'Paylasmak için yaziyorum'
ILHAN DURUSEL
Bekir Tarik ismi pek bilinmemesine karsin kimi yazin çevrelerinin asina oldugu bir isimdir. Bazilari onu baska isimlerle tanirlar, bazilari tanirlar ama isminin Bekir Tarik oldugunu bilmezler... Sebebi yazmakta ne kadar cömertse, yayimlamakta da o denli ketum olusunda bulunabilir bunun. Cumhuriyet Kitap basta olmak üzre bazi edebiyat dergilerinde arada bir çikan yazilarinin doyumsuz tadi, bilgece inceligi disinda, okuyucunun karsisina çikmaktan genellikle sakinmistir. Oysa, dar bir çevre dahilinde onun tiyatrodan senaryoya, romandan siire genis bir yazin alaninda hiç de azimsanmayacak sayidaki eserleri kaç zamandir elden ele dolastirilmakta, kimi kez, yayimlanmamis bu eserlerden alintilar yapilmaktadir. Bekir Tarik, nihayet bu ketum tavrina son verdi ve bir kitapla karsimiza çikti. "Hüzün Bitecek Birazdan" adiyla yayimladigi bu ilk kitabinda Tarik, yillardir yazi'nin içinde olan, daha da önemlisi, yasadigi hayati yazi araciligiyla anlamlandiran, anlatan usta bir yazar oldugunu gösteriyor.
Onun deyisiyle, "yazi'nin yalan dünyasi"nda uzun süre kader arkadasligi yapmis oldugum için Bekir Tarik'in eserini degerlendirmekten imtina etmem gerektigini biliyorum. Fakat, eserin ardindaki anlama da yine en fazla vakif olma sansina sahip kisi olarak, okuyucunun okuma, anlama ve paylasmasi yolunda böyle bir röportaji kendime görev addettim.
Çok zamandir Türkiye'den uzagim -ilgilisine; 5 yildir ABD'de yasiyorum- sorularimda ve tespitlerimde yadirgatici bulunacak seyler olursa, sebebi özellikle bu gurbet haline baglansin dilerim. Bu söylesinin Internet üzerinden elektronik posta yoluyla yapildigini da -belki gerekli olur diye- bildirmek isterim.
Çocuk olmak
- Hüzün Bitecek Birazdan koymussun kitabinin adini. Çok sey çagristirdi bu ad bana; servileri örnegin, mezarlik bekçisi o uzun agaçlarin yalnizligini. Bütün güçlerini yaralarini sarmak yerine, onca yenilginin ardindan hâlâ kiliçlarini bilemeye harcayan, bütün alt sinif insanlarin umutsuz umutlarini. Çocuklari; hep çocuk olmaya çalisan, ama bir türlü bu hakki kazanamayan, kusagimin aile reisi çiraklarini. Ya da açikça söylemeli; Kemalettin Tugcu'yla akrabaligin var mi?
- Hayat bahsiyse söz konusu olan, serviler ve alt siniflar kalbimin dostlaridir elbette. Çocuklugumdaki palamut disinda -ki o da devamli tirtil üretirdi yapraklarindan ve tüm mahalle kasinirdik bu yüzden- sadece servi agaçlariyla yakinlik kurdum. Alt sinif insanlarin içinde rahat oldum diger yandan da. Çocuklar bahsinde diyebilecegim pek bir sey yok; ama çocukluk hakkinda söyledigin, hele Kemalettin Tugcu'nun adini anman, pek kolay geçilecek mesele degil. Galiba hâlâ orada, Edip Cansever'in dizesindeki gibi "hiçbir yere gitmeyen, gökyüzü gibi bir sey olan" çocuklukta kalmis oldugum için. Hem de, tam senin söyledigince orada, çocuk olma hakkini kazanmaya çalisarak kaldigim için, içim kabardi biraz ve fikrim de karismadi desem yalan olur. Ama yine de söyleyebilirim; çocukluk, insanin kazanabilmek için mücadele etmesi gereken en önemli hayat halidir bence. Âsik olma hali gibi, devrimci olma hali gibi; çocukluk hali, hayatin gerçek sahibi -ya da, daha dogru anlama gelsin- gerçek dostu, gerçek sevgilisi olma halidir. Sözüm kastimi asmaz umarim, ben, böylesi bir hayat haline kavusabilmek için israrciyim. Bir de edebiyatla ilgili yani var bunlarin elbette. Saniliyor ki, yazi inceldikçe, yani isçilik çogalip, kurgu ustalastikça edebiyat daha iyi oluyor. Yalandir bütünüyle. Geriye dogru bir kaba bakis bile rahatça gösterir bunu; hâlâ Feridettin Attar'in 33 kus hikâyesi pesinde segirtmiyor mu nice edebiyatçi. Ya da, onca hikâyede, romanda ve hatta siirde; belki resim ve müzikte de hepimizin eksikligini hissettigi bir samimiyet sorunu yok mu? Yanlis anlasilmasin, kastim ortaya konulan eserlerin iyi ya da kötü olmasina dair bir tespit sunmak degil; hep birlikte hayatimizdan sanat denen anlami uzaklastirmaya basladik, bunu söylemek istiyorum. Ve bu uzaklastirma isini de tipki felsefede oldugu gibi, sözde daha ustalasma, daha rafine eserleri öne alma adina yaptik; mükemmel eserler aradik kisacasi. Ama anka kusu hikâyesinden daha mükemmelini yazamadikça da hep karisti bir seyler.
Edebiyatin tadi kaçti
Çünkü orada -yukaridaki bahisle- Feridettin Attar'in bir çocuk gibi anlamak üzre açilmis gözlerinin, bir âsik gibi sevgi dolu kalbinin bu hikâyeyi yazabilmesini sagladigini görmedik. Çok uzatmis olmayayim; bugünün insanlari olarak da görüp yasiyoruz ki, her seyin oldugu gibi sanatin da ve sonuç itibariyla edebiyatin da tadi kaçti.
- Simdi, bu sözler önceden düsündügüm sorulardan uzaklastiracak sanki beni. Ama tepki vermeden de duramayacagim: Öyleyse, bu tadi kaçmis edebiyat içinde sen nasil bir rol ariyorsun kendine?
- Hakli bir soru bu elbette ki; ya bu laflari etme, ya da ardinda dur lafinin diyorsun degil mi? Söyle diyebilirim bugünün edebiyati ve kendim için; gazi kaçmis gazoz gibi. Gazi kaçmis gazoz en susuzluk halimizde bile pek anlam tasimaz, tatsiz tuzsuz, yavan bir lezzet, lezzetsizlik disinda bir sey vermez. Ama bizim çocukluk zamanlarinda içtigimiz bütün o markasiz belediye gazozlari degil miydi? Iddiam olamaz elbette, sonuçta bir belediye gazozuyum ben de. Büyüyünce sari gazoz olmak arzusu disinda fazlaca bir beklentim de yok.
- Kitabinin türü hakkinda ne kapakta, ne de diger sayfalarda bir açiklama bulamadim. Üstelik, okuyup bitirdikten sonra hangi türün içine katacagimi ben de tespit edemedim. Sahi, sen ne olarak bahsediyorsun kitaptan, roman mi? Öykü, deneme vesaire?
- Bir roman gibi okunmasini tercih ederim kitabimin, ama bu bir romandir da diyemem. Kalan bahis benim boyumu asiyor, onu dogru olarak, ancak okuyucular ya da elestirmenler söyleyebilirler. Umarim ki kitabim gözlerine çarpar, degerlendirmeye deger bulurlar ve umarim ki degerli fikirleriyle benim de yazdiklarimi anlamama yardimci olurlar. Bunlari samimiyetle söylüyorum, çünkü gerçekten de yazdiklarimin tasidigi anlam hakkinda bir fikrim yok. Yazmaya iten anlami biraz olsun biliyorum; az önceki bahisle, çocukluk ve âsik olma halleri hayatin. Ama yazdiklarim bu anlami yansitabildi mi? Bilmiyorum.
- Kitabinin arka kapaginda, "Bekir Tarik, ben de ayni aciyla helâkim" diyen insanlara ulasmayi amaçladigini yazmissin; burada biraz duralim.
- Insani yazmaya iten -ya da çeken- birçok sebep arasinda sanirim, en öncelikli olani diger insanlara ulasmak; derdini, fikrini, düsünü, düsünceni onlarla paylasabilmek arzusudur; ki bu, insanlarin yazmak disindaki birçok eyleminde de gözlenebilecek, çok da insani bir arzu olsa gerek. Yazi iste; içinde olani aktarabiliyorsun ancak. Her ne kadar kurgu yapip, kahramanlar yaratiyor olsan da, sonuçta aktardigin kendi derdin, kendi dünyan en basta. Benim dünyamin, en azindan bu kitabi yazdigim dönemdeki dünyamin da hâkim rengi aciydi; dogaldir ki, kitaba da yansidi. Ama, belirtmek isterim hemen; aci, hele arka kapaktaki vurguyla helâk eden aci, yoklugun yoksullugun; yalnizligin örselenmisligin ya da ne bileyim öyle çok kötü bir hayat yasamanin yarattigi bir aci degil.
Daha öte bir aci bu; varolusun onulmaz eksikligindeki insanin bin yillardir yasadigi anlama/anlayamama; anlamlandirma/anlamlandiramama gibi acz içinde kalma hallerinin acisi. Felsefi yani maddi yanindan daha baskin olan bir hayat hali. Gerçegi bulmak ugruna her seyini feda etmeye hazir olup, yine gerçegi bulmak için birçok hayat haline gidip gelen, ama bir süre sonra da gerçegi aramak pesindeki onca zamanin aslinda gerçegi yasamaktan uzaklastirdigini görmenin acisi. Tam da bu anda, bunlari yazarken/söylerken, böyle büyük laflari etmenin utanci ile, bu laflarin çok daha büyüklerine sigamayacak kadar da özel bir seylerden söz ettiginin yarattigi utanma hali gibi.
Her Seyi Bilenler Ülkesi
- Bir arayis hâkim kitabinin tüm kahramanlarinda; kimi anlamin anlami'ni, kimi günesin dogusuna sebep olanlari, kimi Her Seyi Bilenler Ülkesi'ni ariyor. Ama, benim dikkatimi çekti, kahramanlarin bu arayislarinda tutkulu, merakli, menzillerine ulasmakta kararli gözükmüyorlar. Hatta umutsuz bir arayis içinde olduklari bile söylenebilir. Bu tespitime katiliyorsan eger; sebebi nedir bu umutsuzlugun? Daha dogrusu, bunca umutsuz bir tablo içinde ariyor olmanin.
- Bir anlami olur sanirim; politikayla epey istigal ettigim için, hemen her zaman çok insanla görüstüm ve yine politikanin sosyalizm gibi özel bir tarzini -politikanin bilinen anlaminin ötesinde, bir tarz iletisim, bir tarz varolus haline geldigi biçimini- yasadigim için de genç yasli, ögrenci issiz, kadin erkek, her hayat halinden epey dostum oldu. Onlarin görüntüleri yansidi sanirim yazdiklarima da. Bütün yoldaslarim gibi kahramanlarim da hayati olsun, ölümü olsun kendi kurduklari dünya içinde karsiladilar. Kendileri yeni birer anlam kattilar hayata da ölüme de. Onlarin saygideger izleri düsmüstür olsa olsa benim aciz kelimelerime. Biliyorum ki hâlâ ariyorlardir simdiki sonsuzluklari içinde; açlik grevinde ölen Müjdat da, böbreginin kazigini yiyen Vatandas Ahmet de ve asagilik sofbenleri insanlarin zehirlenmeyecegi sekilde yapmayi beceremeyen pis burjuvalarin kurbani olan sevgili Mürüvvet de. Eminim bundan, bütün yoldaslar, gerçegi bir an önce bulup insan lehine çevirmek için çok sey yapiyorlardir bu anda da. Umut, umutsuzluk gibi bahisler, bu kitabin kahramanlari için bir karsilik tasimiyor. Yazari da henüz tanismis degil bu kavramlarla. (Ileride, büyüyüp bir sari gazoz olunca tanisabilir belki).
- Dil meselesine deginmek istiyorum bir de. Birçok eski sözcükle bezenmis, yer yer hikâyeden felsefeye dogru kayip, kavramlarla yol alan, ama hemen her satirinda bir an önce anlattiklari bitsin ister gibi neredeyse telas içinde akip giden ilginç, özel -ve bence, oldukça da etkileyici- bir anlati dilin var. Söz senin; ayni mahareti bir de burada göster bakalim.
- Maharet göstermenin mahcubiyet yarattigi insanlarin arasinda yasadim bunca zaman; gösteremem. Telas bahsinde hakli oldugunu söyleyebilirim ama; acelem var.
- "Geçmisini terk edenin gelecegi yoktur"; "Hisse almak isteyen kissaya riayet eder"; "Hayat acinin suretidir"; "Sirriyla sükut eyleyen, aci ile helâk olur"; ve dervislerin muhabbetinin oldugu bütün bir bölümdekiler... bunca veciz lafin sebebi nedir?
Hüzün gerçekten bitecek mi?
- Metnin kendi akisi içinde, yazmanin bazen yarattigi özel ruh haliyle, ne veciz olsun diye, ne de haddi asmak için yazilmistir o cümleler. Galiba, böyle islerle mesgul birçok insanin katilacagi gibi irade disinda, ama ruh içinde, metin içindeki yerleri öyle denk düstügü için veciz bir anlama ulasmislardir. Yillar önce Daglarca'yla yaptigimiz röportajda, "dizelerimin hepsi çocuklarimdir, ayirt etmem hiçbirini" demisti de -hatirlarsan- yadirgamistik biraz. Simdi o aklima geldi ve hafifçe incelttim gözlerimi. Diger yandan, Kalender Agabey bölümündeki sözlerin çogu veciz bir üslup tasir, dogrudur. Öyle olmalari gerektigi için, Kalender Agabey kitapta öyle birisi olarak anlatildigi için. Ama, veciz olma hali bir sözün önemlidir; benim sözlerimin böyle bir anlami karsilayip karsilamadiklari da ayri bir bahis sanirim.
- Sevgili Bekir Tarik, son sorum kitabina, hayatin kendisine ve sana. Kitap sussun; sen cevapla; hayat da saglamasini yapsin: Hüzün gerçekten bitecek mi azizim?
- Bitsin isterim, demem beklenir belki; ama bu o kadar rahat söylenecek bir söz degil. Hepimiz bin yillardir kendimize layik bir dünya yaratamamis insanlar olarak, isin topyekûn hayati yeniden kurmaktan geçtigini unutup, bu kokusmus, anlami kaçmis (belki de hiçbir zaman bir anlami olmamis) dünyaya dört elle sarilmak disinda bilmemisiz hayatin renklerini, hallerini. Hayatimizi mahvedenler krallar, tiranlar, zorbalar, liderler yani bilcümle egemenler bir de bizlerin önüne mutluluk diye bir yem atmislar. Bütün çabamiz mutlu olmak üzerine kurulmus. Halbuki, gerçekte hiçbir karsiligi olmayan, aptallastirilmis insanlarin kendilerini avutma oyunudur mutluluk. Hüznü de sanki kötü bir seymis gibi, hep kaçinilasi, uzak durulasi bir bela addetmisiz. Oysa, Hilmi Yavuz'un kitabina verdigi ad gibi, "Hüzün ki, en çok yakisandir bize". Hal böyleyken; hüzün hiçbir zaman bitmesin isterim ben; ve hatta, mutluluk da çalmasin kapimi, istemem. Hüzne asina, mutluluga mesafeli; yüregi her an kirilmaya amade ve düsü hep iyi seyler üzre bir hayat daha yakin geliyor bana.
Hüzün Bitecek Birazdan/ Bekir Tarik/ Dodo Yayincilik/ 171 s.