INSAN HAKLARININ EVRENSELLIGINE BIR

TARIHSEL YAKLASIM DENEMESI

 

ZEYNEP ARUOBA

 

“Insanlik ailesinin butun uyelerinde bulunan onurun ve esit, devredilmez haklarinin taninmasinin, ozgurlugün, adaletin ve dunya barisinin temeli olmasina...”,

“Insanýn ana haklarina, bireylerin onur ve degerine, erkek ve kadinlar icin oldugu gibi buyuk ve kucuk milletlerin de hak esitligine olan imanimizi yeniden ilan etmege...” Yukaridaki tumce baslangiclari, yuzyilimizda Insan Haklari'na verilen oneme isaret eden yazili orneklerden yalnizca ikisinin, Insan Haklari Evrensel Bildirgesi’nin ve Birlesmis Milletler Antlasmasi'nin giris bolumlerinden alindi. Bu tur ornekler1e bugun bir cok anayasada, cesitli kuruluslarin tuzuklerinde, uluslararasi komisyonlarin bildirilerinde sik sik karsilasilmasi insanin aklina, ister istemez, “Neden yirminci yuzyilda insan haklarindan bu kadar cok soz ediliyor?” sorusunu getiriyor. Bu soruya, “Yirminci yuzyilda insan haklari gecmise gore daha fazla cigneniyor; insanlar haklarinin korunmasi gerekliliginin bilincine vardilar; yuzyillar suren birikim patlak verdi; ilerleyen teknoloji karsisinda insanin kendini koruma gudusu harekete geçti; insan haklarinin savunulmasi moda oldu,” gibi ve benzeri yanitlar verilebilir. Herbirinin dogruluk payini, arastirmayi beraberinde getirdigi tartismalari siyaset bilimcilerine birakalim. Bizim icin dusundurucu olan savunulan, korunmasi gerektigi vurgulanan haklarin hep ayni Insan Haklari olmasi. Bu da, bu haklarin yapisiyla ilgili bir ipucu verebilir bize.

Temel haklari olusturan Insan Haklari kisilerle ilgili haklardir. Kisilerin birer insan olarak ozelliklerini gelistirmeleri, korumalarý dogal hukuk terimleriyle soylendiginde, onlarin dogal haklaridir. Bu haklar, bugun toplumsal iliskilerde anayasalarin koruyuculugu altinda yasallasan haklardir.

Insani insan yapan oze1lik1erin gelistirilmesi, korunmasi engel1endiginde, bu ozellik1erin korunmalari zorunlu o1mustur. Bunlarýn gelistirilmesi toplum duzeni, kisisel cikarlar, ulke butunlugu, milliyetcilik, demokrasi gibi amaclari gerceklestirme, yasatma ugrunda engellendiginde, insanlar kendilerinde insan olmayi koruma odeviyle kendilerini koruma hakkina sahiptirler.

“Insanin Haklari” olarak adlandiracagimiz bu haklar, öbür canlilardan farkli olan, bu farklilikla da canlilar arasinda ozel bir yer tutan insanin bu ozel yerini korumasini saglayacak haklardir. Insanin korunmasi, ona canlilar arasindaki oze1 yerini saglayan ozelliklerinin korunmasi, bu ozelliklerini gelistirmesinin sag1anmasi, her insanin korunmasiyla olanakli olacagindan, “Insanm Haklari” insan olmayi koruyan haklardir. Bu sinirlandirmalarla “Insanin Haklari” yurttaslik haklarindan ayrilmis olur. Yurttaslik haklari her ne kadar “Insanin Haklari” ile ayni yasal kategoride ele aliniyorsa da ozde farklar tasir. Yurttaslik haklari kisilere birer toplum teki, bireyi olmalarýyla toplumsal iliskilerinin zorunlu sonucu olarak yasalarca verilen, taninan; yine yasalarca geri alinabilen haklardir. Buna karsilik, “Insanin Haklari" ne verilebilir ne de, yapisi geregi, geri alinabilir; cunku bu haklar icerik bakimindan insan ozelliklerine baglidir.

Insana, onu yasadigi cag ve toplumla ozdeslestirmeden bakabilmeyi saglayan haklarin evrenselligi tartismalari suregidiyor. Yukarida yaptigimiz belirlenimlere bagli olarak denilebilir ki, bu haklar iceriklerini insan ozelliklerinden aldiklarina gore, evrensellikleri bu iliskinin korunmasiyla saglanabilir.

Bu kisa giristen sonra felsefe tarihinin bir kesitine bu acidan bir goz atalim. Insan haklarinin evrenselligi sorunu ile ilgili bir cizgi olusturulmaya calisildiginda, Eski Yunan Felsefesinin ileri bir doneminden, Stoa felsefesi doneminden baslanir.

Olumunun IO. 262-261 oldugu tahmin edilen Kibrisli Zenon, Stoa Okulunun kurucusudur. Ana gorusu, moral yasam icin sarsilmaz bir temel arama gereksinimiyle sinirlanirken, felsefenin amaci moral yasama etkisinde gorulur. Stoacilarin ana sorusu, insanin neyle mutlu ve ozgur olabilecegidir. Yanit tek bir sozcukle verilir: Erdem. Erdem de, butun yasami bir uyum, bir birlik icinde tutmayi bilen zihin durumudur. Insan dogaya uygun eylemleriyle uyumu saglarken, yol gostericisi akildir. Odeve uygun erdemli eylemler akla uygun eylemler olduguna gore, insan boylelikle kendine karsi odevini de yerine getirmis olur. Insanin kendine sectigi bu yol, eylemleriyle ilgili dogru bir kaniyi gerektirdiginden, erdem en temelde bilgi olarak tanimlanabilir; insan için tek iyi olan erdeme sahip olma cabasi, insan dogasinin en genel yasasi olur.

Erdem bir bilgi isi olduguna gore, aklinin yardimiyla dogaya uygun yasayan kisi “akilli insan”dir, ozgur insandir. Dogadaki butun akil sahibi varliklarla iliskisi oldugunu bilen “akilli insan”in, onlarla esit haklari vardir; her biri doganin ve aklin ayni yasasiyla baglidir. “Akilli insan” in bildigi bir baska sey ise, butun insanlikla baglarinin kendi toplumuyla, yurttasiy1a baglarindan daha onemli oldugudur; sectigi yol “dunya vatandasligi” dir. Bu yolu secmekle toplumun cizdigi, belirledigi yapay baglardan kopup kabullerle gelen adalet, hukuk an1ayisinin karsisina cikar. Onu ve onun benzerlerini birbirlerine baglayan, akil sahibi varliklar olarak sahip olduklari insan oze1likleridir.

Stoa felsefesi, tarihsel konum olarak, Eski Yunan'in simgesi haline gelen Sokrates - Platon - Aristoteles doneminden daha ileri bir cagin urunudur. Ortaya konulan goruslerin degerlendirilmesi yapilirken bunun da hesaba katilmasi gerekir. Bilindigi gibi Eski Yunan felsefesinde insani dogrudan dogruya nesne edinme Sokrates'le bas1ar. Sokrates-oncesi donemin ozelligi, bu donemin filozoflarinin (bunlara ayni zamanda fizikci1er de denilir) ana sorunlarinin evren olmasidir. Evrenin ana ogesinin ne olduguna verdikleri farkli yanitlarla her biri, evrenin yapisiyla ilgili aciklamalar getirmislerdir.

Sokrates, evren yerine insani sorun edinmis, insanin yapisiyla, temel ozellikleriyje ilgili sorusturmalarini Atina sokaklarinda surdurmustur. Ogrencisi Platon, onun ogrencisi Aristoteles, belli bir anlayisla bakildiginda ileri sayilabilecek, belli bir anlayisla bakildiginda ise hic de ileri sayilmayan, geri bile sayilabilecek adimlar atarak insana bakmayi surdurmuslerdir.Ileri sayilabilmeleri, insani farkli turden iliskilerinde ele almaya baslamalarinda, geri sayilabilmeleri ise, insani toplumsal yapinin bir ogesi olarak gormeye verdikleri onemde gosterilebilir.

Bu iki filozof da demokrasinin besigi olarak bilinen Atina demokrasisinin cokus doneminde yetismis, “polis”lerin yikilislarina tanik olmus; cokmekte olan sistemi yasatma-diriltme yollarini aramislardir. Bu yuzden de “polis”lerin temeli olan yurttaslik kurumuna agirlik verirler.

 

I

Platon’un utopik devlet modelini, Aristoteles'in “politeia” ile onerdigi ideal anayasa modelini bu baglamda degerlendirmek gerekir. Devlet felsefesi acisindan oldukca onemli olan bu goruslerin hareket noktalari, insanin tasidigi ozelliklerden kalkip bu ozellikleri ideal devlette aramaktir.

Stoa Felsefesi, bu goruslerin ardindan insana yaklasimin yalin bir bicimini onermekle, bu yoldaki girisimler de hesaba katildiginda, bzgun yerine sahip olmustur.

Eski Yunan Stoa felsefesinin goruslerine ufak tefek degisikliklerle Roma'da da rastlanir. Her ozgun gorusun kopyasi gibi, bu gorus de ana amactan oldukca uzaktir; politik nedenlerle beslenmistir, gorunuste Yunan'in Stoaci gorusune neredeyse kosuttur, ama gerceklikte cagcil kosullardan hareket eder.

Polybius, Cicero, Seneca gibi unluleriyle anilan Roma StoaciIan aklin, neyin yapilmasi gerektigini, neyin yapilmamasi gerektigini gosteren en yuksek dogal yasa oldugunda birlesirler. Evrensel, degismez, butun zamanlarda gecerli olan bu yasa, bu ozellikleriyle alanini her topluluga yayar.

Ilk bakista olumlu bir anlam tasiyormus gibi gelen bu belirlenimler her insana ister istemez gelisen buyuk Roma Imparatorlugunu animsatiyor. Roma Stoacilarinin da zamaninin bu dunya imparatorlugunun ideologlari olma olasiligi, buna bagli olarak gucleniyor.

Yunan Stoa'sinin insanin aklini kullanarak saglayabilecegi konumu irdelemeye, arastirmaya actigi yol, Orta Cag ile karanliklara gomulur. Insanin ve iliskilerinin kendi disinda degerlere gore siniflandirildigi bu cagda, yurttaslik kavramina ikinci bir yurttaslik eklenmis, insanlar bir de “gokyuzu devleti”nin yurttasi olma yukumlulugu ile karsi karsiya getirilmislerdir.

Felsefe tarihinde Patristik donem adiyla anilan donemin onemli dusunurlerinden Augustinus, devlet kavramini vatandaslik haklarinin duzenlenmesi olan “Civitas” ile karsilar. Yeryuzu nimetlerine onem vererek yasayanlar “yeryuzu devletinin” (civitas mundi) yurttasi olurlarken, bu dunyada obur dunya icin yasiyanlar “tanri devleti”nin (civitas dei) yurttasi olurlar. Bu ayirim, iki secenegi belirten yalin bir ayirim olmayip, agirligi tanri devletinin uyesi olmaya veren, insani o yurttasliga ulasabilmenin erdemiyle bezeyen bir ayirimdir. Daha degerli gorulup ulasi1masi gereken olarak gosterilen, dunya nimetlerine uygun yasayip bedensel zevklere oncelik verenlerin sahip olacagi yeryuzu yurttasligi yerine, ruhsal zevklere once1ik verip yasamlarini obur dunyaya gore duzenleyenlerin yurttasligidir bu.

Orta Cag'in hem insandan hem de devlet- toplum duzeninde yaptigi tahribati silme, duzeltme cabalariyla Ronesans, insan aklina, yetilerine, gucune yeniden donme cagi oluyor. Bacon'la, Descartes'la bilme-bilgi alaninda insan aklinin sinirlari zorlanip zihni “idoller”den arindirmanin yolu “tumevarim”da, “acik ve secik” bilgiye “metodik suphe”den hareketle varmanin yolu “tumdengelim”de aranirken, amac, insani “ben bilirim-bilebilirim” guvenine sahip kilmaktir.

Aklin sinirlari, kisirlastirilan bilme yetisini iser hale getirebilmek icin zorlanirken, akil, bir yandan da insanin farkli bir etkinliginde, diger insanlarla iliskilerinin kurulmasinda, islemesinde islevsellige zorlanir. Bilme alanindaki “bilebilirim” in karsiligi, bu iliskilerde, “yonetebilirim” dir.

“Yonetebilirim” neleri kapsar?

Ronesans'in bilme etkinligi alaninda getirdigi cozumler, farkli yontemlerle islerlik kazanirken, oz-yonetim alaninda islerlik kazanma-kazandirma tek bir cozumle saglaniyordu. “Toplum Sozlesmesi” olarak adlandirilan bu cozum, filozoflarin farkli hareket noktalarindan vardiklari ayni sonuc oluyordu. Icerigi, insanin diger butun insanlarla birlikte kendilerini yonetecek kisiyikisileri- meclisi secme; haklarini kendileri icin kullanilmak uzere devretme hakki seklinde dile getirilebilecek bu hak, o insanlara, kendi adlarina bu haklarini kullananlari denetleme hakkini da veriyordu.

Hobbes, Locke, Rousseau ile, ilk toplum sozlesmesi sayilan, kral-halk-Tanri arasinda yapilan uclu sozlemelerden, yoneten ile yonetilenin karsi karsiya kaldigi sozlesmelere gecilir. Haklara iliskin aciklama1ari bakimindan Locke, bugun de onemini yitirmemistir.

Locke, toplumsal haklarin, ozgurluklerin neler oldugunu “doga durumu”ndan yola cikarak gosterir. Insanlarin kisiliklerini, mallarini istedikleri gibi duzenleyebildikleri “tam bir ozgurluk durumu” olan “doga durumu” hic kimsenin baskalarinin sahip oldugundan fazlasina sahip olmadigi bir “esitlik” durumudur da. Ozgurluk ve esitlik durumu, insanlarin birbirlerini yok edebilecekleri bir yetkiye yer vermez; doganin yasasi “akil, ona uyan her insanin esit ve ozgur olmakla hic kimsenin yasam, saglik, ozgurluk ve mallarina zarar vermemesi gerektigini ogrete-. rek, doga durumunda sahip olunan iki dogal hakkin koruyuculugunu yapar: Insanin kendini koruma hakki ve insanin butun insanlari koruma hakki.

Yasanin islerligi yasaya uyanlarca saglanir; yasayi cigneyeni cezalandirma hakkina herkes tek tek sahiptir. Bazilarinin, baskalarinin ozgurluklerini kisitlamaya calismalari, haksiz yere zor kullanmalari, akla aykiri oldugundan, “savas durumu” nun hazirlayicilaridir. Boylesi bir catismayi onlemenin yolu, karsilikli antlasmaya dayanan toplum yasamidir. Kisinin kendini, eylemlerini, malini baska birinin istemesine bagli olmadan kullanabilme ozgurlugunu, doga durumunda akil saglarken, toplum yasaminda toplumun yasalari saglar.

Toplum yasamina konulan ana amac, mulkiyetin korunmasidir. Locke'un gorusunun kilit kavramini olusturan mulkiyet; can, mal, ozgurlukleri kapsar. Sozcugun temel anlamindan hareketle “kendime ait” hersey bu kavramin icine girer; mallarin yaninda can da, ozgurlukler de. Biraz daha acarak soyle denilebilr: Locke'un mulkiyet kavrami, insana dolaysiz ait uc seyden; can, ozgurluk, emekten olusur; emekten dolayi da maldan. Malin can ve ozgurluk ile ayni degerde gorulmesi, malin temelindeki emege baglidir. Insan her neye “emekcinin tartisilmaz malini”, emegini katarsa, ona kendinden bir seyler katmis olur; bu da baskalarinin o sey uzerindeki mulkiyet hakkini engeller. Insanlar dolaysiz sahip olduklari ve insanliklarinin bir parcasi olan canin, emegin (mal), ozgurlugun korunmasi icin bir antlasmayla, sozlesmeyle, birlikte yasamayi kabul ederlerken, temelde bu uc degerli “mallarinin”, herbir kiside ayni olcude var oldugunu, ayni degeri tasidigini bilirler, kabul ederler.

Locke, mulkiyet kavraminin icerigi uzerinde bu kadar titizlikle durmakla, benzer gorusleri pay1asan1ar arasinda ozel bir yer alir. Insanin kendi urunu olan toplum kurumunda yerini kendi- sinin belirlemesi, haklarini kendisinin duzenlemesi, insanin toplumsal konumu acisindan oldukca onemli bir adimdir.

Stoa felsefesinden baslatilan cizgiyi, ilk bakista buraya dek ele alinan goruslerden oldukca farkliymis gibi gelebilecek, oysa farkli olmak soyle dursun, o goruslerin ust duzeyde, en incelmis, ayrintilasmis bicimde dile gelisi olan Kant’in goruslerine deginerek surdurelim.

Kant’in ilgili gorusune, temel, yalin bir bicimde yaklasilabilir iki tur yasa vardir: doga yasalari, ozgurlugun yasalari. Doga olaylarinin yasalari disindaki yasalar, insan eylemlerinin yasalari, ozgurlugun yasalaridir. Kant saf bir akil kavrami olan ozgurlugun gerceklesmesini, olumlu bir kavram olarak is görmesini Pratik Akil’ da gosterir. Ozgurlugun yasasi, Pratik Aklin kendine koydugu bir yasadir. Kant ”Ahlak Yasasi” olarak adlandirdigi bu yasayi soyle dile getirir: “Oyle eyle ki, senin istemenin oznel ilkesi, hep ayni zamanda genel bir yasa koymanin da ilkesi olarak gecerli olabilsin.” Eylemlerimize oznel ilkeler koymaya basladigimizda kendini gosteren “yasa” kisinin dis eylemleriyle (toplumsal iliskilerindeki eylemleriyle) ilgili olabilir, o zaman yasanin hukuki anlamindan, eylemlerin yasalligindan soz edilir. Yasa kisinin ic eylemleriyle (kisiler arasi iliskilerdeki eylemleriyle) ilgili olabilir, o zaman yasanin etik anlamindan, eylemlerin ahlakliligindan soz edilir.

Bir ornekle bu ayirimin bir ayrilma olmadigi, ayni kiside ayni zamanda isler1igi olabilecegi gosterilebilir. Sozunu tutmak, hukuki bir odevdir, arkasinda yasal zorlama vardir; etik bir odev-dir, arkasinda hukuki anlamda yasal zorlama olmasa da. Odev turlerinin farkliligi, sorun acisindan bir onem tasimaz. Onemli olan, birinde yasal zorlamanin nedeninin ne oldugu; digerinde boyle bir zorlama olmadan odev olmasini saglayanin ne oldugudur. Kisi, hukuki iliskilerinde sozunu tutarken, iliskilerinde yasalligi; etik iliskilerinde sozunu tutarken ahlakliligi saglar. Nicin yasal olmaya, ahlakli olmaya calisilsin? Insani bir arac degil, her zaman bir amac gormeyi buyuran “Pratik Buyruk”, aklin kendine koydugu yasanin temeli oldugu icin. Hukuki iliskilerde insani amac gorme, yasal olmayla gelirken, etik iliskilerde ahlakli olmayla gelir. Yasa, etik eylemlerin oznel ilkelerine kural koyarken, kurali dogrudan hukuki eylemlere koyar. Cunku yasal olma anliktir, ahlakli olma sureklidir.

Akil insana obur insanlari amac gormeyi buyururken, amac gorme baskalarinin haklarini bilmeyi de kapsar. Karsilikli iliskilerde insanlar birbirlerinin yasam hakkini koruyorsa, onur kirici davra-nislarda bulunmuyorsa, kucuk dusurucu durumlara zorlamiyorsa, “Ahlak Yasasi” is basindadir, insanlara birbirlerini amac gormeyi buyuruyordur.

Zenon'u anistirarak, insana cizilen yol, onu erdemle ozgurlestirme yoludur, denilebilir.

Felsefe tarihinden aldigimiz bu kesiti, Kant ile noktalamak uygun gorunuyor. Kant'in etik sorunlara getirdigi yeni bakis, bu sorunlari cozmede actigi yeni yollar insan iliskilerinin ele alinmasina yeni boyutlar katar. Bugun bircok dusunurde izlerine rastladigimiz bu etkiler, yuzyilimizin dusunce temelini olusturmaktadir.

Yirminci yuzyil, yukarida inisleri yokuslariyla cizilmeye calisilan cizginin, daha sonraki doneminin birikimi de eklenerek, yukunu tasiyan bir yuzyildir. Yuzyilin ikinci yarisi ilk yarisiyla karsilastirildiginda insan haklariyla ilgili onemli kipirdanislara tanik olur. Birlesmis Milletler, Avrupa Parlamentosu, Uluslarasi Af Orgutu gibi kuruluslar1a birlikte cesitli anayasalarda, bildirgelerde insan haklarinin korunmasi geregi vurgulanarak koruma gorevi yerine getirilmeye calisiliyor.

Bu arada, siyasal bagimsizligini yeni yeni elde eden kimi kimi Afrika ulkelerinde, insan haklari konusunda, bu haklarin ozune aykiri gelismelere tanik olunuyor. Siyasal bagimsizlik savasimi-nin bir yonu de insan haklari konusuna yansitilarak, bu ýlkeler milli kulturel ozelliklerine gore, kendilerine has insan haklari olmasi gerekt.igi savunuluyor. Bu goruslerini cesitli toplantilarda, Afrika ulkelerinin temsilcileri, insan haklari konusunda yeni bir boyut olarak sundular.

Afrika ulkelerinin, kendi insanlarina ozgu insan haklari onerileri bu haklara neden saygi gosterilmesi gerektiginin bugun de yeterince anlasilmadigini gosteriyor. Insanin, tasidigi ozellikleri olmasi gereken haklari uzerine tartismalarin en yogun bir donemde, insan haklarinin klmi insanlara gore farkliliklar gosterebilecegi gibi bir oneri, geriye bakildiginda insanlarin kendilerini insan olarak koruyabilmelerinde ancak bir arpa boyu yol aldikiarinin isaretidir.

Yollarda, elbette, arpa boyuyla da olsa ilerlenebilir!

 

Felsefe Yazilari, Yazko Yayinlari, 4. Kitap, 1982

Sayfa: 130-137

Öneri, katki ve elestiri

Cogito

Anasayfa