"DISHARMONIK BIR VARLIK OLARAK INSAN"
Tomris Mengusoglu
Takiyettin Mengusoglu'nun felsefe calismalarinin ana problem
alani, bilindigi gibi felsefi antropolojidir, insan felsefesidir.
O, calismalarini, "insanin varlik yapisi ve niteliklerini
ele alan ontolojik bir felsefe" olarak nitelendirir. Bunun
anlami, insan olaylarinin fenomenlerini ele alirken, aciklamalar
icin, onceden kabul edilmis bir kavramdan, ya da kavramlardan,
onyargilardan degil, (akil, geist, kultur, toplumsallik, teknik
yaraticilik gibi), insanin butunlugu ile ortaya ciktigi fenomenlerden,
bu fenomenlerin fenomenolojik betimleme ve cozumlemelerinden hareket
edilmesidir.
"Insan felsefesi" adli kitabinda bu tur on yedi fenomen
alani ele alinmistir. Bunlar bolum basliklari ile sunlardir:
bilen bir varlik olarak insan, Yapip eden bir varlik
olarak insan, degerleri duyan bir varlik olarak insan,
tavir takinan, onceden goren, ve belirleyen, isteyen,
ozgur olan, tarihsel olan, idelestiren, kendisini
bir seye veren, calisan, egiten-egitilen bir varlik olarak
insan, devlet kuran, inanan, sanatin yaraticisi
olan, konusan ve son olarak da biopsisik bir varlik
olarak insan. Daha da cogaltilabilecek olan bu fenomenler, yeryuzunde
insan varligi ile birlikte ortaya cikan fenomenlerdir; ve ozellikleri,
insanin parcalanmasina, ruh, beden, tin, bilinc gibi parcalara
ayrilmasina gerek gostermemeleridir.
Insanin butunlugu ile, ruhu, bedeni, bilinci ve tinsel ozellikleri
ile ortaya ciktigi bu fenomenler , bilgi, sanat, teknik, devlet
kurma ve butun oteki basarilari bir butunluk gosterirler
ve uygarlik duzeyleri ve caglari ne olursa olsun, butun
insan topluluklarinda ortaya cikarlar. Bu yuzden de bunlar, bu
tanidigimiz insanin, bu tanidigimiz dunyada yasayabilmesi, hayatini
surdurebilmesi icin gerekli olan "varlik kosullaridir"dir.
Ayni zamanda onun kendi basarilaridir.
Bu basarilarin ozu, birinci olarak, insanin yasama kosulu
olmalari; ikinci olarak tarihsel olmalari, yani olusup
gelismeleri; ucuncu olarak da arti bir deger olarak
dogal varliga katilmalari fakat dogadisi olmalaridir.
Bu yuzdendir ki, doganin herhangi bir noktasinda, yeryuzunun herhangi
bir katmaninda rastladigimiz yontulmus bir tas parcasi, ust ustekonmus
taslar, dikilmis bir sutun, yakilmis bir ocagin izleri, bizi insan
denen varligin gecmisteki ayak izlerine goturur. Bu izler doga
icindedir, fakat dogal olmayan tarihin izleridir.
Mengusoglu, insan felsefesinde, yukarda sayilan fenomenler arasinda,
insanin disharmonik bir varlik olmasini, ayri bir bolum halinde
ele almistir. Cunku o, disharmonik, uyumsuz bir varlik olmasini,
onun butun basarilarinin temeli olarak, fenomen betimleme ve
cozumlemelerinde saptar.
Disharmoni, antagonizm, uyumsuzluk, insanin bir basarisi degil,
onun biopsisik yapisi, konusma yetenegi, dili gibi insanla birlikte
ortaya cikan, insanin bir varlik ozelligi,varlik yapisinin
bir niteligidir.
Disharmoni ve harmoni problemi, insan felsefesinin ikinci cildi
olan "Insan ve Hayvan, Dunya ve Cevre" adli kitabinda
insanin ve hayvanin varlik yapisinda ortaya cikan karsit fenomenlerin
incelendigi yazisinda ele alinir. Insanla hayvan arasindaki apayrilik,
temelini hayvanin harmonik, insanin disharmonik
bir varlik olmasinda bulur.
Insandaki disharmoninin temeli, onun biopsisik varlik
yapisindadir; nasil ki, hayvanin harmonik bir varlik olmasi
da onun yapisal bir ozelligidir.
Yuzyilimizda, hayvanlar hakkindaki klasiklesmis gorusleri kokunden
degistiren, butunlukcu hayvan arastirmalarina gore (Mengusoglu'nu
cok etkileyen Uexkull ve Konrad Lorenz'in adlarini ozellikle vurgulamaliyiz),
hayvanin algi dunyasi ile etki dunyasi, tam uyumlu bir
butunluk gosterirler. Bunun sonucu olarak hayvan dunyada degil,
kendi cevresi icinde yasar. Birbirini tam karsilayan algi
ve etki cemberi icinde, yasamasi icin gerekli olan seylerin,
besini, dusmani ve cogalmasi disindaki hicbir seyi fark etmeden,
harmonik bir hayat surer.Doganin kendisine verdigi, onceden
belirledigi cevre icinde yasar, kendi turunun bir gecit
noktasi olarak beslenir, cogalir ve olur. Insanla hayvan
arasinda benzerlikler karsilastirmak yapmak, bilimsellikten uzak
olan hayvan dostlarinin duygusal bir tutumundan baska bir sey
degildir.
Mengusoglu'nun kendi ontolojik temelli insan felsefesinin baslangiclarini
gordugu Kant'a gore de, doga hayvana hayatini kolayca surdurmesi
icin cok comert davranmis, insana ise uvey evlat gozuyle bakmistir.
Onu ciplak, korumasiz olarak dunyaya salivermis, ondan sanki
yasamasi icin gerekli olan her seyi kendisinin yapmasini istemistir.
Bu bakimdan insan, bir yandan yoksunluklar, ote yandan,
olanak olarak bir fazlaliklar varligidir.
Bu olanaklarin, fazlaliklarin temeli, ondaki antagonist
nuvelerdir: Yapici olma, bunun tersi yikici olma; bunun tersi
kotu olma, korkunc olma; baris ve savas gibi karsitliklar, onun
varlik yapisinin ona has olan nitelikleridir. Antagonizm, onun
"basarilarinin" (basarilara olumlu ve olumsuz
olan her sey girer) yonetici ilkesidir.
Bu basarilar, degerlere ve anlam verme ve gerceklestirmeye dayanan
"kultur ve uygarlik" dedigimiz tarihsel alani
olusturur.
Dogadaki olusun yonetici ilkeleri, doga bilimlerinin arastirip
saptadigi doga yasalaridir. Bu yasalar, anlam ve degerlere
karsi kor determinasyonlardir. Ilk kez insanda, kor doga
yasalarina bir arti deger olarak katilan anlamverme
ve gerceklestirme, degerler ortaya cikar ve bir tarihsellikten
soz edilebilir. Tarihsel olusun yonetici ilkeleri, (mekan, zaman,
gelenek, dil yaninda) degerler, vital ve yuksek degerlerle
bezenmis ideler, gorus tarzlaridir. Tarihsel olusun
yonetici ilkeleri, (mekan, zaman, gelenek, dil yaninda) degerler,
vital ve yuksek degerlerle bezenmis ideler, gorus tarzlaridir.
Tarihsel alan, kendisini bize gosterdigi gibi, arkasinda insan
aktivitesi bulunan karsit degerlerin, idelerin bir carpisma alanidir.
Eger insan antagonist nuveleri besleyen disharmonik bir yapida
olmasaydi, O, cayirda otlayan koyunlardan farksiz olacakti (Kant).
Insana insan olma onurunu kazandiran yuksek degerler, onun, bu
degerlerin tersini de yapabilme olanagini tasimasindandir. Ozgurluk
ve sorumluluk, bu noktada bir postulat olmaktan cikar, bir gerekliliktir.
Insan, tarihi boyunca, kotu yanini silerek iyi yanini ve sadece
iyi yanini gelistirme olanaklari aramistir. Kendisini oradan oraya
surukleyen, mutsuz eden disharmoniden kurtulmanin yollarini, mutlulugu
aramistir. Kendisine sinir koymak icin tanrilar icat etmýs,
yonetici gucler, yasalar aramis, devletler kurmustur. Cennetten
kovulma mitosu, cennete, bu dunyada geri donme umudu, onun insan
olma cabalari bakimindan bir paradokstur.
Kutsal kitaplarin dile getirdigi bu mitos, insanin bilme itkisinden
dolayi cennetten kovulmasi, yani harmoniden, mutluluktan yoksun
birakilmasi, buna karsilik yabanci bir dunyanin, onun alinteri
karsiligi ona verilmis olma paradoksu, insanin en temel ozunun
mitoslastirilmasidir. Ozundeki antonizm ve disharmoninin, olumsuzlanmasi,
yadsinmasidir.
Denebilir ki, insan sanki bildigimiz tarihi boyunca, insan olmanin
yukunden kurtulmak ýcýn, dinler icat etmis, aslinda
kendisine bier ayricalik olarak verilen ozgurlugu ve sorumlulugu,
ozlemlerinin bir idesi olarak, olumsuz, mutlak ve sonsuzca
adil bir varliga, tanriya yuklemek istemistir. Bu durum
insanin tarihi boyunca yasadigi bir paradokstur.
Insan olmayi antagonizm ve disharmoniye sahip olma
ayricaligi olarak goren Mengusoglu, arastirmalarinin sonunda
soyle bir soru sorar: Insani harmonik bir varlik yapmak isteyen
dinler, onu hayvana mi yaklastirmak istiyor? Bu soruyu Kant'in
yukarda sozu edilen bir dusuncesi ile yanitliyor: Disharmoninin
ortadan kalkmasiyla, insanla cayirda otlayan koyunlar arasindaki
fark ortadan kalkardi. Ve su dusunceyi ekliyor: Fakat ne insan
hayvan ne de hayvan insan olabilir. Cunku insanla hayvan arasinda
derece farki degil, ozsel bir fark vardir.
Mengusoglu'na gore, antagonizm ve disharmoni insanin insan olmasinin
yani degerinin kaynagi, yaratmalarinin olanak temeli, dunyaya
acilmasinin olanagidir.
Tanri postulatina siginan insan, ozgurluk ve sorumlulugunu tanriya
yukleyerek, varlik yapisindeki disharmoniden kurtulma yolu aradi.
Fakat dinler, insanin bu ozlemini, onun varlik yapisini degistiremedikleri
icin, yerine getiremediler.
Insan aklinin kesfi ve buna bagli olarak insanin kendisinin
ozgurluk ve sorumlulugu yuklenmeye hazir olmasi ile bilim
ve teknik cagi basladi. Bilim, insana, bir obur dunya yerine,
bu dunyada rahatlik vaat etti. Aydinlanmanin sinirsiz iyimserligi
bilimle butun problemlerin cozulecegine inaniyordu. Gercekten
bilim, gelistigi ulkelerde, hayat kosullarinin iyilesmesini, gecen
yuzyillarin hayal bile edemeyecekleri, ya da ancak hayal edebilecekleri
bir duzeye cikardi. Ancak onceden gorulmeyen sey, basarilarinin
da , insanin kendisi gibi kendisi gibi cift degerli
olmasiydi. Bilim ilerledikce, doga guclerine egemen oldugu,
onlari kullandigi, tukettigi olcude, dunyanin ve insanin da hayat
damarlarini tuketiyordu. Ama ne insandaki, ne de insanin bir parcasi
oldugu varliktaki celiskiyi tuketebiliyordu: yaptikca yikiyordu.
Paradoks gittkce katmerleniyordu. Simdi bilim, sihirbazin
ciragi gibi, baslattigi temizligin her seyi silip supurmesine
dur diyecek sihirli sozcugu ariyor, ama onu artik unutmusa benziyor.
Bilimle din arasindaki ortak yanilgi, dunyanin ve insanin varlik
yapisina ait olan karsitlik, celiski ve paradoksun yok edilebilecegi
sanisiydi.
Din bunu gunah kavrami ile karsiliyor, tanriya inanma
ve boyun egme ile ortadan kaldirmaya calisiyordu. Bilim, karsitlik,
celiski ve paradoksu yanilma, hata olarak goruyor; insan
aklinin kullanilmasinin ilerlemesi ile ortadan kalkacagina inaniyordu.
Bunun bir sonucu olarak, bilim en yuksek ilkesinde, insanin dunyadaki
cesitliligi bir ve en yuksek bir ilke ile aciklama
gereksinmesine yanit verecek olan ilkeler pesine kosuyor; coklugu,
karsitligi, celiski ve paradoksu bilginin sinirlari
disina atmaya calisiyordu. Bilgide karsilasilan karsitliklar ve
celiskiler, hata olarak ya da anlamsizlik, antinomi
ve paradoks olarak, aklin ve bilginin sinirlari disina
atiliyor. Cunku, celiski, karsitlik ve paradoks, varliga ait
bir yapi ozelligi olarak gorulmuyor; onlar, insanin bilme,
gorme, algilama yeteneginin sinirli olmasindan, ya da yeteri kadar
gelismemis, yetkinlesmemis olmasindan dolayi dustugu hata,
yanilgi bir olmamasi gerekendir.
Paradoksu, karsitlik ve celiskileri hatali bir gorus, kotuyu insanin
zayifligi ya da yanilgisi olarak goren, onlara varlikta bir korrelat,
bir varlik tarzi tanimayan klasik goruse gore, en yuksek
degerler, iyilik, guzellik, hakikat ve ozgurluk, ayni zamanda
en buyuk guce sahiptirler. Iyilik, guzellik ve hakikatin
en sonunda zafere ulasacak olan, her seyin ustunde parlayan bir
tanrisalliga, bir gucu vardir. Tarih, bu guclu degerlerin insan
bilincine islemesi sayesinde, insanin ozgurlesmesinin, ya da soz
konusu ise, tanrisal devletin kurulmasinin bir tarihi olacaktir.
Antik Cag'dan beri, bu dusunce cizgisi disinda
kalan pek cok dusunurun gelip gecmis dusunceleri, caga uygun olmayan
dusunceler olarak, bir kenara atilmistir. Ana yol degismemis,
mantigin ozdeslik, celismezlik ve tertium non datur ilkesi sarsilmamistir.
Ancak yuzyilimizin baslarinda, Husserl'in felsefi dusunceyi cikmazdan,
kurtaran "fenomenlere donelim" cagrisindan sonra, bu
cagriya uyarak yol arayan filozoflar, bunlardan birisi olan Nicolai
Hartmann'in intentio recta tutumu ile, cagimizin yeni yeni fark
etmeye basladigi yeni bir yol acildi: Karsitliklarin, cok degerliligin
ve paradoksun yolu.
Bu yeni yolun en onemli basarisi, Hartmann'in yeni ontoloji ve
icerikli degerler ethigidir. Ancak Hartmann'in tam anlami ile
anlasilmasi icin, insanin, gercekligin tek boyutu olmadigi
gorusunu, kaninda, caninda yasamasi gerekiyordu. Oyle gorunuyor
ki, simdiye kadar ethik alaninda varilan bosunaligin dunya capinda
tekrar yasanmasi yetmedi; bilginin ve teknigin ilerlemesinin,
dunyanin fizik dengesini bozma derecesine ulasmasi gerekti.
Matematigin ilkelerinin ve mantiginin somut dunya ile tam ortusmedigi
bilgisine, gercekligin celiskisiz tek boyutlu bir dogru
ve hakikat yonunde, tek katmanli olmadigi, anlayisinin
da eklenmesi gerekiyordu. Aslina her cagda, sanat bunu gostermistir,
gosteregelmektedir. Kavramlarin degil, yasamanin, somut olanin,
sezginin dunyasi olan sanatin, insani varolussal bir yakalama
ile sarsmasi, onu dunyanin yapisal celiski ve paradokslari icine
cekmesi bundandir. Dunyayi derinden yasayan her insanin, sanatla
olan iliskisi olan herkesin boyle bir deneyimi vardir. Ancak bu,
kisilerin yasantisi olarak, o kisilerde kalir; belki sanatla dile
getirilir; ama sanatin etkisi, genel olarak sinirli ve bir bosalma
ani olarak gelip gecicidir.
Bilim ilkeleri degismedikce kendi yolunda yurumek zorundadir.,
ama felsefenin durumu baskadir. O, her zaman onculuk edendir.
Hartmann'in ontolojisinin, tabakalar teorisinin, varlik determinasyonlarinin
ozu, determinasyon orgusunun mantiksal yapisinin halis bir tertium
datur oldugudur. Baslangicta, varlikta bir kaos meydana getiriyor
diye bir yergi konusu olarak gorulen bu ozellik, simdi varligi
fenomenlere uygun aciklamanin yepyeni yolu olarak goruluyor.
Kopernik'in gunes merkezli evren horusu, gercek bir devrimdi.
Kant, "insanin anlayis yetenegi, yildizlara devinim yollarini
dikte eder" demekle, bilgi alaninda, Kopernik devrimini yinelemisti.
Simdi klasik gorusu tersine ceviren Hartmann'in gorusu, Bati'nin
dusunce tarihinde ucuncu Kopernik devrimidir.
Hartmann'in kategorial analizlerinde varlik tabakalarini yoneten
ilkelerin, kategorilerin bir karsitliklar orgusu oldugunu gosterdigi
gibi, varliktaki guc dengesini de tersine ceviriyor. Yuksek degerler
sferi en gucsuz olan sferdir. Ustelik harmonik degil, disharmoniktirler.
Isa'nin unlu cumlesi, tersine cevrilmelidir. Isa olum korkusu
icindeyken, kendisini bekleyen ogrencilerinin, Hiristiyan dininin
unlu azizlerinin, kendilerini tutamayip uyumalari karsisinda,
"Ruh istekli ama beden zayif" der. Halbuki guclu olan
beden, zayif olan ruhtur.
Butun varlik tabakalari insanda birlesirler. Fakat butun tabakalarin
insanda birlesmesinden dolayi, insan daha guclu degil, tersine
direnclere daha acik, daha kirilgan, daha zayiftir. Cunku hicbir
enerji merkezi, gucu olmayan, gerceklesip gerceklesmemeye karsi
ilgisiz olan degerler sferi de, oteki varlik tabakalari gibi celiski
ve karsitliklar tasir. Bu bakimdan ozgurluk, sevgi vb. gibi yuksek
degerlerin gerceklestirilmesi, insani harmonik bir hayata, uyum
ve mutluluga ulastirmaz, tersine uyumsuzluga, mutsuzluga goturur.
Trajik olanan kaynagi da bu. Ama insan bundan vazgecemez ve insan
olmanin guclugu ve degeri de buradadir. Denebilir ki, insan hicbir
cagda, cagimizda oldugu kadar, kendi deger ve olanaklarinin olumlu
yanlari yaninda, olumsuzluklarinin da bilincine varmisti.
Felsefe Tartismalari, 19. Kitap, Nisan 1996