SÖZCÜKLER
VE KAVRAMLAR
Beno
Kuryel
Dil, toplumsal
kültür dedigimiz yasam bütünlügünde sürekli bir degisim içindedir. Bu degisim
sürecinde dili kullanarak çevremizle ve kendimizle baglanti kurariz. Bu baglantilar
karsilikli etkilesimler biçimindedir. Sürekli degisim göstererek yinelenen bu
karsilikli etkilesimler, dilsel esgüdüm alaninda gerçeklesir. Sevgimizi,
isteklerimizi, tepkimizi, alis verisimizi, ögrenmemizi, düsünmemizi, meslek
alanlarimizi dilsel esgüdüm içinde paylasiriz. Degisim içinde yinelenen
eylemlerimizin dilsel esgüdümü, dil alaninin kendisinden baska bir sey
degildir. Ancak, tüm bu olgular binyillarin tarihsel sürecinden ve süzgecinden
geçerek olusagelirken "günlük dil" ortaminda bunun "farkindaligindan"
çok uzaklarda yasariz. Sözcükler ve tasidiklari kavramsal içerikler, yasam
tarzinin özellikleri içinde belirlenir. Bazen kullandigimiz bir sözcügün
kavramsal içerigiyle farkinda olmadan bir baska kavrami gösteririz. Bunlar zaman
zaman çok sIk olur ve yerlesir. Edindigimiz bilgi ve kavramsal karsilikları,
yasam tarzimizdan, içinde yasadigimiz kültür sentezinden etkilenerek yapilanir.
Sözcükler ve kavramlar arasindaki çeliskileri, farkina varmadan yineleyerek
"bilgi" edinme sürecinde bazi aksamalara ve sapmalara ve de o
bilgiden yabancilasmaya neden oluruz. Fakat, bu tür durumlari tartismak kültür
geleneklerimizde pek yer almaz. Ancak, yer almasinda birçok yarar varken, neden
pek önemsenmemektedir? Bunu kisisel hatalara indirgemektense, bilgi - bilim ve
yasam tarzinin bütünlügü arasindaki bugünün baglarina bakalim. Bilgi - bilim
ortaminin, yani egitimin belirlendigi paradigmaya bir göz atalim.
Çagdas
egitim anlayisi hâlâ deneyselci/pozitivist paradigmalarin oldukça etkisi
altindadir. Bunlar, herkes için ayni olan biricik ve evrensel bir gerçekligin
oldugunu kabul eder. Bu düsünceye göre, sözkonusu gerçeklik, gözlem yapan
"gözlemciden" bagimsizdir. Bir organizmanin bilissel yetenekleri
özünde edilgendir. "Seylere" ait anlamlar, daha önceden ve nesnel
olarak tanimlanmis olan dissal bir düzende bulunmaktadir. Bilissel yetenekler,
bu dissal düzene ancak bir "tepki" gösterir. Bu bakista, insan zihni
özünde kendisini bir bütünlük içinde belirleyen dissal düzenin edilgen bir
alicisi olarak evrilir. Ancak bu konumun kati basitselligi - ki indirgemeci
anlayisindan kaynaklanmaktadir - özellikle son 20 yil içinde derin bir krize
girmistir. Deneyselci/pozitivist paradigmanin kavramsal çöküsünün bir sonucu
olarak simdilerde disiplinlerarasi bir yakinsamaya tanik olmaktayiz. Bu
yakinlasma sürecindeki temel degisim, "gerçeklik" ve
"gözlemci" nosyonlarindaki köklü dönüsümdür. Bu yaklasimda,
gözlemciden bagimsiz biricik bir gerçekligin varligi artik kabul
edilmemektedir. Deneyselci/pozitivist yaklasimda, birer gözlemci olarak tüm
ögrencilerin, biricik ve evrensel bir gerçeklik karsisinda ayni olduklari,
saptanmis belirli yöntemlerle bu gerçekligi ögrenebilecekleri öngörülmektedir.
Ögrenciler yalnizca edilgen alicilardir ve bu durumda bir "ögretilme
süreci" içindedirler. Bilginin edinilmesi, "yöntembilime"
indirgenmis durumdadir. Dil, yalnizca bir araçtir bu yaklasim için. Buna
karsilik basitçe ve özet bir deyisle dil, kendimizle ve çevreyle iliski kurmak,
iletisim saglamak için bir araçtir diyebiliriz. Ancak bu iletisim, yasamin tüm
yönlerini kapsar ve toplu olarak yasamanin tüm degiskenlerince örülen bir ag
gibidir. Dil, bu agin bütünsel baglantilarindaki enerji kaynagidir. Algiyi ve
kavrami kuran bir hammaddedir. Öyle bir hammadde ki, ürünü olusturduktan sonra
bu yeni biçimiyle baska ürünler yaratmak için hammadde olarak bekleyen üretken
bir kaynak olur. Yani dil yalnizca bir araç degildir. Yasamla bütünlesmis,
yasami ifade eden, estetik degerleri belirleyen, kültür bütünlügünün bir
örgüsüdür. Bir süreçtir. Tarihin yazili olarak bilinen binlerce yilin öncesi ve
sonrasiyla tüm degisimlerin süreçsel tek tanigidir. Dili günlük yasamimiz için
bir iletisim araci olarak degerlendirmenin çok ötelerinde bir yeri vardir. Bu
yerin farkinda olmak çok sey degistirir aslinda. Ancak, “farkinda” oldugumuz pek de söylenemez. Dile egitimin hiçbir
düzeyinde araç olmasinin disinda bakilmadigi için, herkesin sürekli olarak
yakindigi ve bir türlü de üstüne almak istemedigi "ezbere dayali
egitimin" kaynak sorunlarindan biri de, dili yalnizca araç olarak görüp,
dile-kavram-bilgiye yabancilasmaktir. Dilin gelismesi, olasi en iyi kavramsal
paylasimin olmasi için kaçinilmazdir derken, bazi sözcük-kavram
çeliskilerinden, yabancilasma ve farkindaliksizliga bazi örnekler sunmaya
çalisacagim.
Ilk olarak
"bilgi" sözcügünü ele alacagim. Daha açik ifade edebilmek için,
birbirinden farkli iki kavram için kullandigimiz "bilgi" sözcügünün
Ingilizce karsiliklarina bakalim. Bunlar, "knowledge" ve
"information" sözcükleridir. Türkçe karsiliklari sirasiyla,
"bilgi" ve "bilgi"dir. Yani ayni sözcükle iki kavrami
karsilamaya çalisiyoruz. "Okul, ikinci sokaktadir" dedigimiz zaman
okulun yeriyle ilgili bir "malumat", yani "information"
dile getirmekteyiz. Bilgisayarlarin gelismesi ve kurulan iletisim aglariyla
oldukça genis bir malumata sahip olabiliyoruz. Burada sahip oldugumuz bilgi
(knowledge) degil, malumattir (information). "Su, 100 derecede
kaynar" ifadesinde ise, malumattan çok kismen bir bilgi edinmis oluyoruz.
Neden kismen? Çünkü, suyun 100 derecede kaynamasi için hava basincinin bir
atmosfer olmasi gerekmektedir. Malumat, daha çok betimsel düzeyde bir sey
bilmektir, bilgi ise daha çok bilimsel düzeyde bir sey bilmektir. "Daha
çok" dememin nedeni, bilmenin sonu olmamasindandir. Bilmek, sonsuza giden
bir süreçtir. Bu kavramsal içerikler üzerinde farkindalik yaratmak, dile
tarihsel önemini vermek demektir. Yoksa dil; duragan, zaten oldugu gibi var
olan ve degismeyen bir olgu degildir. Dildeki her degisim, yasamin
degisimlerine denk gelir.
Ikinci örnek,
"sicaklik" ve "isi" sözcükleridir. Yasantimiz içinde bu iki
sözcügü hiçbir sIkIntI duymadan karistirip dururuz. Maçlari anlatan
arkadaslarimiz, "bugün hava isisi 20 derece" derken, çamasir tozu
kutularinin üzerinde "40 derece isida" ifadeleri kullanilirken kavramsal
bir komedi oynanmaktadir. Ne ilginçtir ki, fen dalinda ögrenim gören birçok
kisi bu yanlisi yaparken hiç de farkina varmamaktadirlar. Fen dersini alan bir
ögrenci, yasam pratigindeki bu çeliskiden hiç mi etkilenmemektedir? Son
yillarda, "ögrenmeyi ögrenmek" basligi altinda toplayabilecegimiz
çalismalarda dile verilen önem ön plana çikmistir. Isi kavrami, bir enerjiyi
belirtir. Enerji de maddi bir büyüklüktür, yani maddi karsiligi vardir. Ancak sicaklik,
bir ölçüdür ve maddi bir karsiligi yoktur. Isinin maddi karsiligini gösteren
bir ölçüdür. Deneysel bir veridir. O halde; IsI, enerji, maddi büyüklük,
deneysel veri gibi kavramlari ögrenir ve uygularken, "ögrenme ve
uygulama" süreçlerini dilden ayri ele alabilir miyiz?
Bir baska
örnek de "boyut" sözcügü ve içerdigi kavramdir. Örnegin "halinin
boyutlari 5 ve 3 m" diye ifade ettigimiz zaman "boyut" kavrami
yok ediyoruz. Dolayisiyla boyutu yok olan bir düsünsel süreçte "dogrusal"
bir iletisimde sIkIsIp kaliyoruz. "Halinin boyu 5 m ve eni 3 m"
ifadesi dogru olanidir. Dikkat ederseniz, "uzunluk ölçüsü" söz
konusudur. "Boyut" ve "boy" ayni kavramda,
"boy"da birlesiyor. Örnegi söyle sürdürelim: Diyelim ki, genis bir
atlas daha küçük olarak - A4 (fotokopi) kagidi kadar -
yayinlanmak isteniyor. Bu durumda, yayginlikla "A4 boyutuna indirme"
ifadesi kullanilir. Bunun yerine "A4 ölçülerine indirme" daha dogru
olmaz mi?. Uzunluk bir "boyut"tur. Aynen hizin da bir
"boyut" oldugu gibi. Uzunluk boyutunu ölçerken, "m, cm, ft"
gibi ölçü "birimlerini" kullaniriz. Hiz boyutunu ölçerken, "m/s,
km/h, mil/dak" gibi ölçü "birimlerini" kullaniriz. Isi boyutunun
ölçü birimi kaloridir. Bunun yaninda, herhangibir olayin "ruhsal
boyutu" ya da "teknik boyutu" ifadelerini de kullaniriz. Boyut,
"boy" degil bir etmendir, yani bir parametredir. A4 kagidi iki
"boyutludur". Üçüncü boyutu (kalinligi), eni ve boyuna göre çok küçük
oldugu için ihmal edilmistir. Ihmal edilmeyen iki boyutunun
"ölçüleri", büyük atlas "ölçülerinden" daha küçük
"ölçülere" indirilecektir. Zaman zaman da, ölçü yerine
"ölçüt" sözcügü de kullanilir. Halbuki "ölçüt", kiyaslama
yapilabilmek üzere bir "kriter", bir "kistas"tir.
Dillerin gelisim
ve evrim tarihlerinde bu gibi örnekler çoktur. Böylesi çeliskileri yalnizca
olumsuz bir olgu olarak degerlendirmek anlamsizdir. Toplumsal degisimlerle
ortaya çikan yeni olusumlarin, teknik gelismelerin, anlayislarin dile
gelmesinde, eski ve yeni kavramlarin çakismasi veya çelismesi olagandir. Bunlari
aydinlatmak, çözümlemeye çalismak ve egitimin bir parçasi durumuna getirmekte
yarar vardir. Bilgiyi ve bilimi, yasamdan kopuk düsünen, dil ve felsefeden ayiran
indirgemeci bakis açilarinin ve buna bagli egitim sistemlerinin çözümlenmesinde
kültürün bütünlügünü unutmamaliyiz.