ZEMIN ALTIMIZDAN KAYARKEN

Erdogan Özmen

Zemin altimizdan kayiyor, sallaniyorduk. Belki de sakin, siradan, -takmadan, umursamadan- ‘yasayip gidiyoruz iste’ hayatlarimiz; en emniyettte oldugunu sandigimiz yerde, ev-içlerinde en mühim dayanagindan, asinalik duygusundan koptu ve bizler öylece, korunmasiz, garantisiz, kimsesiz kalakaldik. Ayagimizi bastigimiz toprak kayiyordu. Bütün güvencelerimizi, temel güven duygumuzu, belki de önemlice miktarini ölümün inkari için harcadigimiz ruhsal enerjimizi, savunmalarimizi, hafizamizi, baglarimizi toptan yitirdik ve her seyi/her seyimizi içinde yok eden devasa bir korku ve dehset zamaninin ortasinda, öylece kalakaldik. Ister herkesi, hepsini ardimizda unutup hizla merdivenlere ya da pencerelere firlamis olalim, isterse odanin ortasinda, yataklarimizda yigilip kalmis; felç edici o panik dalgasi hiç bitmeyecekmiscesine uzadikça, içimiz tükendikçe yasadiklarimizin farkina belli ki çok sonra varacagiz: Ölüm dehseti her zaman her yerde zira. Ölümün askinligi bütün insani deneyimlerin en önemli motifi: Iç dünyalarimizin dehlizlerinden; rüyalarimiz, arzularimiz, güdülenmelerimiz, korkularimiz ve dirençlerimizden, bütün toplumsal yapilara, inançlarimiz, eglenme tarzlarimiz, anitlarimiz, zaman ve mekan aliskanliklarimiza degin. Ölüm ve yasam karsilikli bagimli ve ölümün bütün dehseti ve yikiciligi karsisinda, ölüm fikri bizi koruyan, esirgeyen bir derinlige sahip. Ölümün, kendi somut ölümümüzün taninmasi hayatlarimiza bir keskinlik duygusu bahsederken, yasam üslubumuzda radikal dönüsümlere yol ve alan açarken, hayatlarimizi; uyusuklukla, önemsiz endiselerle, hay huyla, biriktirmeyle aslinda yitirdigimiz; daha çok tüketerek, haset ederek, daha çok tamah ederek, oyalanarak ellerimizden kayip gittigini sadece izledigimiz hayatlarimizi daha dogrudan, kendiliginden, üretici-yaratici potansiyellerimizin daha çok ayirdinda oldugumuz, giderek açilan katlarindan duydugumuz sevincin çogaldigi hayatlara dogru bükmemizin olanaklarini saglayabilir. Söylediklerim bunca acidan, yitimden, izdiraptan sonra bir üsüsme, talan etme tutumuna mi isaret ediyor? Daha çok su: Iç dünyalarimizda ve disimizda olup bitenlerin izini sürmede yeterince sebatkar davranabilir, ortaya dökülüveren her seyin bu sefer bir unutulus örtüsü altinda geçistirilmesine müsaade etmez, yeterince cesur olabilir, simdi atmaya basladigimiz adimlarin sonuçlarini hiç bir ürküntüye kapilmadan gögüsleme kahramanligini gösterebilirsek bundan sonra ne kisisel ne de toplumsal hayatlarimizda hiç bir seyin gerçekten de eskisi gibi kalamayacagi...

***********************

“Devlet, dogal afetlerde (ve günlük hayatta) sefkat gösteren veya bunu esirgeyen bir varlik degildir. Toplumun maasli memurudur. Devlet, kürsülerden beline kadar sarkip kollarini açarak halka, ‘devlet yardim elini uzatacaktir’ diyen bir yaratik degildir. Bu, kendinde devletlilik vehmeden politikaci ve bürokratlarin hayasiz, babaerkil küstahligidir. Devlet, toplumun verdigi isi yapan bir siyasi-idari örgüttür. Devleti sahislandiran görevliler, islerini yapmazlarsa, o kürsülerden ve makamlardan çekilip alinmalidir” (Taha Parla). Ama bu devlet neden sadece ceberruttur, neden sadece devlet olma gücünü kullanir, sadece yasak koymaya, dayak atmaya, iskence yapmaya yarar? Neden sürekli gözdagi verir, tehdit ve tenbih eder, korku salar? Elestiriye neden tahammülü yoktur, sürekli neden toplumun taleplerini, ihtiyaçlarini, duyarliliklarini bastirmaya çalismakla meţguldür, insanlarin acilarina hiç neden kulak asmaz? Insanlar göçük altlarinda can çekisirken nerede bulunur devlet? Neden yardimimiza kosan, çocuklarimizi kurtarmaya çalisan insanlari istemez, onlari apar topar geri yollar? Neden onlarin bütün uyarilarina ragmen, içinde canli kalmis insanlarin olabilecegi enkazlari acele kaldirmak ister? Nasil böylesine zalim, insafsiz, küstah olabilir? Sürekli gizlemeye çalistigi nedir? Ne ister ki bizden? Hala talep ettigi biricik seyi, gücün ve kontrolün kendinde olmasi talebini ne hakla tasir, bu ne yüzsüzlüktür?

Asagilik kompleksi ya da duygusu yapisal bir nitelik kazandigi ölçüde, her ne pahasina olursa olsun sadece benlik-degerinde bir artis hissine imkan verecek telafilere hayati bir ihtiyaç duyar. Bu durumda güç ve iktidar için sarfedilen mutlak çaba, bütün psikolojik enerjiyi ve potansiyeli kendi yörüngesine hapseder. Belki de geçmiste yasanmis, hayali ya da gerçek, incinmelere verilen ve kaçamadigimiz bir yanittir asagilik duygusu. Sevgi kaybinin ve kastrasyonun yol açtigi izdirabi katlanilir kilmanin bir yoludur. Çok ileri gitmis olmamak için kisisel olanla sinirlandirarak söylersem; gerçekten asagi olarak kabul edilen tek beden organi penistir. Belki de bütün mesele ‘küçük’ penisten ibarettir. Belki de asagilik duygusu, ben in idealine uygun davranma ve yasama yetersizliginden ya da bir türlü idealini gerçeklestirememe halinden türüyor. Belki de yasadıgimiz onca aci, hayal kirikligi hiç hazzetmedigimiz, asla hazzetmeyecegimiz bir ideal yüzündendir. Bu yüzden ucuzdur hayatlarimiz, çocuklarimizin hayatlari; gelecegimizin talan edilmesi, kiyilmamiz, can çekisirken seyrediliyor olmamiz bu yüzdendir belki. Öfke duymayalim, öfkemizi kontrol edelim öyle mi? Apaçik ortaya çikan sey karsisinda; bu devletin sadece dayak atmaya, iskence yapmaya, Cavit Çaglar' lara trilyonlari akitmaya, hepimizle alay edercesine katilleri yüceltmeye, ‘Aile’ fotograflari çektirmeye yarayan bir alet olusu; sadece rant bölüsüm, yolsuzluk ve talan aglarindan ibaret olusu karsisinda öfke yok öyle mi?

***********************

Öyle diyorlar. Agiz birligi ettiler yine; tevekkül göstermemizi buyuruyorlar, öfkeyi çocuksu, ilkel bir duygu olarak kodlayan, geçersiz ilan eden, yikici bulan psikiyatristlere müracaat ediyorlar. Bazilari ‘deprem acisinin bagirir, aglar ve üzülürsek geçecegini’ salik veriyor. Seslerinde alabildigine ‘cool’ bir tini, görmüs-geçirmislere özgü bir yüce gönüllülük, ama yeri geldiginde de, baska her duygu ve tavrin henüz yetiskin olamamislikla malül olacagini duyuran, bir mahcubiyet asilamaya göre ayarlanmis bir tepeden-bakis.

Yine karsimiza duygu ile akil arasinda temel bir karsitlik iliskisi oldugunu vaaz eden pozitivist epistemolojinin argümanlariyla dikiliyorlar. Duygularimizin dünya ve iliskilerimiz tarafindan uyarildigi, o matriksde ortaya çiktigi ölçüde, o dünya ve iliskilerimiz hakkinda da oldugunu bilmezden geliyorlar. Duygunun bir eylem kipi oldugunu, bir eylem kipi olarak kisinin dünyasi ve iliskileri hakkinda dile getirdikleriyle, o dünyanin aktif bir kurucu ögesi oldugunu da. Uzunca bir zamandir hiç olmazsa sol siyasal zihniyet dünyasinda, kisisel olanin da politik addedildiginden, yani duygu, fantezi ve imgelemin de has bir bilgi kaynagi sayildigindan bihaber, bizi yine ketenpereye getirmek istiyorlar: Sakin ha, öfke yokmus! Öfkenin ezilen siniflar için ulasilabilir, makul bir duygu olmaktan çikarmanin, yikicilikla, çocuksulukla esdeger kilmanin temel bir hakim sinif yönelimi oldugunu bir kez daha unutalim; sistematik olarak, her vesileyle yeniden-üretilen bir öfke reddinin asli bir tabi kilma mekanizmasi islevi gördügünü bilmeyelim istiyorlar. Için için korkuyorlar: Belki de iste bu sefer, öfkemizin uyandirdigi enerjinin; haramilere, zalimlere, katillere “Artik yeter, inin sirtimizdan” dedirtecek bir cesarat, kahramanlik ve kararliligi atesleyeceginden korkuyorlar.

*********************

Hadi bakalim. Bu sefer olsun, birbirimizin yüzünü kara çikartmayalim. Hem neden olmasin ki, bu sefer bir düsünelim: Oburlugun, arsizca tüketmenin, her seyi sinirsiz bir istahla talan etmenin, öldüresiye rekabetin ve didismenin, para ve ayak oyunlarinin, haksizligin, hukuksuzlugun, hirsizligin, istifçiligin, ötekinin altini oymanin, arsa spekülasyonunun, köse dönme hirsinin, rant dagitim çevrelerine dahil olma hevesinin, paranin egemenligi karsisinda; kardesligi, adaleti, hukuku, esitligi, dayanismayi, paylasmayi, özveriyi hakim kilabiliriz. Hiç unutmayalim, biz istersek lanet olasi her sey çok farkli olabilir.

Öneri, elestiri ve katki

Yakamoz

Ana Sayfa