ISTANBUL'U KURTARALIM

Oktay Ekinci

Insanoglu binlerce yillik tarihi boyunca depreme hep "habersiz" yakalandi. Çünkü; "depremin nerelerde ve yaklasik kaç yil içerisinde olabilecegini biliyoruz; ancak kesin tarihini bilmemiz olanaksiz" diyebilen, yani bir anlamda depremi de artik "haber verebilen" bilim insanlariyla tanismasi, sunun surasinda yarim yüzyili bile henüz bulmadi.

Yine insanoglu, tarih boyunca depreme hep habersiz yakalandigi için, Tanri' nin ya da baska dogaüstü güçlerin böylesine acimasiz bir "baskin felaketle" kendisini cezalandirdigini zannetti.

Dahasi, kimileri de ayni cezalandirmanin aslinda kendi özlemleri olan "Tanri buyruklarina" karsi gelenler yüzünden yasandigini dile getirerek, dogayi bile siyasetlerine alet etmekten çekinmediler. Tipki Falih Rifki Atay'in anlattigi sekilde, örnegin Osmanli dönemindeki "ulema"nin bu felakete neden olarak "fuhusun artmasini" göstermesi ve hatta sorumlulari cezalamdirmak adina üç bes fahisenin asilmasi gibi… (Simdiki; "7.4 yetmedi mi" diye camilerde brosür dagitip pankart açanlar da iste o ulemayla hala ayni kafayi tasiyanlar olmalilar…)

Ne varki olanin bitenin temelinde su "fay" denilen uzub yer kiriklari oldugu ve iki yanindaki levhalarin her yil birkaç santim yer degistirmesiyle doğan hareketin de eninde sonunda depreme yol açtigi bilimin rehberliginde anlasilinca, geçenlerde Prof. Dr. Ülkü Azrak'in söyledigi deyimle, yasanan felaketlerin ''takdiri-i ilahi'' degil ''takdir-i idari'' oldugu açiga çikiverdi.

Çünkü, yine eninde sonunda deprem olacagi kesinlikle bilinen fay güzergahlarinin yatirim, sanayi, ticaret ve yerlesme bölgeleri olarak yogun yapilasma alanlarina dönüstürülmesi ayni felaketlerin temel nedeniydi. Böylesi büyük bir aymazlik içinde ve fayin varligi ile riskleri bilinerek yer seçimlerinin yapilmasi da ''ilahi'' degil, ''idari'' (yönetsel) kararlardi...

Iste simdi koca Istanbul da ''varligi bilinen'' ve ''riskinin'' de iyiden iyiye arttigi söylenen bir (ya da birkaç) fayin tehdidi altinda 21. yüzyili karsiliyor. Kimi bilim adamlarina göre belki de bu yazi bile yayimlanmadan, kimi daha ''soğukkanli'' olanlarina göre ise bir yil ile kirk yil içerisindeki bir zamanda, ama ''mutlaka'' Marmara Denizi'nin derinlerinde kirilacak olan ünlü fay ya da faylar, bu dev metropolü de temelinden sarsacak...

2700 yillik kenti bir kez daha felaketle karsi karsiya getirecek olan bu depremin, yine öngörüldügü sekilde 7'nin üzerindeki bir büyüklükte ve 25-30 saniyeyi asan sürelerde gerçeklesmesi durumunda ise yikilacak bina sayisini ve buna baglı ölüm oranini hemen hiç kimse yaklasik olarak bile tahmin edemiyor.

Çünkü Istanbul, tarihinde ilk kez bir depremi artik ''haberli'' olarak beklerken, bu büyük firsati (haberli olmasini) degerlendirme olanagindan da yoksun olmanin açmazini yasiyor.

Milyonlarca kisiyi barindiran yüz binlerce ''kaçak'' yapinin deprem karsisindaki ''tavrini'' kestirmeye dayanak olabilecek güvenilir bir proje ya da uygulama belgesi olmadigi gibi, bir o kadar yasal yapinin da sözde onayli projeleri ile sözde denetlenmis ruhsatli insaatlari ya ''eskimis yönetmeliklere'' göre yapilmislar ya da sonradan gerçeklestirilen kat ilaveleri veya projeye aykiri tadilatlarla tasiyici güç ve dengelerini belki de çoktan yitirmisler.

Bu ürkütücü tablo karsisinda ise ''yetkililer'' bir yandan kentin ve kent halkinin esenligi için ne denli büyük ve özverili hazirliklar içerisinde olduklarini (kendilerinin bile inanmadiklari) ciddi görünümlü söylemlerle dile getirmeyi hem politikanin geregi, hem de ''kamu görevi''(!) sayarlarken, öbür yandan hayret edilecek bir aldirmazlik içinde yine kenti bu duruma getiren imar politikalarini savunmaya ve sürdürmeye de devam ediyorlar...

Aslina bakilirsa, Istanbul bundan önceki büyük depremleri hep habersiz karsilamis olsa bile, yine de bugünkü haberli durumunda gözlenen kadar ''hazirliksiz'' , hatta çaresizlik içinde kalmamisti.

Bunun nedeni de I.Ö. 7. yüzyilda baslayan ve üç imparatorluga baskent olan uzun ve yogun kentsel yasami boyunca, hemen her depremden sonra yapi kültürünü ve mimarisini daha da gelistirmesi, depreme dayanikli yapilasma konusunda ''dünyaya ders verecek ilerlemeleri'' de hep bu büyük deneyimlerin birikimleriyle elde etmis olmasiydi.

Örnegin Kanuni döneminde (16. yy.), Istanbul'da her türlü yapinin mutlaka ''isinin erbabi'' ve ustaligini kanitlamis kisilerce ve yine mimarlarin denetiminde insa edilmesini sIkI bir disiplin altina alan kurallarin yani sira, kente getirilen yapi malzemelerinin bile daha limana indirilmeden gemilerde ayni kurallara bagli mimarlar örgütünce denetlendigi ve uygun görülmeyenlerin geri çevrildigi biliniyor.

Onca büyük depremleri, hasar görseler bile çökmeden ve yikilmadan ayakta geçirerek bugünlere dek ulasan, 1500 yillik, 1000 yillik, 500 yillik anitsal yapiların ötesinde, örnegin Süleymaniye, Zeyrek gibi semtlerdeki 1894 depremine de meydan okumus çok katli ahsap yapi geleneginin ve yigma yapilar arasinda da dolu tugla duvarli ve sarsintilarin hatillarla emildigi binalarin da yine ayni ''tarihsel deneyimlerin ürünü'' oldugunu görmek gerekiyor.

1894'ün kahramani ahsap...

Nitekim, aradan 100 yildan fazla zaman geçtigi için simdiki deprem beklentisinin de tarihsel dayanaklarindan olan 1894 depreminin ardindan, Atina Rasathanesi Müdürü Eginitis'in 3/15 Agustos 1894 tarihli ve ''Rapport sur le tremblement de terre de Constantinople'' adli ünlü raporunda bu gerçek bakin nasil vurgulaniyor:

''Binalarin çogunun ahsap olmasi zararin az olmasini saglamistir. Istanbul'daki binalarin diger yerler gibi bütünüyle kargir olmamasi memnuniyetle karsilanmalidir. Ahsap binalar depreme sasilacak derecede dayanmislardir. Kalitesiz olan eski ahsap binalar bile ayakta kalmisken, yanlarinda olan iyi yapilmis güzel ve yeni, hatta demirle baglanmis olan kargir binalar yikilmislardir.''

Eginitis, geleneksel tugla duvarli yigma binalarin deprem sinavini nasil geçtigini de raporunda söyle anlatiyor: ''Ahsap binalarin depreme daha fazla dayandiklari ortaya çikmis, kargirler aksine nadiren ayakta kalmışlardır. Ahsaptan sonra depreme en çok dayanan binalar tugla ile yapilanlardir. Tugla ile yapilan duvarlar elastik ve saglam olduklarindan kolay dagilmazlar ise de, güzel bag ve istinatlari olmayanlar yikilmislardir. Fakat duvarlari digerine güzel baglanmış ve civar evlere bitisik olan evler çok hafif çatlamislardir. Büyükada'da tugla ile yapilan bir evin tastan yapilmis olan orta kismi yikilmis, tugladan olan kisminin ayakta kaldigi görülmüstür. Bu da tugla ile güzel insa olunarak, demirler ile baglanan binalarin depreme dayandiklarini kanitlar...'' (Toplumsal Tarih dergisi, Eylül 1999)

10 Temmuz 1894'te, Osmanli belgelerine ''Büyük Hareket-i Arz'' olarak geçen depremde Çatalca'dan Kartal'a ve Sariyer'den Eminönü'ne dek tüm Istanbul depremi yasamis, ancak ölü sayisi (Kapaliçarsi'da ölen 130 kisiyle birlikte) 500'ü asmamisti.

17 Agustos 1999 depreminde ise bir Istanbul depremi olmamasina ragmen, sadece Avcilar'da 300'e yakin kisi öldü. Üstelik çöken yapilarin tümü de geleneksel ahsap karkasi ya da yigma tugla sistemleri çagdisi bularak ''terk eden'' bir anlayisin ülkeye egemen kıldigi, ''çagdas ve modern''(!) betonarme karkas sistemde insa edilmislerdi...

Iste simdi Istanbul, gerek olaganüstü sayi ve oranlara tirmanmis olan kaçak ve denetimsiz yapilariyla, gerekse ruhsatli bile olsalar depreme karsi güvenilirlikleri ''tartisilir'' oldugundan toplumsal bir panige de yol açan tasiyici güç ve yetenekleri ''meçhul'' sayisiz betonarme binasiyla, bilimin ''ufukta'' dedigi yeni büyük depremini 1894'tekine göre çok daha ''hazirliksiz'' bekliyor.

Bu ''kaos'' ortaminda hükümetin, belediyelerin ve halkin ''çözüm'' adina dört elle sarildiklari kimi uygulamalar ise sorunun ''dev boyutu'' göz ardi edildiginden ve köklü çözümlere yönelme yerine ''geçici ve göstermelik davranislarla'' yetinildiginden, deprem tarihine belki de ''yanlislardan arinmak yerine ört bas edilerek huzurun arandigi'' en büyük toplumsal aymazlik olarak geçiyor...

Örnegin, önce su ''saglam görünümlü'' binalarin genel durumuna bakalim. Kadıköy Belediyesi'ne yapilan ve depreme karsi dayanikli olup olmadiginin saptanmasi istenen bina sayisinin 5000'i geçtigi açiklandi. Istanbul Büyüksehir Belediyesi'nce olusturulan hasar tespit komisyonuna ise ayni amaçla ''günde 500'ün üzerinde'' basvuru oldugu belirtiliyor.

Benzer komisyonlar olusturan diger belediyeler ile meslek odalari, üniversiteler ve Bayindirlik Müdürlügü'ndeki basvurular da göz önüne alindiginda, Istanbul'daki büyük çogunlugu betonarme karkas sistemde insa edilmis 800 bini askin binadan en az üçte birinin kullanicilari ''güvensizlik'' içindeler ve ''bir seyler yapilmasini'' bekliyorlar.

Böylesine büyük bir yapi kitlesini (yaklasik 250-300 bin) depreme dayanikli hale getirmek bir yana, tasiyiciliginin ne durumda oldugunu saptamak için gerekli ön tespit çalismalari için bile ne belediyelerin teknik ekipman gücü yetebilir, ne üniversitelerin ne de meslek odalarinin.

Nitekim, bu durumu en iyi degerlendiren de yine ''pazar ekonomisi'' oluyor ve kamusal hizmetin yetersizligi ile olusan açigi ranta çevirmek üzere çok sayida ''ücretli bina denetimi'' firmasi deprem panigi piyasasinda ''tarihsel firsati'' kaçirmiyorlar.

Bunlara, Bayindirlik Bakanligi'nca ''yetki belgesi'' verilmis 500 kadar ''mühendis-müsavir bürosu'' da eklenerek, Istanbul'un yaklasan depreme hazirlanmasi, sadece ''denetim ve onarim paralarini verebilecek'' durumdaki yapi sahiplerinin, bu hizmetten para kazanmak üzere örgütlenmis firmalarla olusturacaklari profesyonel iliskilerle ''sinirli'' bir düzeyde birakiliyor...

Peki, bu profesyonel hizmete yüzlerce milyon, hatta milyar lirayi ''veremeyecek'' durumdaki kullanicilari ve sahipleri bulunan ''birkaç yüz bina'' ve içinde yasayan ''milyonlarca insan'' ne olacak?..

Parayi verenin evini saglamlastirdigi bir ortamda, bu olanagi bulamadigi için sürekli bir kaygi ve gerilim içinde yasayan milyonlar, daha deprem olmadan bile ''ruhsal çöküntü'' içine girerlerken, yaklasan büyük depremin ''öncelikli kurbanlari'' olarak da gözden mi çikarilacaklar?..

Ayrica su da bir gerçek ki kimi firmalarin ya da ''sivil'' görünümlü kuruluslarin milyarlar karsiliginda hazirladiklari ''inceleme raporlari'' sonucunda yapi sahiplerine önerdikleri ''takviye projelerini'' uygulayabilmek için de neredeyse o binanin yeniden yapimina yakin, yüksek bir ''insaat maliyeti'' çikiyor. Bunu ödeyemeyecekleri için, ellerinde kalan ''takviye raporlariyla'' daha da büyük gerilimlere giren bina sakinleri ise toplumsal panigin bu kez de ''yaklasan tehlikeyi açikça ve belgeli olarak gören'' ve bunun için de ciddi paralar harcamis ''isyankarlari'' olarak kaos ortamina katkida bulunuyorlar...

Tek tek degil, 'toplu' çözüm

Bütün bunlar karsisinda, Istanbul için acaba ''köklü çözüm'' nedir? Yillardir yasadisi yapilasmanin ve basibos bir imar, insaat düzeninin tutsagi kilinan, ''gözbebegimiz'' ve ''dünya mirasimiz'' Istanbul'u, eli kulaginda oldugu söylenen büyük depreme karsi nasil koruyacagiz? Yüz binlerce takviye gereken binayi ve güvenilir mekanlar bekleyen milyonlarca insani nasil güvenceye alacagiz?..

Yukarida özetlenen ''tablo'' gösteriyor ki ''bireysel olanaklarla'' ve tek tek yürütülen ''özel çabalarla'' bu önceden haberimiz olan felaketten kurtulabilmek artik mümkün degildir.

Yanilmiyorsam, Emre Kongar'in son yazilarindan birinde okumustum; ''Her koyun kendi bacagindan asilir, ama bunun nedeni koyun olmasidir'' diyordu.

Bu özlü vurgulamayi Istanbul'daki binalar için de söyleyebilir, hatta su gerçegi de ekleyebiliriz. Tek tek bazi yapilar, kendi olanaklari ile depreme hazirlansalar bile, yüz binlerce binayla birlikte ''koca bir kent çöktügünde'', o ayakta ve ''azinlikta'' kalanlarin da yasamini ayni kent içinde sürdürmesi çok zor olacaktir...

Iste bu nedenle Istanbul için tek ''kurtarici'' çözüm, aslinda deprem kapida olmasaydi bile bugüne dek çoktan baslanmasi gereken ''kentsel restorasyon ve yenileme'' seferberligidir.

Geçen haftaki yazimizda (28/11/1999-Dergi) ayrintilariyla dile getirdigimiz ''Olaganüstü Hal'' (OHAL) uygulamasi içinde ve yine ayni yazida vurgulamis oldugumuz; ''tüm imar planlarinin ve yeni imar uygulamalarinin hemen ve belli bir süre için durdurulmasi'' kosuluna bagli olarak baslatilacak bir kentsel restorasyon ve yenileme kampanyasinda, sadece yerel ve ulusal degil, ''uluslararasi kaynaklarin'' da devreye sokulmasi gerekiyor.

Çünkü Istanbul, UNESCO'nun dünya miras listesinde yer alan bütün insanliga ait bir kültür ve uygarlik degeri olarak, ''tarihinin en zorlu günlerini'' yasiyor. Hatta, hiç sakasi yok, tam bir ''varolus ya da yokolus'' sürecine her gün biraz daha yaklasiyor.

Örnegin, 2. Dünya Savasi'ndan sonra, Berlin'i dünya degerleri arasina ''yeniden kazanabilmek'' için Almanya'nin çabalari uluslararasi bir kampanya ile nasil desteklendiyse, simdi de ayni küresel duyarliligin, elbette ki önce ''ulusal duyarliligi'' örgütleyerek, depremi bekleyen Istanbul için harekete geçirilmesi kaçinilmaz görünüyor...

'3. Binyil' projesi

Peki, Istanbul için ''kentsel restorasyonun'' ve ''kentsel yenilemenin'' yöntem ve stratejileri için neler söylenebilir? Öncelikler ve kaynaklarin ayrilmasi, ülesilmesi, kullanilmasi nasil programlanabilir?..

Bu sorunun ayrintili ve kapsamli yaniti için, hiç kuskusuz önce kentsel restorasyon ve yenileme projesinin ''ön kosulsuz benimsenmesi'' ve hemen ardindan basta üniversiteler olmak üzere, yerel yönetim, ilgili kamu kurumlari, meslek odalari ve diger uzman, demokratik kuruluslarin katilimiyla bir ''eylem plani'' gelistirmek gerekiyor.

Yine de bu yazinin sinirlarini biraz daha zorlayarak, ilk akla gelebilen çalisma akslarini ve öncelikleri belirtecek olursak, simdilik sunlarla yetinmek dogru olacak:

Tarihsel (merkez) semtler

Kentin en eski yapilarini ve tarihsel bellegini barindiran ''Suriçi'' ile ''Galata-Pera'' bölgesi ve Besiktas, Sisli, Kadiköy, Üsküdar, Bakirköy gibi semtlerdeki yine tarihsel kimligi yasatan yapi stoklari ''yogun bakima'' alinmalidir.

Örnegin Süleymaniye, Zeyrek, Haliç (Fener-Balat-Eyüp) gibi bölgeler ve ''Beyoglu-Tarlabasi-Dolapdere-Kasimpasa'' dokusu, yillardir barinabilecek nüfusun altinda hizmet vererek, metruklugun ve terk edilmisligin yipratici etkileriyle harap durumda. Oysa bu semtler, kentsel restorasyon ve yenileme ile sagliklastirildiklari takdirde, ''altyapisi da yeterli ve depreme geleneksel olanak dayanikli kimlikli yapi stoklari'' elde edilecektir.

Böylece bir yandan Istanbul'u ''Istanbul'' yapan tarihsel kent karakteri korunup yasatilabilecegi gibi, öbür yandan nüfusun ve yeni yapilasmanin kent disi alanlara kaçarak, ''ormanlari ve su havzalarini isgale hazirlanan'' ve simdi de ''depremi bahane eden'' spekülatif uydu yerlesme salgininin önüne geçilebilecektir.

Bu projenin gerçeklesebilmesi için ise,

**Tüm ünlü isadamlari, zenginler, Istanbul disinda konut yatirimi organize eden firmalar ve Toplu Konut Idaresi (TOKİ), diger tüm projeleri yerine, Istanbul'un tarihsel semtlerindeki eski binalari onarmaya ve bu semtleri sagliklastirarak iskana ve çagdas yasama açmaya hizmet edecek kentsel restorasyon ve yenileme kampanyasina katilmaya çagrilmali, hatta OHAL kurallari isletilerek yasal olarak zorlanmalidir.

**Tüm yerel ve ulusal kaynaklar ile TOKI kredileri ve konut üretimine katilan bankalarin tesvik ve kredi olanaklari, örnegin Avrupa Konseyi'nin Fener-Balat projesine olan destegindeki gibi örgütlenmelerin de yayginlastirilmasi yoluyla uluslararasi kaynaklar harekete geçirilerek, bu büyük ve tarihsel seferberlige katilmalidir.

**Hükümet bu kampanya için özel yasa, özel yetkilendirmeler ve Birlesmiţ Milletler'den baslanarak uluslararasi iliskiler konusunda etkin ve kararli olarak devreye girmelidir...

Diger semtler ve binalar

** Tarihsel nitelik tasimayan, ancak Istanbul'un yerlesik dokusunu olusturan diger yeni binalarin bulundugu semtlerde de yapilarin tek tek ve sadece yapi sahiplerinin parasal olanaklariyla saglamlastirilmasi çabasinin kenti ve insanlari deprem yikimindan kurtaramayacagi açiktir.

**Bu semtler için de yine tüm binalarin denetim ve bakimini belli bir çalisma programi ve ''yapilarin durumuna göre saptanacak öncelikler'' içerisinde (su anda öncelik, parasi olanlar için geçerlidir) yürütebilecek, kamusal sorumluluklar içinde örgütlenmis bir ''teknik elemanlar ordusuna'' (TEO) ivedili gereksinme vardir.

**Yine, geçen haftaki yazimizda ele aldigimiz TEO'nun kurulus ve çalisma kosullari ile olanaklari konusunda OHAL kurallari içerisinde gerekli kaynaklar bulunabilir. Ayrica, ulusal ve uluslararasi kredi olanaklariyla birlikte, yine TOKI ve Dünya Bankasi olanaklari da bu semtlerdeki kentsel restorasyon ve yenileme seferberligi için devreye sokulabilir.

Kamusal mekanlar, çarsilar...

Istanbul, ''haberdar'' oldugu bir büyük depreme hazirlanirken, sosyal-kültürel ve ekonomik yasamini da sürdürecegi gibi, kamusal hizmet olanaklarini da güvence altina alma durumundadir. Bu nedenle,

**Okullar, hastaneler, kamusal mekanlar, çarsilar, sinema-tiyatro-konser salonlari, toplanti ve kapalispor mekanlari.. ''özel ve ivedi bir programla'' derhal bakim ve onarim seferberligine alinmalidir.

**Bu tür tüm mekanlar yine özel bir TEO ile ivedi denetlenerek, risk tasiyan binalar kullanima ''hemen'' kapatilmali ve yine okullar ile hastanelere öncelik verilerek yapisal durumlari teknik güvenceye alinmadan hizmete açilmamalidir. Çarsi, sinema, tiyatro, alisveris merkezleri vb. gibi mekanlarin ise yapi ve isletme sahiplerine banka kredileri saglanarak güvenilir duruma getirilmeleri ''kesin kosul'' olarak belirlenmelidir.

Deniz ulasimi 'ivedi' planlanmali

Istanbul için yillardir dile getirilen, ancak hep ihmal edilen ''denizden ulasim olanagini'' bir an önce yasama geçirmek için de artik ''yasamsal durum'' vardir. Deprem aninda kent içi ulasimin tümüyle tikanacagi, insanlarin evlerine ulasmasi ya da yaralilarin hastanelere tasinmasi ve her türlü yardimin koordinasyonu konusunda en büyük sorunun ''tümüyle tikanacak yollar olacagi'' kesindir.

Bu açik gerçek karsisinda Istanbul için artik deniz ulasimi en yaygin ve en örgün bir biçimde hemen baslatilmalidir. Simdiden devreye sokulacak ve Bogaziçi-Marmara-Haliç üçgeninde yeterli yeni iskeleler ve deniz tasiti olanaklariyla olusturulacak bir su yolu tasima sistemi, son günlerde Besiktas Belediyesi'nin gündeme getirdigi gibi özel motorlarla veya Sehir Hatlari ile IETT'nin birlikte proje gelistirmesiyle de yasama geçirilebilir...

Demiryolu tüp geçise baglanmali

Ulasim konusunda artik daha fazla geç kalinmamasi gereken diger önemli proje ise, Istanbul için yillarin bir baska büyük özlemi olan demiryolu tüp geçistir.

Olasi depremlere karsi yeterli güvenceler içinde projelendirilen ve kentin iki yakasindaki mevcut ve yeni yapilacak rayli sistemleri birlestirerek, tüm metropolitan alanda hizli ve güvenilir toplu ulasimi saglayacak olan demiryolu tüp geçis için ''depremde önce hizmete sokma'' hedefini de kentsel restorasyon ve yenileme seferberligi içine katmak gerekiyor...

Dünyaya isbirligi çagrisi...

2700 yasindaki Istanbul için ''3. Binyil Projesi'' denebilecek bu büyük restorasyon ve yenileme seferberligi için öncelikli görev ve sorumluluk, elbette ki ulusal teknik gücümüze ve kendi kamu ve özel insaat sektörümüze düsüyor.

Ancak, böylesine degerli bir dünya mirasini, deprem karsisinda yikilmaktan kurtaracak uluslararasi dayanisma kampanyasina kosut olarak, yine dünyanin kentsel restorasyon ve yenileme konusundaki deneyimli ülkelerinden teknik ve profesyonel destegin saglanmasi da ayni evrensel sorumluluklar içerisinde hem anlamli, hem de gerekli olacaktir.

Bu konuda herhangi bir duygusal duruma düsmeden ve ayni proje için kullanilacak kaynaklardan ''pay kapma'' hirsi içinde de kalmadan, ulusal teknik gücümüz ve insaat sektörümüzün yaninda yabanci uzman ve firmalara da ''Dünya mirasi İstanbul'u birlikte kurtarma'' çagrisini yapmak, uygulama olanaklarini güçlendirecegi gibi, uluslararasi finans kaynaklarinin devreye girmesinde de etkili bir iliskiler zinciri yaratacaktir..

...Ve, toplumsal örgütlenme

Iste, böylesine genis kapsamli ve ivedi harekete geçilmesini gerektiren bir seferberligin, en az kaynak yaratilmasi ve kurumsal yapilanma kadar önem tasiyan gerçeklesme kosulu da hiç kuskusuz toplumun ''kenti sahiplenme bilinci'' içinde ''örgütlenmesidir''.

Tipki Japonya'nin Kobe kentinde oldugu gibi, depremzedelerin dayanisma örgütlerine benzer sivil birliklerin, bu kez Istanbul'da beklenen depremden ''önce'' yaratilmasi ve kentsel restorasyon ile yenileme projelerinin her asamasinda bu toplumsal örgütlenmenin denetimden uygulama organizasyonlarina dek etkin olarak devreye girmesi, Istanbul için 3. binyil projesinin ayni zamanda bir ''demokrasi okuluna'' dönüsmesini de saglayacaktir.

Özellikle mahalle ölçegindeki restorasyon ve sihhilestirme projeleri için yöre sakinlerince olusturulacak kentsel hizmet kooperatiflerinin islevi kentli bilincinin gelismesini de saglayacagi gibi, genelde Istanbul için alinacak karar süreçlerinde üniversitelerin, meslek odalarinin ve diger ilgili demokratik kuruluslarinin katilimi, bu bilincin kalici bir demokratik yönetime kavusmasina da büyük katkida bulunacaktir...

'Baska Istanbul yok...'

Evet... Son olarak sunlari yineleyip, bu yazimizi da noktalayalim. Istanbul, yaklasan depremden olagan önlemlerle degil, ancak olaganüstü önlemlerle kurtulabilir. Çünkü kentin yillardir içine itildigi her yönüyle çürük ''imar durumu'', olaganüstü tikanikliklar ve zorluklar içermektedir.

Bu olaganüstü önlemin temel hareket noktasini ise bireysel degil ''toplu kurtulma'', yani ulusal ve evrensel ölçekli bir seferberlik içinde ''kentsel restorasyon ve yenileme'' hedefi olusturabilir. Tersi durumda ise Istanbul olasi bir yikimdan sonra yeniden kurulsa bile, o artik ''dünya mirasimiz Istanbul" olmayacaktir...

Cumhuriyet Pazar Dergi Sayi: 715, Sayfa: 1-2-5 05 Aralik 1999

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Ana Sayfa