Insana Benzetilmis Evren
Özgür Akarsu
Doga-bilimlerinin nesnel oldugu söylencesi
çagimizin tabusudur, oysa bilim öznel insanin etkinliginin ürünü degil midir?
Öznel insan toplumdan bagimsiz, askin bir varlik midir ki nesnel bilgiyi ortaya
koydugu iddiasinda bulunsun?
Görünen sudur ki insan kendi için üretirken
dogayi dönüstürmekte, dolayisi ile kendini de dönüstürmekte ve üretmektedir. Bu
süreçte, insanin dogayi anlamlandirisi ve betimleyisi de degismis, tarihin
çesitli dönemlerinde ciddi farkliliklar göstermis ve bilim de bu süreçten
bagisIk olmamistır. Bilimin temel yapi tasi olan nedensellik ilkesinin
metafizigini ve kökenlerini bazi yönleriyle ele alacagim. Bu yönleriyle
nedensellik ilkesinin bugünkü evren anlayisimiza, dile pek getirilmeyen,
etkisini açimlamaya çalisacagim. Böylece çok yaygin olarak bilinen Big Bang
evren modelinin ideolojik yanlarinin oldugunu sahnelemek niyetindeyim.
Masanin üzerinde duran bir kitabi parmagimizla
ileriye dogru itelim, kuvveti yeterince arttirinca kitap hareket etmeye
baslayacaktir. Deriz ki, kitabin hareket etmesinin nedeni, parmagimizla ona bir
miktar kuvvet uygulamamizdir. Neden, parmagin uyguladigi kuvvet, sonuç,
kitabin hareket etmesi. Oysa bu basit olayin nedensel iliskisinin daha gerisi,
öncesi vardir. Parmagin kitabi itmesi olayi gerçeklestirilmeden önce bunu
yapmayi zihnimizde tasarlamisizdir. Tasariyi da bir amacimizi gerçeklestirmek
için yapmisizdir. Dolayisi ile kitabin hareket etmesinin nedeni, bedenimizle
yasama geçen bir amacimizin varligina kadar geri gider. Daha açik söylemek
gerekirse; insan zihninde olusan amaçlarina ulasmak için tasari yapar.
Zihnimizdeki bir tasari sadece bedenimiz ile yasam bulur, gerçeklesir. Öyleyse
insan amacini sadece bedeni ile olumlayabilir, gerçeklestirebilir.
Ancak, dogaya baktigimizda, hareketinin
nedeninin kendi zihnimiz ya da baska bir insanin zihni olmayan bir çok nesne
görmekteyiz. Bunlara, gökyüzündeki Günes’in ve Ay’in periyodik dolanimi, ne
zaman olacagi önceden bilinemeyen depremde yerin sallanmasi, bazen azan bazen
durulan denizin dalgalanmasi gibi, yasami yakindan ilgilendiren, hareketler
örnek verilebilir. Insanin, bedenini bir takim amaçlar için hareket ettirdigi
ve bir kayayi yerinden oynattigi gibi doganin hareketinin ardinda bir amaç ve
amacin sahibi olan bir zihnin varoldugu inanci olusmuştur. Bu inanciyla,
insanin yaptigi aslinda, kendine özgü dogasini, kendi olmayan dogaya
genellestirmek, aktarmaktir. Böylece doganin insan-benzeyisinde betimlemesi
yapilmis ancak bu betimlemede insan, dogaya aktardigi kendine,
yabancilasmis ve orada gördügü kendini tanri olarak adlandirmis, doga
betimlemesini dissallastirmistir. Çok tanrili dinlerde, tanrilar insan
benzeyisinde imgelenmis ve bu tanrilarin insana özgü ask, kiskançlik, ihtiras
gibi duygular gösterdigi ve savastiklari düsünülmüs, doga olaylari bu tanriların niyetlerine baglanmistir. Ancak böyle
bir doga betimlemesi bilimin önünü açamazdi, çünkü farkli doga olaylari arasindaki bagintilar yeteri kadar iyi
bilinmediginden, dogada farkli olaylarin, farkli tanriların niyetlerine,
yasalarina, göre gerçeklestigi düsünülüyordu.
Tek
tanrili dinlerle beraber parça parça bölünmüs bir doga yerine, bir tek ve kendi
kendine yetebilen bir dogaüstü varligin yarattigi ve yönettigi doga düsünülmeye
baslanmistir. Bu yeni görüsle beraber, birbirinden kopuk, parça parça doga
olaylarinin yerini, tek bir amaca hizmet eden yasalarin, yönettigi doga
olaylari dizgesi almistir. Böylece, her seyi var etmeye ve yönetmeye gücü
yettigi düsünülen tanri insana özgü erdemsizlikler, zayifliklar ve
ahlaksizliklardan bagisIk birakilmistir.(Sokrates’in Savunmasi) Dogadaki her olup biten, bu tanrinin arzu
istek ve kararlarina bagliysa, ayni insanin davranislarinin amaçlari oldugu
gibi tanrinin içerisinde yasadigimiz evreni yaratmasinin nedeninin, tanri
tarafindan belirlenmis olan ilahi amaca hizmet etmek olmasi gerektigi
düsünülmüstür.
Avrupada Açilan
Kapali Kutu
Uzunca bir süre doga, tanrinin
planlarina hizmet eden, deviniminin yasalari ancak onun tarafindan
bilinebilecek mucizevi bir kapali kutu olarak düsünülmüstür. Doga hakkinda
bilinebileceklerin, Aristoteles’in tasim ögretisiyle sadece kutsal kitaptan
çikarılabilecegi düsünülmüs ve aksi yöndeki her çaba büyücülük damgasi
yemistir. Evrenin kökenini arastirma ayricaligi sadece dönemin ruhban sinifi
olan kilise papazlarina aitti. Ancak,
artik papazlarin ürettigi bilgi cografi kesifler karsisinda lokal ve yetersiz,
veba ve açlik gibi sorunlar karsisinda da çözüm bulamayan bir duruma düsmüstü.
Bu çikmaz içerisinde dogayi anlamak için onu gözlemlemeyi ve anladiktan sonra
dogaya müdahale edilebilecegini öneren düsünceler olusmaya baslamistir.
Descartes,
deney ve gözleme dayali bilgiyi kiliseden zarar görmeden özgürlestirebilmek
için kitabinin önsözüne Incil’den su ayetleri eklemiştir: “Gene de
bagislanmayacaklardir. Çünkü bu dünyanin seylerini böylesine iyi
bilebiliyorlarsa, niçin onlardan Tanriyi kolayca bulamadilar?” ve “Tanri
üzerine bilinebilen onlarda (doga olaylarinda) apaçiktir.” Bu
ayetlere dikkat çekerek Descartes, gözlem ve deneyin tanriyi tanimak için
kullanilabilecegini söylemeye çalismis ve böylece yesermekte olan bilimsel
bilgi, yasama alani bulmaya baslamisti.
Modern
bilimin temellerinin atilisinda etkin olmus diger bir filozof F. Bacon’a göre de, doga üzerine bilgi
sahibi olmanin asil hedefi salt tanriyi tanimaktan çok doga üzerinde güç sahibi
olabilmek, ona egemen olmak olmaliydi. Böylece F. Bacon, eskilerin
büyücülügünden farkli da olsa bir tür büyücülügü canlandirmis ve buna “teknik”
denmistir. F. Bacon bu teknigin insanin refahi yükseltmek için
kullanilabilecegini düsünürken, gelisen sanayici burjuva sinifi teknigi,
rekabet ve kar etmek için insan gücünün yerine kullanilabilecegini görmüstür.
Kopernik ve Keplerin yeni gökyüzü düzenegi ile deniz asiri ticaretlerde denizciler
rotalarini daha büyük bir kesinlikle saptayabilmeye baslamisti. Bunlar bir
araya gelince: “Ortaçagda fizikçinin tanrinin eseri üzerine düsünmesi, oradaki
egilimleri, erekleri bulup ortaya çikarma çabasi, onun tanri bilgisine
yakinlasmak dileginden kaynaklanirken, simdi, mühendis-bilim adami doganin
mekanizmasini bilerek ve ona benzer yeni makineler üreterek, kendisi de bir
mühendis gibi dogayi yaratmis olan yaraticinin izinden gittigini düsünmektedir.”
Sonunda, Babil’de
astrolog krallarin, antik yunanda filozoflarin, ortaçagda kilisenin yazdigi
evren senaryolarinin yerini artik bilim adaminin yazdigi evren senaryolari almistir.
Evren Yeniden Betimleniyor
Aristoteles’in evren modeli iç içe geçmis kürelerden
olusuyordu. Her bir küre bir disindaki kürenin etkisiyle devinirken en dis
kürenin devinimi ebedi-ezeli ask objesinin arzusuyla baslatilmisti.
Batlamyus’un evren modeli Aristoteles’inkinin biraz degistirilmis halidir. Bir
gerçekmis gibi algilanan Batlamyus evren modeli, en dis kürenin deviniminin
kaynaginin ne oldugunu açiklamaktan uzak kaliyordu. Aritoteles’in ebedi-ezeli
ask objesinin arzusu ile devinime geçen en dis küre fikri, bu modeli tamamliyordu.
Ibn-i Sina ve St. Thomas Aristoteles’in bu açiklamasini tanrinin varligini kanitlamak
için kullanmislardir. Hem böylece evrenin ilk basta yaratilmasinin nedeni veya
eregi en sonda ulasilacak amaç olan yargi günü olmasi saglanabiliyordu.
Rönesans’la beraber insanin evren senaryosu
çok belirgin bir degisIklik geçirse de bu devrim sanildigi kadar kalici, sürekli
ve köklü olmamistir. Günümüzün baskin evren modeli Big Bang, insanbenzeyisli
olmaktan kurtulabilmis degildir. Bunun sebebi, nedensellik ilkesinin
yukarida söz ettigimiz kökenlerinin olmasi ve dolayisi ile evrenin var olusunun
ardinda bir zihin olmasi gerektiginin zorunluluk oldugu yanilgisidir. Eger
evreni var eden askin bir zihin var ise, evrenin var olmadigi, henüz tasari
oldugu bir zaman gereklidir ki bu nedenle evrenin bir baslangici ve sonu olmalidir
düsüncesi kendiliginden türer.
Günümüzde de Big-Bang olarak ünlenen evren
modelinde, evren bundan 15-20 milyar sene kadar önce fizik yasalarinin geçerli
olmadigi bir tekillikten, hiçlikten bir sekilde, belli bir klige göre de belki
de ayni Aristoteles’te ki gibi ebedi-ezeli bir ask objesinin arzusuyla,
baslamistir.
Oysa! Bilim paradigmatiktir; örnegin,
evrendeki egemen kuvvetin kütle çekim kuvveti oldugu paradigmasini ret eden ve
elektriksel kuvvetlerin egemen kuvvet oldugunu öneren H. Alfvén sonsuz bir
evren modeli olusturabilmektedir. Ideolojiktir çünkü, diger yandan Big Bang’ e
olan katkilarından dolayi Vatikan’dan onur madalyasi alan Stephen Hawking web
sayfasini su sözlerle sonlandiriyor:
“Nereden geliyoruz? Evren nasil basladi? Evren
ne için bu sekilde? Nasil son bulacak?”
“… Sorular açik ve sasirtici seviyede basit,
ancak cevaplari simdilik ulasilabilecegin çok ötesinde.”
Bence, masum ve arastirmaci görünen bu
sorularda açiga kavusmasi gereken bir sorun vardir. Sorun su, bu sorularin
varsayim içermesi örnegin, “Evren nasil basladi?” sorusu aslinda söyle oluyor,
“Evrenin bir baslangici vardir, öyleyse Evren nasil basladi?” Evrenin baslangicinin
oldugu kanitlanmadan, baslangicinin olmayabilecegi seçenegi yokmusçasina kullanilan
bu sözler düsündürücüdür. Çünkü, mevcut bilimsel veriler ve teorilerle bir baslangici
olan evren senaryosu kurmak zorunda olmadigimiz halde Big Bang’in yayginlik
kazanmasi ve dogrulugunu yanlislayan onca gözleme ragmen, dokunulmazligi varmisçasina,
israrla savunulmasinin nedeni baslangiç varsayiminin ideolojik anlamda öneminin
olmasindan gelmektedir.
Bilimsel bilgi de diger bilgi türleri gibi
metafizik temeller üzerine kurulmustur, ancak bilimin onuru, metafizik
temellerini açikça dile getirmesinden gelmelidir. Bilimin üstünlügü sanildiginin
aksine bütünüyle güvenilir olmamasindan ve çürütülebilir olmasindadir.
Asil çürütülemez ve bütüncül olan bilgi fizikötesi bilgidir, bu nedenle
fizikötesi önermeler dogaya dair bir sey söylemezler ve dolayisi ile önermeleri
seçmek kisilerinin tercihine kalir. Eger bilimin onurunu nesneligi ve gerçekligi
buldugu iddiasi üzerine kurarsak fizikötesi ile bilim arasindaki sinirlari
belirleyemeyiz. Dolayisi ile fizikötesi ile bilim arasinda ayrim yapamaz ve
birbirleri içine girmesine olanak tanimis oluruz. Bu durumda, fizikötesinin
bilimsellesmesi söz konusu olmazken bilim fizikötesi ögelerle dolar. Big Bang
evren modeli, sinanabilirlik imkani olmayan, bir takim fizikötesi önermeler ve
kabullenmelerle doludur. Gerek TÜBİTAK’in gerekse basinin tek seçenekmis gibi
sundugu Big Bang’in, çok saglam olmayan temelleri oldugu gibi, onun kalici
olmasini saglayan inançsal, ideolojik ve paradigmatik kökenlerinin oldugunu
unutmamak önemlidir. Mitin mucitlerinin de; atesi bulan, bazi hayvanlari
evcillestiren, yeni bitki türleri bulan, tarla ekiminde rotasyonu uygulayan kisilerdir,
bilim de ayni insanligin bulusudur, ayni insanligi bütün diger buluslari gibi O
da sorgulanmalidir.