibi olarak animsayacagim. Asirilik ve zerafeti özel bir tartim yoluyla terazisinde dengelemeyi basarmisti. Sözünün yarattigi haz dokusunu betimlemek, aktarmak çok güç. Zekasi göz alirdi desem, karsinizdaki pencereden gözünüzü çelen hergele bir günes akliniza gelir mi?..''
Enis Batur, portresini yaptigi Mustafa Kemal Agaoglu'dan, içtenlikle örülen bir anlatimla söz eder. Çünkü yakin arkadasidir ayni zamanda. ''1970'lerin basinda kimsenin tanimadigi Gölköy'e giderek, bir avuç çizgi disi yasitiyla birlikte Türkiye'nin 'komün hayati' yasayan ilk uyumsuz cemaatini kurmustu./ Kentin en güzel kadinlarıyla pespese, sayisini kendisinin bile unuttugu evlilikler, beraberlikler yasamasi../ Onda garip, anlatilmasi güç bir seytan tüyü gerçekligi gizli kapakli beklerdi. Uçuk kaçik gece yasamini gündüz bir yana bırakip Tektas'la birlikte kurduklari Agaoglu Yayinevi ve Basimevi'nin çatisi altinda, olmadik kitaplar yayimliyorlardi: Ve Durgun Akardi Don'u, James Baldwin'in gözüpek Giovanni'nin Odasi'ni unutamam.'' O yayinevi kurulduktan sonra tanidım ben Mustafa Kemal Agaoglu'nu. Rüzgar gibi, firtina gibi bir gençti, tepeden tirnaga hareketti ve onu 'hiz' kavramindan baska bir seyle bütünlestiremiyordum. Hep bir yerden bir yere ya is için ya da keyif için giderdi. Kurucuydu, girisimciydi, atilimciydi. En büyük eseri, (sonradan Asim Bezirci ve arkadaslarinin batirdigi) Yazko'ydu. Ve beni -sIkI bir dostlugumuz yoktu, onun hiçbir serüvenine katilmamistim ama kimi geceler birlikte içmistik çesitli yerlerde- yeni açtigi bir mekana mutlaka çagirirdi. En son Yeniköy'de, iskele yanindaki bahçeli lokantanin açilisinda bir araya gelmistik. Feyyaz Kayacan, Leyla Pamir, Demir Özlü, Can Yücel, Fethi Naci oradaydi. Kahkahalarin bini bir paraydi ve içkili kalabalik yüzer gezer durumdaydi, ordan oraya kayiyordu. Biz, Cemal Süreya'yla yesil armutlari tas gibi olan agacin altindaki masayi kapmistik. Her sey çok iyi giderken karsidan gelen bir motor iskeleyi tutturamamis, M. Kemal Agaoglu'nun boyattigi, çiçekledigi biriket duvara çarparak yikmisti. Fethi Naci ile Erdal Öz duvarin önünde durduklari halde yaralanmamislardi ve herkesi kaçirtacak denli bir panik havasi esmemis, iliskiler, konusmalar, bütün sIkIntilari asacak düzeyde bulunan görkemli ortamin içinde daha bir büyümüs, zenginlesmisti.
Enis Batur, Mustafa Kemal Agaoglu'nun portresindeki eksiklikleri gideriyordu. ''Mim Kaf, çevrede çok sevilmezdi. Böyledir, bir seyler yapan adam genellikle pek sevilmez. Neden bunlari bunlari yapiyordur, sunlari sunlari yapmak varken? Üstüne üstlük, itici gelen baska özellikleri yedekteydi Mim Kaf'in. Ailesi, becerikliligi, kadinlari, yasama biçimi ile iyi-kötü herkesi sinirlendirebilecek bir repertuvari oldugu söylenebilirdi./ Mim Kaf'in evi yillar yili 'yol geçen hani' degil de 'yalniz yolcular oteli' islevini görmüstür. 'Komün' geleneginden kopmamis, 'büyük aile' düsünü belli ki ciddiye almisti. Kalmaya gelen uzun kalirdi. Önce Ortaköy'den, sonra Hisar'daki evden böyle yolcular geçmistir. Ece Ayhan, Ömer Uluç, Asaf Savas Akat... Ben, birkaç kere kisa süreligine, bir kere uzun süreligine indim o odalara. Geceleri kadinlardan, ölümden, sinemadan, yazidan söz ederek uykudan kaçardik.''
Igmar Bergman, Octavio Paz, Çetin Altan, Berke Vardar, Bedrettin Cömert, Özdemir Ince, Ahmet Say, Turgut Çeviker, Engin Ardiç, Ergin Günçe dahil kirk dört sanat ve edebiyat adaminin portrelerinin yapildigi Kursunkalem Portreler kitabi, Enis Batur'un en yeni çalismasidir. 'Karakalem Portre Üzerine: Yüzün Arkasina Gitmek' yazisinda bu yazılarin nasil dogdugunu anlatan Enis Batur, ''Bir sairi, yazari simdi'sinde konumlamak, bu islemi bir iki cümleye sigdirmak çok kolay degildir./ Portre yazarligi ile portre ressamligi, çizerligi, fotografçiligi arasinda görünen ve görünmeyen ortakliklar vardir'' sözlerini ekliyor ve portre yazarinin amacinin 'yüzünün arkasina gitmek' oldugunu belirtiyor.
Kursunkalem Portreler'i okurken, hem benim yazdiklarimin kaynaklarini, hem de yazmadiklarimin altinda saklanan ipuçlarini, derinlerdeki gerçeklere bir an önce varabilme reçetelerini, yollarini bulacaktir okurlar ve varliklarindaki bosluklarin doldugunu hissedeceklerdir.
Kursunkalem Portreler/Enis Batur/ Sel Yayincilik/146
Cumhuriyet Kitap Sayi: 513, Sayfa: 7