2 YIL YATTI, DAHA 20 YILI VAR

Berat Günçikan

Bu yazi, iki kardesle, bir ogulun yasadiklarina dairdir.

Bu yazi, iç mekânlara aittir ve Türkiye bir "iç mekânlar" ülkesidir, E ve F tipleriyle, açik ve yari açik sekilleriyle binlerce insani zorunlu konuk kilar, hele de bir darbenin ertesiyse "adalet" dagitmaya daha bir heveslenir.

Bu yazida adi geçenler Esber Yagmurdereli, kiz kardesi Sumru Yagmurdereli ile ogul Ugur Yagmurdereli'dir. Esber Yagmurdereli, 1978'den baslayip bugüne kadar neredeyse kesintisiz "iç mekân" da. Son tutuklulugu 1 Haziran 1998'de basladi ve iki yil yirmi bes gündür sürüyor. Yani toplam on bes yildir o bir mahpus. Sumru Yagmurdereli hem içerdeki, hem disardaki agabeyini anlatiyor:

- Biz hiç siradan abi kardes olmadik. Karsilikli raki içtik, birlikte ayni türküleri söyledik. Birbirimize her seyimizi anlatiyorduk...

- Çok küçükken evcilik oynardik birlikte, çamurdan çok güzel, çok düzgün evler yapardi. Ben kör olmadan önceki halini hiç hatirlamiyorum, ama çok keyifli zaman geçirdik, oyunlar icat ederdik. Tortum'da Kolozkaya diye bir yer vardi, oraya çikar siirler okurduk. Ona misir püsküllerinden sigara sarardim.

-Bir gün abim ve üç arkadasi bisikletle otuz kilometre uzaktaki bir kasabaya gitmeye karar verdiler. Abim bir arkadasinin bisikletine binecek sandim. Hayir. O da bisiklet kullanacak ve arkadaslari ona sag yap, sol yap diyeceklerdi. Arabalarin seyir halinde oldugu bir yoldu. Çok panikledim, çok yalvardim, hatta ayaklarina kapandim, dinlemedi beni, gitti. Firladim, babama haber verdim, o da çok panikledi. Kasabaya gittiginde onu kahvenin önünde tavla oynarken bulmus… Yani hayatin içindeydi… 

-Ilk kez 5 Mart 1978'de tutuklandi.

-Cezaevine girdiginde o otuz üç yasindaydi, bense yirmi alti. Böyle bir duruma hiç hazirlikli degildim, elimin bacagimin bir tarafi gitti gibi geldi. Çok kötü bir dönem geçirdim, on bes gün gibi bir sürede on sekiz kilo verdim. Bu arada sürekli sorguya götürülüyordum, evimiz araniyordu. O da Bursa'da, Bursa Cezaevi'ndeydi ama görüsemedik.

-Ilk Samsun Cezaevi'nde görüstük, ben artik rahattim, durumu sindirmistim. "Bu adam burada" diyordum "Bundan sonra yapilmasi gereken neyse onlar yapilacak"...

-Bazi cezaevlerinde telefonla görüsüyorduk. Demir parmaklik, tel örgü, cam ve telefon ... Yüzünü seçmek zaten mümkün degildi. Telefon süreli oldugu için zamanini ayarlayamiyorsun, yani bir hosçakal demeden is bitiyor, birdenbire kendini, kendi kendine konusur buluyorsun, artik bir sey söylemek, sormak sansin yok, "bir sey istiyor musun" diyemiyorsun...

-1979'un Marti'nda Trabzon'a gitti.

-Babam felç geçirmisti, koltuk degnegi kullaniyordu. Cezaevi müdürüne telefon edip babami getirecegimi söylüyordum, "Aaa, tabii, ne demek" diyordu. On iki saat yol gidip cezaevine geliyorduk, kapi duvar... Disaridan görüyorsun müdür odasinda ama yok dedirtiyor, telefona bile çikmiyor... Yasli ve felçli insani götürüp görüs yapmadan dönmek... SIkIntiliydi...

-1979 Hazirani'nda Amasya Cezaevi'ne sevk edildi. 12 Eylül'ü Mardin Cezaevi'nde karsiladi. Iki yil bu cezaevinde kaldi.

-Mardin halki çok sicak ve konukseverdi. Ilk görüse gittigimde taksi soförü para almadi, beni kapinin önünde bekleyecegini söyledi, "Yabancisiniz, konugumuzsunuz, sizi evime götürecegim" dedi. Gardiyanlar, karsi çiktilar, "hayir, artik bizim konugumuz"... Her gidisimizde arbede çikti: Geçen sefer sizde kaldi, bu sefer bizde kalacak...

- Abim Mardin Cezaevi'ndeyken Ugur çok küçüktü, iki yasinda falan. Yeni yeni babasini tanimaya basliyordu. Cezaevine girdigimizde asla babasina sarilmaz, bir iki saat sonra etrafinda dolasmaya baslardi. Gözlerinin görmemesini kavrayamazdi, yakınlassin diye "Babana pantolonunu göster" derdim, abim elini uzatirdı, vururdu: Elinle degil, gözünle bak. Herhalde, babasinin neden cezaevinden çikmadigini sordugunda biz söyledik, "Amcalar birakmiyor" dedik. Bir görüste ben abimle konusurken bir baktim, o gardiyanlarin yaninda, nereden bulmussa, sekerler, sakizlar, çukulatalar, cebinden çikarip onlara uzatiyor, "Ben size bunlari vereyim, siz de bana babami verin" diyordu.

-Abim bizi hep takim elbiseleriyle karsilardi Mardin Cezaevi'nde, sonralari bu degisti. Ayni tutumu babamda da gördüm. Ne zaman görüse gidecek olsam, "Prensesim, rüyamda gördüm" derdi, "Bu kez abinle birlikte döneceksin." Döndügümde, hangi saat olursa olsun, babami kapinin yaninda, takim elbiseleri üzerinde, bir sandalyede oturur bulurdum. Neden yapiyorsun bunu derdim, susardi...

-Ayni davadan sekiz kisiydiler ama hepsi ayri ayri cezaevlerindeydi, durusmalara getirilmiyorlardi... Birkaç kez bakanliga basvurdum, ödenek yok dediler, ödenegi biz karsilayalim dedim, olmadi... Durusma sekiz yil sürdü. Yargitay, sIkIyönetim mahkemeleri, yazismalar... Sonunda müebbete mahkûm edildi...

-Sinop. Abimin 15 yillik cezaevi sürecinde en zor kosullarda yasadigi yer. Bir durusmadan sonra götürdüler Sinop'a, ben de arkalarindan gittim. Cezaevine girerken gördügümde dünyanin yuvarlak oldugunu kesfettigimi düsündüm. O gün bende sinema karesi gibi kaldi: Abimin önce bacaklari gitti, sonra gövdesi, en son kafasi... Tanrim dedim, burasi bir kuyu, abimi kuyuya gönderiyoruz... Üç hafta sonra görüse gittim, avurtlari çökmüstü, ilk defa saçlari beyazlamisti.

-O Sinop'tayken bir hafta, uykusuz, bakanlikla cezaevi arasinda gidip geldim. Cezaevleri Genel Müdürü, hücreden alinmasi için cezaevi müdürüne yanimda faks çekiyor, cezaevi müdürü almadim diyordu. Sonunda ayni genel müdürün bir yazisini gördüm, "hücreden çikarmayin" yaziyordu. Odasinin kapisini tekmeledim, adamlari geldi, karga tulumba disari attilar...

-Genel müdürün odasinin katinda, merdivenin basinda bayginlik geçirdim. Tam yere düsüyordum, birisi tuttu, baktim bir hanim. Birileri daha geldi, o hanim "Hemen benim odama götürün" dedi. Odaya aldilar, hanim "Ben sizi izliyorum" dedi, "ama dua edin ki yasiyor". 1978'de öldürülen Savci Dogan Öz'ün esi Sezen Hanim'mis.

- Sinop, abim açisindan çok sIkIntiliydi ama üretkenlik olarak bakildiginda en önemli yer orasi. Ilk yazilarini orada yazmaya basladi, "Akrep" orada çikti...

-SIkIntiliydi çünkü ne radyosu, ne kabartma kitaplari ne de daktilosu verilmişti. Mektup baglantimiz kesilmisti, mektuplari kapinin altindan atiliyor, okunmuyordu. Iste burada görmemesi çok önem arz ediyor, insansiz kalabilirsin, ama kendin okuyabilirsin, yazabilirsin... Buna ragmen hiç hirçinlasmadi, sakinligini korudu. Öyle tecrit edilmisti ki, ayni dosyadan ayni cezaevinde olan arkadasi bile onun orada oldugundan habersizdi.

-Ses de yok, insan sesine bile hasret... Müzik hiç yok zaten, bir gün getirmisler, kapisinin önüne bir teyp koymuslar, kasette de mevlüt. Çok heyecanlanmis. Adam Türk müzigini, makamlari çok iyi bilen bir adam, baslamis eslik ederek volta atmaya... Teybi sökerek götürmüsler...

-Samsun Cezaevi... Öylesine zorluklar çektik ki, abim buradan ayrilsin, bir daha gelmeyecegim bu kente demistim... Gitmedim.

-Abim müthiş inatçiydi, çocuklugunda da böyleydi, dirençli bir adamdi, onun uzantilarini 14 yil cezaevinde gördük. Birçok cezaevinde, voltada dimdik yürümesinden korkuyordu yöneticiler, üstlerine geliyor gibi irkiliyorlardi. Hiç ödün vermedi.

-1989'da, Turgut Özal döneminde, Uluslararasi Af Örgütü'nün kampanyasindan etkilenerek özel af gündeme geldi. Bu bir özür dilemenin sonucunda gerçeklesecekti. Çok heyecanlandim, annem-babam çok yaslanmisti, artik aramiza dönmesini istiyordum... Reddetti, savci bana "Vasisi sizsiniz, siz de imzalayabilirsiniz" dedi. Konusmam gerektigini söyledim, o heyecanla gittim ve "Çik" dedim. "Duymamis olayim" dedi, "sen bari bunu söyleme..." Sonralari da ne özel aftan yararlandi, ne de bu son girisinde oldugu gibi, basina gelecekleri bilmesine ragmen yurtdisina çikti... Ha, simdi içerde olmasi kimin umrunda diyorsaniz, sanirim kendisinin umrunda.

-Asla onaylamasa, tartismalarda uygulanmamasi için çaba gösterse de Cezaevi'nin ortak karariysa bütün açlik grevlerine katildi... Sayisiz...

-1988'de, Aydin'da iki tutuklunun öldügü o açlik grevinde biz Bursa cezaevinin önünde bekliyorduk. Içerden bir ambulans çiksa, camlarina tirmanmaya çalisiyorduk, acaba kim, kimi götürüyorlar diye... Uykusuz geçen bir haftanin ardindan bir gün eve gitmeyi önerdi esim, dus alirsin dedi, sonra geliriz yine. Kente döndük, esim, bir arkadasimin isyerine birakti beni, daha çayimdan ilk yudumu almistim ki, yeniden kapida belirdi. Yaninda bir de avukat arkadasi vardi, ama ikisinin de yüzü kötüydü. Ne oldu dedim, yok bir sey dedi, avukat arkadas cezaevine gidecekmis, seni de birakayim istedim. Avukat cezaevinin kapisindan girdi, esim rahatladi... O zaman söyledi, Anadolu Ajansi haber geçmis, Esber Yagmurdereli enfarktüs geçirdi ve öldü diye... Esim inanmamis, bizi cezaevinin kapisinin önünden çekmek için polisin bir oyunu oldugunu, eger avukati içeri alirlarsa bilginin yanlis oldugunun görülecegini düsünmüs. Haberi asil veren BBC'ymis, ajans da oradan almis... Neden, nasil hâlâ bilmiyorum...

-1991'de sartli tahliye ile saliverildiginde insanlarin ona olan saygisini gördüm, sekiz yasindaki çocuk, seksen yasindaki adam elini öpmeye kalkisiyordu.

-1995'te saliverildikten bir ay sonra bir mitingde yaptigi konusma nedeniyle 45 gün hapis yatti. Abime gösterilen saygi daha da artti.

-Affin ilk kez gündeme geldigi günlerdi, bir taksiye bindim. Radyo açik, aftan konusulmaya baslaninca soför heyecanlandi. Nedenini sordum, infazim var abla, dedi. Bir cinayet davasina karismis, dikkat edin dedim, infazini yakmayin, belki af çikmaz... Yok, dedi soför, bizim Esber Abimiz var, o direniyor, bizi de kurtaracak...

-Evet, iki yil, yirmi bes gündür abim cezaevinde... Ceza Yasasi'ndaki 17. madde degismedigi takdirde 2020'ye orada kalacak... (17. madde sartli tahliyesi yanan hükümlülerin lehine degisiklikler içeriyor. )

Cumhuriyet Pazar Dergi, 25 Haziran 2000, Sayi: 744, Sayfa: 1-6-8

Öneri, katki ve elestiri

Yakamoz

Anasayfa