Yasamin Anlaminda Evrenin Bilgisinin Yeri

Özgür Akarsu

 

 

Ünlü Latin sair Lucretius’un (M.Ö. 95-55)  “De Rerum Natura” ismini verdigi 7400 dizelik didaktik siiri, Türkçe’de “Evrenin Yapisi” ya da “Evrenin Dogasi Üzerine” basliklari ile karsilanabilir. Bilindigi gibi didaktik siir genellikle ögretici, bilgi verici ve yol gösterici olmasi niyeti ile yazilmis siirlerdir. Lucretius da De Rerum Natura’da insanin dogru, ahlakli yasamasini amaç edinmektedir.

Özlem: Lucretius’un amaci, insanin ahlaksal dogrularina ulasmak ise ne için evrenin yapisini anlatma geregi duydu ki?

Volkan: Dogru söylüyorsun, Lucretius’un amaci evrenin yapisini anlatmak degildi. De Rerum Natura’da evrenin yapisini anlatmasi, insanin kökenini, dogasini, nerede bulundugunu ve nereye gidecegini dolayisi ile insanin yasaminin anlaminin ne oldugunu anlatmak için bir araçti. Çünkü O sunun farkindaydi, insan yasaminin anlami için yasar ve bu anlamin pesinden gider.

Özlem: Sanki bu ikisi, yani yasamin anlami ve evrenin yapisi bana apayri iki konuymus gibi geliyor. Aralarinda ne gibi bir iliski var ki?

Volkan: Aslinda iliski çok açik, çünkü kökenimiz, dogamiz, nerede yasadigimiz ve nereye gidecegimiz de yasamin anlaminin belirlenmesinde ve sorgulanmasinda kaçinilmaz olarak ortaya çikacak olan konulardir. Dolayisi ile yasamin anlamini arayacagimiz en büyük hacimli bilgi, evrenin yapisina ait olan bilgidir. Bu bilgi, sadece evrenin bir kökeninin oldugunu düsünen ve olduguna inanlar için evrenin kökeninin ne oldugunun bilgisini de içinde barindirir. Öyle ya, evrenin bir kökenin oldugunu düsünmek zorunda degiliz. Önce yasamin anlami üzerinde biraz daha duralim. Senin de hak verecegin gibi yasamin anlami nedir diye soruyorsak eger, ne için yasadigimizi da sormaya baslariz. Ne için yasadigimiz, ahlak ve deger yargilarimizi dolayisi ile nelerin pesinden gidip nelere sirtimizi dönecegimizi de belirler.

Özlem: Iyi de, yasamin anlami nedir? Benim bildigim bir çok insanin bazilari para pesinden, baziları ask pesinden ya da isçi sinifinin çikarlari veya inandiklari tanrinin buyruklari pesinden gidiyor. Bu kadar farkli seylerin pesinden giden farkli farkli insanlar varsa hangisi gerçekten yasamin anlaminin pesinden gidiyor? Hem yasamin anlamini kim biliyor ki? Diger yandan, kazara yasamin anlamini bulmus olsak da, buldugumuzun gerçekten yasamin anlami oldugunu nasil bilebiliriz?  

Volkan: Insanlarin pesinden gidiyor diye saydigin bu seylerin her biri, ne tek baslarina yasamin anlamidirlar ne de yasamin anlami bu tür tikel anlamlarin toplamidir. Kanimca, zaten yasamin kendisinin bir anlami yoktur, anlam ona bizim kendimizin kattigi bir seydir. Böylece sordugun bu sorular anlamsiz olur ve cevap bulmamiz da gerekmez.

Özlem: Hakli olabilirsin ama, o zaman su soruya nasil cevap verecegiz: Insan, yasaminin anlamini kendi yarattiysa ve bir bakima o bir kurgu ise hiçlige, anlamsizliga düsmez mi?

Volkan: Cevap vermek zorunda oldugumuz çok güzel ve önemli bir soru. Bu soruya cevap veremez isek insanin ya olmayan bir sey için yaşadigini ya da kendini bile bile kandirdigini söylemis oluruz. Böylece çeliskili düsündügümüz sonucu çikarilabilir. Ancak ben bu sonuca varmiyorum, çünkü insan çogu zaman yasama anlam katanin kendisi oldugunun farkinda degildir. Insan yasamin anlamini kendi yaratmis olsa da, bu yaratisina yabancilasmistir ve sonuçta kendi ürününü kendisine disaridan sunulan veya disarilarda kesfedecegi bir sey durumuna koymustur. Yani yasam anlamlandirilir ancak daha sonra yasamin anlamlandirilisi yasam anlayisi olur, sanki yasamin bir anlami varmis ve biz onun anlamini kesfediyormusuz gibi.

Diger yandan bireyler yasamlarini devam ettirebilmek için, hem doga ile hem de toplumun diger bireyleri ile öyle ya da böyle üretim ve tüketim iliskilerine girerler. Bu iliskiler yasamin maddesel kosullarini belirleyeceginden de yasamin anlaminim biçimlenmesinde bu iliskilerin büyük bir katkisi vardir. Anlami bu iliskiler agi içerisinde bulundugu yerde bulamayan birey, varliginin yani yasaminin, anlami ile, yasantisi arasinda çeliskiye düsebilir. Bu nedenle insan genelde üretim iliskileri içerisinde öyle ya da böyle kendi varligina bir anlam bulmaya çabalar.

Özlem: Demek ki, yasamin anlamini biçimlendiren tek etken evrenin yapisina ait bilgi degilmis. Seni az çok taniyorsam eger, üretim iliskilerinden söz ettiginde toplumsal yapilanmayi dolayisi ile siyasal kurumsallasmalari da kast ettigini düsünüyorum.

Volkan: Dogru düsünüyorsun.

Özlem: Yasanti ile yasamin anlami arasinda dogabilecek bir çeliskiden söz ettin. Hem evrenin yapisi hem de üretim iliskileri yasamin anlamlandirilmasini etkiliyorsa eger, bu ikisinin kattiklari anlam her zaman uyusmaya bilir. Demek istedigim, evrenin yapisina dair bilgimiz yasamin anlami ile yasanti arasinda tutarsizliga neden olabilir ya da bu tutarsizligi arttirabilir.

Volkan: Elbette. Böylece su sonuca varabiliriz: Insanlar bu tür tutarsizliklari ortadan kaldirma egiliminde oldugundan, toplumsal yapilanma evrenin yapisina dair bilgiyi çesitli sekillerde etkileyebilir ve baski altina da alabilir. Bazen toplumsal yapi kendi köklerini evrenin yapisina, çogunlukla da kökenine de dayandirarak, kendini evrensel düzeyde mesrulastirabilir ve daha kalici kilabilir. Bu söz ettiklerimize en iyi örnek herhalde Platon’un kurguladigi toplum anlayisi ile evren anlayisi arasindaki apaçik iliski olabilir. Platon çok bilinen ve  bir çok alandaki düsüncelerinin hala etkili oldugunu senin de kabul edecegin bir düsünürdür, bu sebepten Ondan söz edelim istiyorum, yoksa tarihin her kesitinden örnek bulmak sanirim mümkündür.

Özlem: Devam et, kulagim sende.

Volkan: Platon, ise bilginin kaynaginin ne oldugunu sorarak baslar. Ona göre bilginin kaynagi, bizim kendilerini duyu deneyi ile degil de, düsünce ve akil yolu ile bilecegimiz idealardir. Idealar ezeli-ebedi olan, yani yaratilmamis ve yok edilemez olan, zamanin ve mekanin disindaki degismez kavramsal varliklardir. Oysa, bu dünyadaki algilanabilir nesneler zaman ve mekanin içinde sürekli degismeye maruz kalmaktadirlar. Idealar degismez olduklarindan herhangi bir sey yapamaz ve dolayisi ile evrendeki degismeyi baslatamaz ya da bu degismeye neden olamaz. Ama bir tanri, idealar dünyasinin özelliklerini, sadece akilla anlasilabilir dünyanin formlarini, düzenden yoksun, belirsiz maddeye yükleyerek maddeye düzen ve form kazandirir. Böylece bir heykeltirasin biçimsiz çamurdan Venüs heykeli yapmasi gibi, Platon’un tanrisi da kaostan kozmosu yani form ve düzen kazanmis evreni  yaratmis olur. Tüm idealar da sahip olduklari özellikleri hepsinin üzerinde olan Iyi ideasindan alirlar. Iyi ideasi ancak matematiksel bilimlerle ve diyalektikle uzun yillar ugrastiktan sonra mistik bir tecrübe, özel bir sezgi ile taninabilir. Dolayisi ile Iyi ideasi tanimlanamaz, söze dökülemez, açiklanamaz ama baska her seyi açiklar.

Özlem: Kaç kisi uzun yillar matematik ve diyalektikle ilgilenebilir? Iyi ideasi söze dökülemez ise, bu ideaya mistik tecrübe ile ulasabilen kisiler olsa bile Iyi ideasinin bilgisi bu kisilerin tekelinde kalmaz mi?

Volkan: Bu sorulari O da sormus kendine ve hiç çekinmeden de cevaplamis. Ona göre, Iyi ideasinin bilgisine yasamini sadece düsünmeye ayirabilen bazi filozoflar ulasabilir ve bilgiyi edinmek  zaten filozoflarin isidir, siradan insanin edinebilecegi bir sey degildir. Karnini doyurmak için çalisanin düsünmesi hem gereksiz hem de bosunadir, hatta dogru degildir, onlarin filozoflarin dediklerini yapmasi daha uygundur.

 Bir yanda da maddesel dünya tanrinin kendisine verdigi formlari koruyabilmek bakimindan yetersizdir, yani evren sürekli çürümekte, onun deyimiyle soysuzlasmaktadir. Toplumun da bir ideasi oldugunu animsarsak eger toplumlar da sürekli soysuzlasmakta, çürümektedir. Iste tam burada Platon’un su ünlü lafini animsiyorum, “Ya filozoflar kral olmali ya da krallar filozof olmali.”

Özlem: Nasil tanri idealarin özelliklerini biçimsiz maddeye yükleyerek madde ile idealar arasinda aracilik yapti ise filozoflar da Iyi ideası ile toplum arasinda aracilik mi yapacaklar yani!

Volkan: Platon, çalismasi gerekmeyen, filozof krallardan olusan yönetici sinif,  bu sinifi koruyan bekçiler ve düsünmesi gerekmeyen, çalisan siniftan olusan bir toplumun ideal toplum oldugunu söyler. Filozof-krallar mistik bir sekilde elde ettikleri Iyi ideasinin bilgisiyle en azindan toplumsal çürümeye bir dur diyebilecektir.

Dahasi var, Platon’da Idealar iyinin kaynagi, dünyasal madde ise kötünün kaynagidir. Böylece günlük yasantinin degisen dünyasi güvenilmezdir ve bize degismeyenin, kusursuzun, sonsuzun bilgisini saglayamaz. Idealarin bilgisi filozof-krallarin tekelindedir. Buradan ahlaksal sonuçlar da çikarir Platon, iyi ideal devletin düzenini koruyacak her seydir: halki kandirmak ve gerekirse soykirim yapmak da iyidir. Kötü olan devletin düzenini degistirebilecek her seydir: çalisan sinifin düsünmesi bu baglamda kötüdür,  yöneticilerin de yasamak için çalismasi kötüdür.

Bilime, gözlemsel bilgiyi küçümsediginden çok zarari, matematigi bilimle evlendirdiginden de faydasi olmustur. Gördügün gibi Özlem, Platon evrenin yapisini, kökenini açikliyor sonra topluma, devlete, iyi olan ile kötü olanin ne olduguna kadar geliyor.

Özlem: Platon, bana gerçekten de tutarli görünüyor, ama onun bu görüslerini kabul edebilecegimi hiç sanmiyorum. Onun görüsleri daha çok felsefe ve metafizik üzerine kurulmus gibi görünüyor. Ancak, bilim bize gözlemlerle elde edilmis ve sinanabilir bir çok bilgi veriyor ve evrenin yapisi bu bilgilerle açiklaniyor, öyle degil mi? Öyleyse kisilerin inançlari, siyasi görüsleri ya da genel olarak yasama bakislari bilimsel bulgular karsisindan neyi degistirebilir, ancak bilimi yadsimalari gerekir ki öyle oldugunda da o görüs zaten bastan kaybetmis olur.

Volkan: Platon ile ilgili söylediklerine katilmamam mümkün degil. Özellikle Onun görüsleri önünde sonunda kökencilige, irkçiliga ve sabit bir sinif ayrimciligina çikar ki böyle bir görüsü kendime yakistiramam. Ama bilimin salt olgusal yani gözlem ve deney verilerinin üst üste biriktirilip toplanmasindan daha fazla bir sey oldugunu da görmek gerekir. Doga bilimsel çalismalar salt olgusal olmaktan daha fazla anlam tasimaktadirlar. Unutmayalim ki bilimin de bir metafizik özü var. Ne demek istedigimi anlasilir hale getirmek için, Newton ve ortaçag evren anlayisi arasindaki karsitliga deginmekte yarar var. Bunun için ortaokuldan beri bildigimiz Newton’un üç devinim aksiyomundan ya da yasasindan birincisini animsamak ise yarayabilir.

Özlem: Bir cismin üzerine kuvvet uygulanmiyorsa eger, duruyorsa durmaya, hareket halindeyse düz bir çizgi boyunca hareketine devam eder, degil mi?

Volkan: Kabaca evet. Ama Newton’un Philosophiae Naturalis Principia Mathematica adli eserine bakacak olursak, fizik derslerinden çok tanidik olan Newton’un birinci devinim yasasi söyle tanimlanmis: Her cisim, üzerine etki eden bir güçle bu degistirmeye zorlanmadikça, durgun durumunda kalmaya devam eder ya da düz bir çizgide tekbiçimli hareketi sürdürür.

Özlem: Buradan ne anlam çikarmamiz gerekiyor simdi?

Volkan: Dikkat edersen, Newton aksiyomuna “her cisim” ile basliyor. Bu neyi degistirir? Ortaçagin evren anlayisi ile beraber ele alip düsünürsen çok rahat bulursun.

Özlem: Biraz daha ipucu lütfen.

Volkan: Ortaçagda yürürlükte olan Batlamyus evren modeli, Aristoteles’in evren modelinin biçimce biraz degistirilmis halidir. Bunun yani sira, bu modelin üzerine kurulan evren anlayisi Platon ve Aristoteles’ten bir derlemedir. Aristoteles, evreni dünyaya ait yasalara bagimli cisimlerin bulundugu ay alti alem ve içinde ezeli ebedi ask objesinin arzusuyla devinen gezegenlerin, yildizlarin bulundugu ay üstü alem-kutsal alemler- olarak ikiye bölmüstü. Özetle, göksel yasalar ile dünyasal yasalar diye ayrim yapmaktadir.

Özlem: Evvvet! “Her cisim” denince de yersel ve göksel cisimler arasindaki ayrim artik kullanilmaz hale gelmis olur.

Volkan: Kesinlikle! Böylece bizlere fizik derslerinde ezberletilen bu aksiyom, mühendislige hizmet eden kuru kuru bir teknik bilgi degil, ayni zamanda ortaçag evren anlayisina bir baskaldiridir. “Atalet yasasi” olarak bilinen bu aksiyom aslinda Newton’un bulusu degil Galileo’nundur, Galileo’nun da bu fikrinin temellerini atomcu filozof Demokritos’ta (I.Ö. 460-370) buldugu bilinmektedir.

Özlem: Yine filozoflar, neyse, peki, göksel yasalarin dünya yasalarina tabi tutulmasinin o günün toplumsal yapilanmasina karsi bir anlayis getirdigi sonucunu nasil çikaracagiz?

Volkan: Isa, babasinin yanina gittigini söyleyerek gökyüzüne yükselmemis miydi? Markos Incil’de söyle diyor: Rab Isa onlara (havarilere) bu sözleri söyledikten sonra göge alindi ve Tanrinin sag yanina oturdu.(Markos 16:19) Isa, tanridan ayri düşmüs, günahkar dünyadan, kutsal olan dünyaya gitmek için göge yükselmisti. Iste Aristoteles’in ay alti ve ay üstü alem ayrimi yapmis oldugu evren anlayisi kilisenin inanci ile böylece uyusmakta.

Özlem: Ne deyeyim akla yatkin geliyor, ben bunu niye düsünemedim ki? Ama Aristoteles Hiristiyan degildi ya, O ne için ay üstü alemin kutsal oldugunu düsündü?

Volkan: Aristoteles’in hareket ögretisini biraz irdelersek gökyüzünün niçin kutsal sayildigini daha iyi anlayabiliriz. Aristoteles’te cisimlerin nasil ve nereye hareket edecekleri onlarin ne olduguna ve nerede olduklarina baglidir. Topraktan yapilma bir cisim asagi dogru, ates ise yukari dogru hareket eder. Çünkü topragin dogal yeri asagida, atesin yukaridadir. Her bir cisim kendi yerini kendi türüne göre bulur ve o yere varmaya çabalar.

Özlem: Ortaçag insani için de Kutsal Isa kendi yeri olan göksel kralliga yükselmisti ve insan da bu dünyadan kurtulup, kendi yerine yani tanrinin yanina varmak için çabaliyordu. Nasil da uyusuyorlar!

Volkan: Aristoteles’in hareket ögretisine devam edelim, çünkü gökyüzünün niye kutsal sayildigini daha cevaplamadik. Bir cisim kendi yerine dogru hareket ediyorsa bu dogal bir harekettir, bir tasin birakildiginda topraga gitmesi gibi. Ancak, yukari dogru atilan bir tas topraga yani kendi dogal yerine geri döner, dolayisi ile tasin yukari atilması siddete dayali, dogal olmayan bir harekettir. Dünyasal cisimler dogal yerlerinde bulunmadiklarindan hareket ediyorlarken, göksel cisimler kendi yerlerini kendi hareketleri içinde bulmaktadir. Bu sebepten dolayi göksel hareket varlik bakimindan kusursuz, diger yandan dünyasal hareket kusurludur. Adeta lanetlenmis kusurlu bir ay alti alem-yeryüzü- ve kutsal, göksel cisimlerin ruhsal alemleri. Böyle bir evren anlayisi mesrulugunu göksel kralliktan alan kilise egemenliginin dogal kaniti olarak sunulmaktaydi. Simdi sen söyle Özlem, sence kilise böyle bir evren anlayisinin degistirilmesine olumsuz tepki göstermeyip de ne yapabilirdi?

Özlem: Bu bilgiler isiginda  çok basitçe su sonuca variyorum, Aristoteles’in evrenin reddi kesinlikle islerine gelemezdi. Çünkü gök yüzünün yasalari da dünyadaki yasalarla ayni olunca kutsal göksel krallik yikilmis ve Isa’nin yükseldigi gökyüzü kutsal olmayan bir gökyüzü olur. Böylece degisen evren tasarisiyla beraber kilisenin mesrulugu evren anlayisindaki yerini ve kaynagini yitirir.

Volkan: Bu gün artik, evrenin yapisinin ne oldugu, sorusunun cevabini bulma hakki daha çok bilim adamlarina taninmis görünüyor. Bilimin teknik gelismeye sagladigi katkilar kuskusuz göz ardi edilemez ancak bilim sadece teknige veya ne bileyim sagliga hizmet etmesinin yani sira anlamlar üretmektedir. Daha önce de dedigimiz gibi salt olgusal bir bilgi üretme sürecinden daha fazla bir seydir bilim.

Özlem: Tam olarak nereye varmaya çalisiyorsun?

Volkan: Bir soruyla karsilik vereyim. Bugünün yaygin ve baskin evren anlayisinin yani Big Bang’in tarihteki diger evren anlayislari gibi önsel, metafizik kabullenmeleri veya inançsal ve anlamsal sonuçlari yok mudur?

Özlem: Niye olmasin, degil mi? Çagimizda ne degisti de tarih boyunca evren anlayislari ile toplumsal yapi ya da yasamin anlami arasinda iliski varken günümüzde bu iliski bir son bulsun?

Volkan: Tarih içerisinde çok sey degisti, evren anlayisi da toplum da degisti. Evren anlayisi ile toplum arasindaki iliski de degisti ama iliskiler degişmis olsa da hep bir sekilde iliski vardi, bugün de olmasi gerekir.

Özlem: Tamam, itiraz etmiyorum, ama günümüzde iliskinin varligini nerelerde aramamiz gerektigini söyleyebilir miyiz?

Volkan: Elbette, bazi  örnekler üzerinde duralim. Einstein, bir yayinciya teorisini tüm dünyada anlayabilecek en fazla on iki kisinin bulundugunu söylüyor. Bu söz daha sonradan o kadar çok tekrarlandi ve desteklendi ki Einstein’in gelmis geçmis en zeki insanlardan biri oldugu ve Onu sadece çok iyi matematik egitimi almis sinirli sayida bilim adami tarafindan anlasilabildigi efsanesi türedi. Gerçekten de bilim, bir yandan teknigin hizmetine girerken diger yandan da, özellikle kuramsal fizik ve evrenbilim, bir elitler zümresi dogurdu.

Özlem: Sanki bunlari daha önce konustuk gibi, evet ya, ayni Platon’un dedigi gibi. Evrenin yapisini sInIrlI sayida bir grup insan, çok iyi matematik ve diyalektik egitimi alarak bilebilir demiyor muydu? Bu da demek ki, evrenin yapisi artik bu yeni elitler zümresinden sorulacak.

Volkan: Bu, bilimsel bilginin artik anlasilabilecek bir sey degil, inanilacak bir sey oldugunu söylemektir. Richard Feynman kuantum elektro-dinamigi ile ilgili bir konferansinda katilimcilara söyle der “Biliyor musunuz, benim fizik ögrencilerim de anlamiyorlar. Çünkü ben de anlamiyorum. Hiç kimse anlamiyor.”

Özlem: Feynman kendisinin de anlamadigini söylerken biraz alçak gönüllülük yapmis olsa gerek.

Volkan: Bugün evrenin yapisina dair söylenenlerden bir örnek vererek olusan bu tutumu sergileyebiliriz. Evrende gözlemlenen madde miktari, Big Bang’in öncüllerinden evrenin bu günkünü yapisini elde edebilmek için gerekli olan madde miktarinin çok çok altinda çikiyor. Teoriye göre bir yerlerde saklanmis ya da gözden kaçan madde olmali, yoksa evrenin bugünkü yapisi için gerekli olan kütle çekim kuvvetinin nereden geldigi açiklanmamis olurdu. Buraya kadar bir sorun yok, ancak tüm gözlemlere karsin bu kayip maddeyi bulamadilar. Bu sorun üzerine evrenbilimciler parçacik fizikçilerinden isbirligi, bir bakima yardim, istediler. Bu isbirligi bir süre sonra sonuçlarini verdi, sadece kütle çekim etkisi saptanabilen, IsIkla etkilesime girmeyen “karanlik madde” diye bir kavram attilar ortaya. 

Özlem: Karanlik maddenin varligi kanitlanmis mi?

Volkan: Diyorlar ki, karanlik-maddenin varliginin kaniti kaynaginin kendisini göremedigimiz kütle çekim kuvvetinin etkileridir. Oysa bu açiklama bir kanit olamaz. Çünkü bu söyledikleri zaten karanlik-madde kavraminin ortaya atilis nedenidir. Bunu, bir kanit olarak öne sürdüklerinde tek yaptiklari bir kisir döngü yaratmak olur.

Özlem: Bu karanlik madde, sanki hayalet madde, ortada yok ama dogayi etkiliyor! Halk öykülerinde de sIk sIk oldugu gibi, günlük deneyimlerle açiklanamayan olaylarda sorumlu genelde hayaletlerdir.

Volkan: Hos bir mizah anlayisin var. Haklilik payi da yok degil. Burada benim dikkatimi çeken evrenin yapisinin sadece bilim adamlarinin kuramsal çalismalarinla açiklanabilecegi ve anlasilabilecegi inancinin yerlesmis olmasidir. Daha açik söyleyeyim, bugün de gökyüzündeki olaylarin belli bir elit tarafindan dünyada karsimiza çikmayan bir takim olgularla açiklanmasi bana ortaçag evren anlayisini çagristiriyor. Çünkü, göksel-yasalar ve dünyasal-yasalar ayrimi bir bakima yine söz konusu, bundan baska göksel-yasalarin bilgisi yine elit bir zümrenin bilebilme ve anlayabilme alanina girmis görünüyor ve çogunluga da bu zümrenin dediklerine inanip inanmamak kaliyor.

Özlem: Dediklerin akla yatkin geliyor ama umarim bilimi dislayacak bir sonuca varmazsin, sevgili arkadasim. Bilim o kadar hizli gelisti ki uzmanlasma ve branslasma kaçinilmazdi. Dogal olarak bilimsel çalismalari herkesin anlamasini beklemek zorlasir. Bu gün evrenin yapisini bilim açiklamaktayken birakalim da bilim degil inançlar mi ya da mitolojiler mi açiklasin?

Volkan: Elbette benim bilimi ret edelim diye bir sonuca varmam söz konusu degil. Ben uzmanlasmanin ve branslasmanin bilimi anlasilmasi zor hale getirdigini de ret edemem. Bir düsüncenin anlasilmasi zor olabilir dolayisi ile kafa yoran kisi sayisi az olacagindan da daha az kisi tarafindan anlasilacaktir. Ama ben bundan degil anlasilabilir olup olmamasindan söz ediyorum. Evrenin yapisini açiklayanlarin inançlar ya da mitolojiler olmasi taraftari degilim ama bilimin evrenin yapisini açiklarken inançlardan ve mitolojilerden etkilenmedigini de söylemek de son derece güç olur. Bilimi terk etmeyelim ama bilimin içindeki alternatif teorileri ya da hipotezleri de gözden kaçirmayalim.

Özlem: Lafini kesiyorum ama sanirim bulutlar dagildi gibi, yavas yavas teleskopun basina geçsek iyi olur.

Volkan: Dogru, öyleyse toparlamama izin ver, hemen sonra gözleme baslariz. Big Bang evrenin yaklasIk 15-20 milyar yil kadar önce hiçlikten büyük bir patlama ile basladigini öneriyor. Evreni, sonsuza dek genisleyerek soguk ve karanlik bir gelecegin ya da tekrar üzerine çökerek baslangici kadar dehset bir sonunun bekledigini söylüyor. Bu yaklasimin, göksel olaylari açiklarken ve tüm bu senaryolari çizerken kullandigi egemen güç kütle çekimdir. Bir de evrene bir baslangiç ve son biçmeyen, onu uzay ve zamanda sonsuz ve sinirsiz kabul eden plazma-evren modeli var. Bu model ise evreni biçimlendiren egemen gücün elektriksel ve manyetik kuvvetlerin oldugunu kabul etmekte. Big Bang’in gözlemlerden evrenin genisledigi sonucunu çikardigi yerde plazma evren modeli bu genislemenin, sonsuz ve sInIrsIz evrende gerçeklesen yerel bir büyük patlamanin sonucu olabilecegi seçenegine dikkat çekiyor.

Özlem: Yani, big bang diye bir seyin oldugunu ama bunun maddenin yaratildigi ve evrenin varliga geldigi bir büyük patlama degil sadece bir büyük patlama oldugunu söylüyor.

Volkan: Simdi sunu sormak gerekli, günümüzün toplumsal yapilanmasi evrenin yapisina dair bilginin olusumunu ne biçimde etkiliyor ki Big Bang, plazma-evren yaklasimina yegleniyor? Lucretius ahlaksal dogrularina ulasmak için evrenin yapisini anlatmisti, Platon devleti ve iyi ile kötünün ne oldugunu açiklarken ise evrenin yaratilisindan baslamisti, ortaçagda kilise otoritesini göksel kralliktan aliyordu. Bu gün Big Bang ile toplumun anlam dünyasi ne tür bir iliski  içerisinde? Plazma evren anlayisinin daha çok materyalist ve solcu diyebilecegimiz kisilerce benimsenmesi, diger yandan Big Bang’in yaratilisa inananlarca benimsenmesi bir rastlanti olmasa gerek. Böyle bir net ayrim oldugunu da söylemek istemiyorum ancak Marksist egilimli bir çok görüsün, siyasal düsüncelerini plazma-evren ile desteklemekte iken benim bildigim Hiristiyan ve Müslüman yayinlar da Big Bang teorisi ile desteklemektedir. Big Bang’i dayanak alanlar, modern bilimin ya da Big Bang’in dediklerinin kutsal kitaplarinda çok önceden beri zaten bulundugunu söylemektedirler. Bir daha ki konusmamiza bu konular üzerinde düsünmeye ne dersin? Bu bizim ödevimiz olsun. Doganin bizi pek umursadigi yok, konusmayi keselim yoksa gözleyecegimiz yildizi kaçiracagiz. Özlem teleskopun kapagini, bir de kubbeyi açabilir misin? Bu arada, ne dinleyelim istersin?

Özlem: Masanin çekmecesinde Beethoven’in bir CD’si olacak, oradan Moonlight Sonata’i çalar misin? CD yi bulunca söyle, isigi kapatacagim.

Volkan: Moonlight, tamam. Sonra da Mozart  41. Senfoniyi çaliyorum, tamam mi!

Özlem: O senfonin diger adi “Jupiter”, degil mi. Isigi kapattim! Koordinatlar neydi?

Volkan: Bir saniye, lamba nerdeydi, ah buldum. Alfasinin koordinatlarini veriyorum, sag açikligi...

 

Öneri, katki ve elestiri

Cogito

Anasayfa