SAAT 1915'TE DURDU
Oral Çalislar
J.C. Kebapçiyan Türkiye ile diyalog yanlisi bir çizgi izledigi için basi derde girmis bir arastirmaci. Ailesinin Yozgat'ta yaptirdigi saatin tehcirin basladigi 1915 yilinda durduguna inaniyor. "Gelin bu saati birlikte çalistiralim" diyor.
Istanbul'un ebedi bir sehir oldugunu düsünüyor J.C. Kebapçiyan ve söyle devam ediyor: "Bu 40 yil içinde Istanbul'un ruhundan çok fazla bir sey kaybettigini zannetmiyorum. Kaybolan sadece belki o eski insanlar, azinliklar. 40 yil önce azinliklarin sosyal ve kültürel yasamdaki katkilari daha etkiliydi. Bence bugün bunlar azalsa da hala devam ediyor."
TÜYAP Kitap Fuari'nin konuklarindan birisi de Ermeni asilli Fransiz arastirmaci Jean Claude Kebapçiyan'di. Kebapçiyan, Ermeni Diasporasi Arastirmalari Merkezi'nin kurucusuydu. Uzun yillardir, Türkiye ile diyalog yanlisi bir çizgi izledigi için basi derde girmis, Ermeniler içindeki diyalog karsiti kesimlerin tepkisini çekmisti. Bundan 12 yil önce Ermeni asilli Sarkici Charles Aznavour'la yaptigi diyalog yanlisi söylesisi nedeniyle Armenia adli dergiden kovulmustu. Ancak aradan geçen zaman içinde Yozgatli Kebapçiyan'in savundugu diyalog çizgisi yayginlik kazandi. Türk ve Ermeni aydinlari arasinda baslayan bu dostluk köprüsü giderek gelisti. Kebapçiyan, ailesinin Yozgat'ta yaptirdigi sehrin saat kulesindeki saatin 1915'de durdugunu düsünüyor ve "Bu saati gelin hep birlikte yeniden çaistiralim" çagrisini yapiyor.
Birkaç yil önce Ermenistan'in baskenti Ervan'da dönemin Ermenistan Devlet Baskani Leon Ter Petrosyan'in danismani Profesör Libaridyan'la bir aksam yemegindeydik. Libaridyan, Petrosyan'in Kilisli kendisinin de Tarsuslu oldugunu söylediginde çok heyecanlanmistim. Libaridyan hemsehrimdi. O da böyle bir tarihsel ortakliga çok sevinmisti. Beni kiziyla da tanistirmak istiyordu. Amerika'da dogup büyüyen kizinı gördügümde, sanki bir Tarsusluyla yüzyüze gelmis gibiydim. Geçmis günlere yolculuk kimi zaman hüzünlü oluyor.
1990 yiliydi. Almanya'nin Hamburg kentinde arastirma yaptigim Enstitü'de, arsiv sorumlusu bir kadin arkadasimiz vardi. Aylarca birlikte çalismistik. Bir gün söz Türkiye'den açildiginda, kendisinin de kökeninin Türkiye oldugunu söyledi. Annesinin babasi Tarsus Belediye Baskani'ymis. Ailesi daha sonra tehcirle birlikte Lübnan'a gidenlerdendi. Annesi daha sonra oradan Almanya'ya gelip yerlesiyor. Benim annem de o sirada Hamburg'daydi, onun annesi de. Bulusmalarini önerdim. Onun annesi reddetti. Kimbilir, hangi acilari, hangi geçmisi animsamak istememisti?
Ermeni Diasporasi Arastirmalari Merkezi'nin kurucusu Yozgatli Kebapçiyan'la bu yakin geçmisin acilarini ve Türk-Ermeni diyalogunu konustuk.
Ermeniyim, milliyetçi degilim...
"1942 yilinda Paris'te dogdum. Yozgatli bir Ermeni ailenin ogluyum. Ailem Fransa'ya 1926'da gelmis. Bes kardesin dördüncüsüyüm. Asil adim Misak Karnik fakat o zaman Fransız otoriteler Ermeni ismi konmasına izin vermedikleri için ismim Jean Claude olarak degişti. Misak baba tarafimdan dedemin ismi. Ayni zamanda Misak Manukyan Fransa'da Nazilere karşı mücalede öldürülen bir anti-fasist Ermeni direnisçisinin adi. Ermenice'de de tek erkek evlat anlamina geliyor. Ailemin benden önce üç kiz çocugu oldugu için sanirim bana Misak demisler. Ben çok hassas bir çocuktum. Ermeni aileler çogu zaman çocuklarini üzmemek için geçmis hakkinda fazla konusmazlardi. Annem bana zaman zaman Yozgat'tan, oradaki yasantilarindan söz ederdi. Günlük hayatlarindan, ailelerden, Ermeni evlerinden, yasam tarzlarindan...
Annemin babasi, 1915 Tehciriyle birlikte götürülüyor ve yok oluyor. Annem, dedem götürüldügünde çok küçükmüs ve yalnizca babasinin sarkilar söyleyerek gittigini hatirliyordu. Bu beni çok etkilemisti. Annem, bana Türk komsularinin kendilerine yardim ettiklerini anlatirdi. Ben annemin çocukluk anilariyla büyüdüm. Belki de bu yüzden daha lise yillarimda bir Fransiz sömürgesi olan Cezayir'in özgürlügü için mücadele etmeye basladim. Okudugum lisedeki ilk anti-fasist komiteyi 1960 yilinda ben kurdum. Bildiriler kaleme alip dagittim.
1968 olaylarinda bir sol gazetenin redaktörlügünü yaptim. Her zaman editörlük ve yayincilik yapmak istedim. Bu benim hayalimdir. 1970'de Ermeni kimligim ortaya çikmaya basladi. Bu kimligimin ortaya çikmasi hiç bir zaman milliyetçilik biçiminde olmadi. Bu benim daha çok evrenselligimin zenginlesmesi anlaminda bir uyanisti. Bellegimde geçmisin anilari ortaya çikmaya baslamisti. Bir yayinevi kurmaya karar verdim. Birlikte yayincilik yaptigim arkadasimla birlikte sorduk: Neden Ermeni Diasporasi hakkinda arastirma yapmiyoruz? Örnegin, gençler iki kültürlülük durumunu nasil görüyorlar? Ermeniler nasil yasiyorlar? Böyle yola çiktik.
Astrid Yayinevi'ni kurduk. Astrid, Ermenice "Yildizcik' demek. 1900'lü yillarda Ermeniler'in yasami hakkinda bir kitap hazirlamaya karar verdik. Kitap 'Ermeniler 1900' adini tasiyordu. "Ermeni Tabusu'' kitabinin yazari Yves Ternon bu kitabin tekstini yazdi. Fransa'da yasayan bir küçük çocuk büyük babasindan geçmisin öyküsünü ve nasil yasadiklarini anlatmasini istiyor. Kitap, dedenin dilinden geçmise bir yolculuk yapiyordu. Yves Ternon'un teksti siirsel bir dille geçmiste yasanan bir mutlulugu dile getiriyordu. Bu kitap annemin bana çocuklugumda anlattigi öykülerin bir devami gibiydi. Bu kitabin Türkçe olarak basilmasi için hazirlik yapiyoruz.
Ermeni Diasporasi Arastirma Merkezi'nde pek çok doküman ve eski fotograflar toplamaya basladik. Baska kitaplarim da oldu. Örnegin Yahudi Diasporasi... Fransa'daki Çingenelerin yasami üzerine çalismalar yapip belge topluyorum. Sadece Ermenilerle degil Fransizlarla Musevilerle pek çok kisiyle çalistim. Hatta Diaspora Merkezi'ni kurdugumda birlikte çalistigim kisi de Fransiz'dı. Benim dünyaya bakis açim, milliyetçi degil evrenselcidir. Milliyetçi bir tutumum yoktur. Ermeniler'in varolan kuruluslarindan belki de bizi ayiran Ermeni milliyetçisi olmamamizdi. Merakim sayesinde belge toplamayi sürdürdüm. Ortaçag'da yasamis Ermeni sair Krikor Naregatsi ile Yunus Emre arasinda bir karsilastirma yaptik ve bunu ögrencilerin karsisinda sunduk. Türklerin gecelerine sIk sIk giderdim, bir çok Türk arkadasim oldu.
Kuzenim Yelda Yosmayan da Istanbul'da güzel sanatlar egitimi almisti. Istanbul ruhu olan bir sehir. Ilk kez Türkiye'ye 40 yil önce, 1959 yilinda18 yasindayken gelmistim. Çok fazla Istanbul'u gezme firsatim olmadi. Ancak o atmosfer, o canlilik, o kalabalik, minareler, ezan sesleri, sehrin üzerindeki o sis, günesin batisi, sanki kendimi küçük Yozgat'taymisim gibi hissettim. Yozgat'a hiç gitmedim. Bu 40 yil sonra ikinci gelisim. 18 yasindayken isyankar bir gençlik ruhuna sahiptim. Simdi biliyorum ki, en büyük isyankarlik bir seyler üretebilmek, bir seyler kurmaktir. Bir seyler yaratmaktir. Istanbul'un ebedi bir sehir oldugunu düsünüyorum. Aslinda bu 40 yil içinde Istanbul'un ruhundan çok fazla bir sey kaybettigini zannetmiyorum. Kaybolan sadece belki o eski insanlar, azinliklar, tabii 40 yil önce azinliklar daha çoktu. Azinliklarin sosyal ve kültürel yasamdaki katkilari daha etkiliydi. Bence bugün bunlar azalsa da hala devam ediyor.
Geçenlerde Ermeni toplumuna seslenen Agos gazetesini ziyaret ettim, Ermeni yazarlarin kitaplarini Türkçe yayimlayan Aras yayinevini ziyaret ettim, bir sekilde bu kültürün buralarda devam ettigine tanik oldum. Fakat insan kaynaklarinin ve insan potansiyelinin azaldigi da bir gerçek. Ama o Istanbul ruhu hala yasiyor. Dekor hala var. Bence bellek resimlere ve imajlara dayanir ve bu da gelecege dogru devam eder. Beni çeken nostalji degil. Ben her yerin eski canliligini kazanabilecegini düsünüyorum. Istanbul için de ayni düsünceler içindeyim.
1986 yilinda Armenia gazetesinin redaktörlügünü yaptigim sirada bir yazimda su soruyu sordum: "Türklerle acaba diyalog kurmak gerekir mi?" Bu soruya "Evet' cevabi verdim. Bu yüzden beni gazetenin kapisina koydular. Charles Aznavour'la bir Ermeni gazetesi için görüsen ilk Ermeni gazeteci de ben oldum. Bu görüsme 1985 yilinda gerçeklesti ve her ikimiz de diyalogun gerekliligi noktasinda birlestik.
1992 yilinda Jacques Chirac'in destegiyle Ermeni Diasporasi Arastirma Merkezi kuruldu. Bu Merkezi desteklemek amaciyla Paris Belediyesi'nde büyük bir toplanti düzenlendi ve bu toplantiya 1500 Ermeni katildi. Bu arada Ani dergisini yayimladim. Ani dergisindeki ilk yazimda da Ani sehrinin bir bulusma merkezi olabilecegi fikrini ortaya attim. Paris Belediyesi, bu fikir ilk ortaya atildigi zaman bütün Ermenileri bir araya getirmek hedefini önüne koymustu. Ben bu konuda Ani'nin korunmasinin çok önemli oldugunu savundum. Bu konuda da bir kitap yayimladim. Ortaçag konusunda uzman Profesör George Debusy ile beraber bir çalisma grubu kurduk. Su anda Fransiz-Türk ortak komisyonu Ani'nin kurtarilmasi konusunda çalisiyor sanirim. Çünkü yillar geçtikçe bu zenginlik yavas yavas yokoluyor. Siz Ani'yi görmüssünüz çok sanslisiniz, ben henüz ugruna büyük çabalar sarf ettigim Ani'yi göremedim. Ani'nin korunmasi Diaspora Ermenileri için bir güven vesilesi olabilir.
Konustugunuzda, karsinizda birisi oldugu zaman, sordugunuz sorunun cevabini aldiginiz zaman-bu belki geçmisin acilarini silmez ama-gelecege umutla bakmak için bir neden olabilir. Böyle bir diyalog olumluya dogru, iyiye dogru bir gidis sayilabilir. Tabii ki ortak çalismalar, diyaloglar bu açidan çok önemli. Türkçe bir atasözü var: "Söz gümüsse suküt altindir." Ancak bugün susmak degil konusmak gerekir. Sessizlikle hiç bir ţey çözümlenemez. Tabii ki her aklimiza geleni söylememek sartiyla. Konusurken özenli olmak, dikkatli olmak sartiyla. Resmi sessizligin içinde Yves Ternon tarafindan yazilan "Ermeni Tabusu" önemli bir çiglik oldu. Bizim için diyalog açisindan önemli bir sinyal oldu.
Ermeniler arasinda günümüzde diyaloga karsi olanlarin pek bulundugu inancinda degilim. Iki yil önce Fransa'da, Paris'te ve Lyon'da Ragip Zarakolu'nun da katildigi söylesilere her iki nesilden insanlar katildi. Bu toplantilarda hiç kimsenin diyaloga karsi oldugunu gözlemlemedim. Biz de buna sasirdik. Ne Ermenistan'da, ne de Diaspora'da diyaloga karsi çikan hiç kimseye rastlamadim.1986 yilinda Armenia'da çalisirken durum farkliydı, bugün daha farkli. O günden bugüne çok seyler degisti. Ermenistan devletinin olumlu yaklasimi, Diaspora Ermenilerini de etkiledi. Söyle de düsünebiliriz: O yillarda da insanlar diyalog kurmanin gerekli olduguna inaniyorlardi, fakat cesaret edemiyorlardi. Simdi Armenia gazetesi yok, ama o dönemde belki gazete yönetimi de böyle bir diyalogdan yanaydi, ama cesaret edemiyordu. Bu konuda ayni fikirde olmayan gazeteler bile günümüzde sayfalarini diyalog önerilerine açtilar. Bu konuyu ele aldilar. Türkiye'nin resmi tutumunda ne yazik ki henüz bir degisiklik yok. Su ana kadar kuvvetli bir isaret kuvvetli bir gösterge ortaya çikmadi. Aydinlarin bu konuda olumlu çabalari oldugunu söyleyebiliriz. Fakat ne yazik ki onlarin azinlikta kaldiklarini düsünüyoruz. Öte yandan azinlikta olmasalar dahi devletin, sivil toplumun bu hareketini izlemedigi bir gerçek. Insanlar bu yaptiklarimizi dogru buluyorlar, takdir de ediyorlar, fakat bizi sanki kahramanmisiz, ya da Diyojen'in Lambasi'ymisiz gibi degerlendiriyorlar. Bizi rahatsiz eden bu tabu. Tarihin bir parçasi, bu ülkenin tarihinin bir parçasi. Bunu konusmak hala bir tabu konumunda. Bizi çok rahatsiz eden bu. Bazi önemli köse yazarlari, sözde deyimini kullanmanin yanlis oldugunu yazdilar, konustular, ancak bu tutum bizi çok rahatsiz ediyor. Bütün ülkelerin karanlik sayfalari oldu. Bunu yirtip atmak mümkün degil, ya da bunu kapatmak ve üzerini örtmek. Ya da anlamini degistirmek. Fakat bu sayfayi çevirebiliriz. Belki de tarihin bize sundugu tek çözüm bu sayfayi çevirmek. Ben bu konuda iyimserim. Sosyalizm Sovyetler Birligi'nin oldugu dönemde dünya ikiye bölünmüstü. Ona karsi olanlar ve onun tarafinda olanlar. Simdi Sovyetler Birligi yok. Bu bölünmüslük yok. Aksi halde emperyalist bir kaos ortaminin olmasi gerek. Bugün bir ekonomik kaos yasaniyor, bütün ülkeler birbirine borçlu. Bu kaos ortamindan çikmak için evrensel bir demokrasi ortami olusturmamiz gerekir. Bu demokrasi de kültürlerin birbirine saygi duymasiyla olabilir ancak. Sovyetler'in yikilmasi sonrasi evrensel demokrasi ve kültürlerin birligi olanagi daha da artti. Ermenistan, Azerbaycan, Karabag gibi bütün bu sorunlar diyalogla çözülebilir.
Bugün enerji kaynaklarinin akisinin saglanmasi için bu boru hatlarinin pek çok ülkeden geçmesi gerekiyor. Bu nedenle entegrasyon bu anlamda çok önemli. Sosyalizm, eger bugün hala sosyalizm diyebiliyorsak, evrensel bir çerçeveye bürünmeli. Troçki'nin 'Sürekli Devrim' tezi bugün benim için ihtilal olmadan bir anlam içeriyor. Aydinlar, demokratlar, baska sosyal gruplar çalısabilirler, ancak Ruslarin yaptigi gibi bu isler profesyonel ihtilalcilerin isi olmayacak. Sosyalizmin bıraktigi boslugu, ilerici Islamcilar, laikler gibi toplumsal gruplar doldurmalilar. Dünyada bir elit tabaka var, bu elit tabakayi bir araya getirerek, bunu yapabiliriz.
Dünyanin zenginliklerini, dünyanin zengin ülkelerinin eline birakmak çok yanlis. Bu zenginlikler tüm dünyaya ait. Ekonomik entegrasyonda eger bazi ülkeleri dislarsak, o zaman hiç bir sey yoluna girmeyecek demektir. Eski Yugoslavya'da olanlar ve su anda Kafkasya'da olmakta olanlar korkunç ţeyler, umarim bunlar dünyanin diger yerlerinde olmaz. Olmasini da istemiyorum. Fransa'da sosyalizm oldugunu düsünmüyorum. Fransa'da liberalizm var. Türkiye'deki durumu bilmiyorum, ama eger partiler söylediklerinden farkli davraniyorlarsa bu durumda sosyalizmin bir analizi yapilamaz. Sivil toplumun aktif olmasi ve sivil hayattaki her yerde olmasi gerekiyor. Geleneksel partilerle bu is olmaz. Yeni politika sekilleri, yeni hareket biçimleri ortaya çikarmak gerekiyor.
Yozgat'taki saati isletelim
Annemlerin döneminde bir saat kulesi varmis. Ögrendigime göre bu saat hala çalisiyormus. Bu saat kulesi annemin bir akrabasi tarafindan yapilmis. 1989 yilinda Ermenistan'daki büyük deprem sirasinda Gümrü saat kulesindeki saat depremin oldugu an durmus. Annemin Yozgat'taki akrabalarinin yaptigi saat de sanirim 1915'te durdu. Simdi bu saati hep birlikte yeniden çalistirmamiz gerekiyor. Annem bana kalan baglardan, evlerden, çesmelerden sözederdi. Hep güzel seylerden bahsederdi.
O dönemde Osmanli, Ermenice'nin ögrenilmesini desteklemezdi ve ögrenilmesi bu nedenle kolay degildi. O yillarda annemler Ermenice'yi gizlice ögrenirlermis. Küçüklügümde ailem beni Ermenice ögrenmem için Ermeni kilisesine gönderdiginde sayimiz fazla degildi. Ben de kendimi Yozgat'ta gizlice Ermenice ögrenenlerden birisi gibi hissederdim. 1924 yilinda annemler Yozgat'tan Istanbul'a geliyorlar. 1926 yilinda ise Fransa'ya geliyorlar. Beni etkileyen seylerden birisi de annemlerin pasaportlarinin üzerine Fransizlar kirmizi kalemle su yaziyi yazmislardi: 'Geriye dönüsü mümkün degil.' O dönemde Türkiye ile Fransa arasindaki bir anlasma nedeniyle sanirim Ermeniler Fransa'da fabrikalarda çalisacaklardi. Yani onlari geri dönmeme sartiyla Fransa'ya götürüyorlardi. Tabii ki Türkiye'den ayrildiklarinda otomatikman Türk vatandasligi haklarini da kaybediyorlardi. Vatansiz insanlar konumuna düsüyorlardi. Benim dilegim bu diyaloglarin hem Türkiye'de, hem Ermenistan'da, hem Diaspora'da devam etmesi. Diyalogun meyveleri, sonuçlari somutlastirilsin. Türkiye'de somutlastirilsin. Böylece gelecege daha sakin, daha umutlu, daha huzurlu bakabiliriz. Karsilikli jestler çok önemli. Bazan politikada atılan küçük adimlar, daha büyük adimlari dogurur. Baslangiç küçük adimlarla olabilir, bunun arkasindan büyük adimlar mutlaka gelecektir. Beni Istanbul'da agirlayan herkese çok tesekkür ediyorum. TÜYAP, Belge Yayinlari'na, Ermeni gazetelerine ve Türk medyasina tesekkür ediyorum. Bu ziyaret beni çok cesaretlendirdi. Diyalog olanaklari açisindan bu ziyaret beni çok fazla cesaretlendirdi. Bu rolü oynamayi hak ettim mi, dogrusu bilemiyorum. Önemli olan bunlarin gerçeklesmis olmasi. Çocuklugumda evimizde raki içilirken, sofrada hem Türkçe, hem Ermenice konusulurdu. Bu bana Türkçe olarak söylenen ''Dostlarin ortasindayız, günesin sofrasindayiz" tümcesini animsatiyor.
Cumhuriyet Pazar Dergi Sayi: 714, Sayfa: 1 -4- 6
Öneri, katki ve elestiri
Yakamoz
Ana Sayfa