Risk toplumunun belirsizlikleri
Ali Akay
Ulrich Beck'in "Risk toplumu'' adiyla ünlenen çalismasi 1986 yilinda Almanca olarak yayimlanmisti. Buna göre Beck, Risk toplumu kavramiyla refleksivitenin modernliginden bahsetmektedir. Ve sanayi toplumunun reflekslerinden Risk toplumunun refleksivitesini ayirmaktadir. Bir baska deyisle basit bir sosyolojiden karmasik bir sosyolojiye dogru toplumsal analizi yollandirmaktadir. Risk toplumunun, belki de en önemli verilerinden bir tanesi ekolojik alandaki yeni tehditler olarak ele alinabilir. Daha önce sanayi toplumunun ortaya attigi bu tehlikeler doganin zapturapta alinmasini düsünürken kartezyen bir özne nesne ayrimina dayanmakta ve bu ölçüde de mesruluk alanini kendi kendisine açmaktaydi. Sanayi toplumu analizleri içinde gerek Marx'in gerekse Weber'in analizleri sanayi toplumunu sinifsal yapisini ve statüler arasindaki farklilasma ve hiyerarsiklesmesini öngörürken veya belirtilerini açiklamaya çalisirken Beck bu statülerin ve siniflarin toplumsal karmasayi açiklamaktaki yetersizliginden söz etmektedir. Poulantzas'tan beri karmasIk bir sosyollik analizinin yapildigini ve hatta bu yazara göre Marx ve Engels'in toplumsal olusum kavrami içinde üretim iliskilerinin birbirlerine eklemlenmesi sonucu tekli veya karsitli olarak çeliskilerin gösterilmesinden çok daha katmanli bir sinif fraksiyonlari oldugu tezi hâlâ sanayi toplumunun üçüncü sektörünün gelisme asamasinda anlamlandirilabilecektir. Oysa Beck bu analizlerin içine risk toplumu baglamında ''düsünümsel modernlik'' (refleksivite) kavramiyla yeni bir analiz biçimini kuramsallastirmaktadir. Buna göre modern olan sanayi toplumu ancak kendi modernliginin refleksleriyle kendi kendisinin elestirisini yapmaktadir; buna göre de Frankfurt Ekolü'nün diyalektigi ve aydinlanma elestirisi bir yere kadar anlamli olabilmektedir, çünkü bu tip elestiriler aslinda monolitik bir sinifsallik içindeki kültür elestirilerini gündeme getirebilmektedir. Burada Beck kültür kavraminin içerigini göz ardi eder gibi durmakta ve Adorno ve Horkheimer'in arastirmalarina sadece siyasal ve iktisadi düzeyde bir kültür çözümlemesini ortaya koyabilir gibi durmakta ve elestirmekte oldugu yazarlarin kültür analizine dayanikli bir elestiri getirememektedir; ayrica karmasik ve basit olarak ele aldigi toplumsallik içindeki ayrimlari fazla kesin ayrimlar gibi ortaya çikarmaktadir.
 
Kandinsky'nin ''ya-ya'' - ''ve''leri: Sanayi modernliginin sorusu hangisi?
Ancak, belki de bir baglaç biçimi olan ve Kandinsky'den yola çikarak Giris bölümünde açiklanan risk toplumunun yeni mantigi ''ya da''lar yerine ''ve''lerle açiklanmakta yatmaktadir. Bu bize Gilles Deleuze'ün ''ve, ve'' ile açiklamaya kalktigi düsüncesiyle benzer olarak gözükmektedir. Ancak Valery Kandinsky'nin 19. yüzyil ve 20. yüzyili ayiran sözcügün hangisi oldugunu sorguladigi ile baslayan sorgulama ve buradan itibaren de çözümleme ''ve'' ile anlamlandirilmakta ve Beck de kendi paradigmatik ayrimini bu ''ve'' üzerine kurmaktadir. Kandinsky'e göre 19. yüzyil ''ayirma, uzmanlasma, tek anlamliliga ve dünyanin hesaplanabilir olmasina çalisma'' seklinde özetlenirken, 20. yüzyil tersine bir durumu ifade etmektedir: ''yanyanalik, çokluk, bellibelirsizlik, baglantiligin sorgulanmasi''. Bu müphemlesmeye veya çokanlamliliga dogru giden yolun bize postmodernligi hatirlattigi kesin gibi durmasina ragmen; Kandinsky'nin bunlari 20. yüzyilin temel ögeleri olarak siralamasi modernlik açisindan bir çikmaz ve bir çeliski gibi durmaktadir. Yani örnegin ''yanyanalik'' terimi en son Venedik Bienali'nin kavramini hatirlatmakta ve 21. yüzyila dogru giden bir düsünce çizgisini hatirlatmakta degil midir? Ayni sekilde buradan itibaren baska bir soruyu gündeme getirmek mümkün olabilir: O da Nietzsche'nin 19. yüzyilin sonunda sordugu sorulardan birisidir. Düsünür veya sanatçi çagina ''zamansiz'' midir? Yani birkaç yil daha önce mi düsünmüstür? Kandinsky bize bu düsünür tipine uyarmis gibi durmakta degil midir? Beck de, bize kalirsa, ayni sekilde Kandinsky'nin sorununa deginerek sanayi toplumlu ile risk toplumunun zihinsel ayrimina deginmektedir. Beck, ''küresel dünyanin'' ve'lerden yana oldugunu göstermektedir: 1789'da Kraliyet rejimi yerine yeni rejim yani Cumhuriyet ve ''halkin hükümranligi'' kavramlari Tanrisal olanin yerine ''insani'' olani çikarmaya çalisirken, aslinda afet üzerine bu sekilde düsünülmeye baslanmisti. Voltaire'in Candide adli eserinde de ele aldigi 1755 Lizbon depremi sonrasinda, aydinlar bu depreme çare bulamayan Tanri'nin yerine artik insani oturtmuslardir. Çünkü Tanri'yi insanin önünde mahkemenin önüne çikarmislardir; buna göre de artik çaresiz bir Tanri'nin karsisindaki insanin yapacaklari ve tedbirleri ön plana çikmistir. Aydinlanmanin temellerinden birinin deprem üzerine kurulu olmasi günümüz Türkiyesi açisindan oldukça ilginç bir durumu ortaya koymaktadir: Depremin sorumlusu kimdir? Tanri'nin yarattigi insan mi yoksa insanin yarattigi ekolojik dengesi yörüngeden çikmis olan doga mi? Baska bir deyisle bunca insanin ölümüne yol açan bu dogal afet insanlarin sorumsuzlugundan dolayi mi, insaatlarin yetersizliginden dolayi mi, yoksa göç ve sehirlesmenin plansizligindan dolayi mi bu gördügümüz boyutlarda gerçeklesmistir?
Ekolojik olan kendi kendisini tehdit eder
Halbuki Beck'e göre toplumsal olarak burada yatan sorun bellidir: Çernobil sonrasinda, insanlar bunun Tanri vergisi oldugunu degil ama tam da siyasi ve iktisadi kararlar neticesinde ortaya çiktigini anladilar. Dolayisiyla sanayi toplumunun mesrulugunu ve burada karar alan merciileri; politikacilari ve mühendisleri suçlamislardir. Yerlesik normlar ve tüm bir sanayi toplumsalliginin yarattigi kapitalizm kendine olan güveni sarsmis durumdadir. Bu da, Beck'e göre kendi kendisini sorgulayan ve modernligi üzerine düsünen bir refleksif modernligi dogurmaktadir. Bu zihniyetin olusmasinda yatan nedenlerden bir tanesi de -çünkü tek nedensellik dönemi defterini kapamis durmaktadir- ''Risk toplumunun'' olusmus olmasidir. Bu yeni toplumsal durumda risklerin ve bununla ayni sey olmayan tehlikelerin arasindaki iliskiler daha çok sanayi toplumunun yol açtigi risklerle alakali olarak ele alinmaktadir. Burada Beck, arastirma sirketlerinin ve kimya sanayiinin kendisinin kendisine daha düsman oldugunu yazmaktadir (s.40); buna göre protesto hareketleri etkisini kaybedebilir. Ama bu demek degildir ki, risk ortadan kalkmistir. Tersine protestoculara kizan idareciler kendi kendilerini zehirlemektedirler bu sanayi toplumunun merkezi idare sistemlerine ve zihniyetlerine dayanarak: Daha tehlikeli olan protestolarin yok edilmesi ve unutturulmasidir; çünkü öngörülemeyen bir risk yok farz edilmektedir. Bu anlamda kendi kendisine zarar veren bir kapitalizmden ve onun ekolojik anlayisiyla beslenen bir zihniyet risklerin üzerinde ketum bir sekilde durarak, riskleri çogaltmaktadir. Weber'ci rasyonalite kavrami yeni toplumsal durumda anlamsizlasmaktadir. Toplumsal otoritenin rasyonelliginin ''düsünümsel modernlik'' olarak adlandirdigi bu yeni dönem eski verileri de kendi içinde saklamaya devam etmektedir. (Beck buna modernlik ve karsi-modernlik adlarini belli bir eklemlenme mantigiyla vermektedir.) Ancak, bu rasyonelligin kendisinin tehdididir: ''Tehdit unsuru olan tehlikenin ta kendisi, daha kesin ifade edilirse rasyonellik iddiasi ile denetim iddiasi arasindaki çeliski kamusal hafizayi sürekli tazeler'' diye yazmaktadir Beck. Burada artik, mühendislerin bulgularina inanmayan sigorta sirketleriyle karsi karsiya kalmaktayiz. Mühendislerin risk analizlerine inanmayan uzmanlar sigorta etmeyen uzmanlarla çeliski içindedirler; hem de uzmanlar kendi aralarinda anlasmaya varamamaktadirlar. (Bu uyusmazlik günümüz Türkiyesi'nin deprem uzmanlari arasindaki tartismalari animsatmaktadir. Halk tarafindan, biraz da bu, bilim dünyasina olan güvensizligin verdigini hayretle izlemek demektir. Hayretin nedeni de uzmanlara olan ''inancin'' bilim dünyasina olan ''inanç'' seklinde açiklanmaya çalisilmasinda ve pozitivizme olan sinirsiz güvende yatmaktadir, belki de.) Beck ''risk toplumunun'' sinirlarini belirleyen seyin sanayi toplumunun rasyonalitesinin kendisi oldugunu iddia etmektedir. Sigorta sirketleri sunu ileri sürmektedirler: ''ihtimalin küçük ama o ihtimalin yol açtigi sonuçlarin büyük'' oldugunu. Nedenler ise ''sera etkisi'' gibi dogal ve sanayiye bagli etkenler tarafindan olusmaktadir. 1992 yilinda ABD'de Florida'daki kasirga 20 milyar dolarlik bir sigortalanmis maddi hasar dogurarak, sigorta sirketlerinin iflasina bile neden olmustur. Bu örneklerden yola çikarak da sigorta sirketleri ve vatandaslar arasindaki toplumsal kontratlar tehdit edilir bir konuma girmistir.
Yan etkiler ve düsünümsel modernlik
Beck modernlik ve karsi- modernligin birbiri içine geçmis sürecin kendisi oldugunu vurgulayarak, asil modernligin düsünümsel modernlikle baslayacagi iddia etmektedir. Bu da Beck'in ''kurtulus ve anti- postmodern tezlerle olan yakinligini göstermekte degil midir? Çünkü modernlik basit olarak tanimlandiginda ve karsi modernlikle eklemlendigi yazildiginda, araçsal rasyonalite ile alakalandirilmakta ve buna karsi da düsünümsel modernlik içinde ''yan etki'' kategorisi ileri sürülmektedir: Evrenselligin hep ulusal bir evrensellestirmeyi ifade ettigini, sinirlar içinde kaldigini ve bu nedenle de gerçek anlamda düsünümsel bir modernlige geçemedigini yazan Beck, ayni zamanda modernlesmenin basit alaninin kendi kendisi üzerine düsünmeden kendi kendisine karsi argümanlar ve tehditler ürettigini ileri sürer.
Basit modernlik ''toplumsal degismenin modelini son kertede amaçsal rasyonelligin kategorilerinde'' içinde düsünürken, düsünümsel modernlik ''toplumu degistirmenin devinimcisini 'yan etki' kategorileriyle düsündügünü belirtir'' (s.96). Düsünümsel modernlik kendi içinde düsünümü konu etmeyen, ama kendiliginden bu düsünümselligin gelisecegi bir paradigmayi kendi bünyesiyle uzlastirmaktadir; hatta bunun ''otomatik'' ve ''bir reflekse benzeyen'' erkli bir modernlesme oldugu gösterilir. Basit modernlesme sanayi toplumunu tek olabilecek modernlesme olarak ileri sürerken bundan baska modernliklerin olabilecegini yadsimaktadir ve bu nedenden dolayi basit modernligin evrenselligine ulus-devlet veya batili devletler siniri içinde bakilir. Basit modernlik kendisini karsi-modernlikle birlikte bir ''sembiyoz'' olarak ele almaktadir. Yari-modern toplum basit ve karsi- modern toplumu devralmaktadir.
Kusku ve düsünümsel aydinlanma
Beck, Kant'in modernlik paradigmasini ortaya koydugu ''Aydinlanma nedir?'' adli metninden yola çikarak, ''insanin resit olamamadan kurtulmasidir'' seklindeki açiklamasina karsin, modernligin gölgesinde olan kimsenin kusku duyamayacagi, ama buna ragmen her türlü barbarligi da içinde barindirabilen aydinlanmanin elestirisinin de, Foucault'nun yazdigi gibi Aydinlanma kurumlarinin bütün iyi niyetlerine ragmen özgürlesme ile birlikte yeni baski odaklarini olusturmus olmasinin kabul edilebilir bir sey oldugunu yazar. Bu tip bir ''düsünümsel aydinlanma, klasik aydinlanmanin tersine kuskuyu içinde barindirmaktadir'' diye yazan Beck, ayni sekilde modernligin içinde baska bir yazara göndermede bulunmaktadir. Ilk anda kusku ile Descartes'i bulusturacagi kanisina kapilirken, hemen ileriki satirlarda söz açtigi düsünürün Michel de Montaigne'den baskasi olmadigi fark edilebilir. ''Kusku duyuyorum, o halde varim'' ayni zamanda herkesin herkesten kusku duymasini da beraberinde getirmektedir. Bu tip bir kuskuculuk Beck'in bahsettigi risk ile anlasilir kilinmaktadir, çünkü kusku sayesinde ''güvensizligin'' ortamina girmek mümkün olur. Yaptigindan veya eylediginden emin olan bir özne yerine kendisinden ve etrafindan kusku duyarak, güvensizligin emniyetinde düsünebilen düsünümsel modernlik yeni modernligin radikal ögesi olarak karsimiza çikartilir. Bu sekilde de, aslinca Beck süphe ile risk arasinda bir paralellik kurmaktadir. Kafka'dan alintiladigi sekilde ''Kendi kendisinden ithamlarin payini alan kisi, kendisini hafife aldigi ölçüde, güvensizligi sayesinde kuskuculugunu sürdürebilir. Kuskucu, ironici ve kendisini saklayan çokbenlikli kisi, kabugundan çikabilir, kelebek-olusa girebilir. Bu anlamda ''kuskular özgürlestirir'' (s.224). Montaigne'in tutumu özellikle aydinlanmadan yana taraf olmak degildir; o kuskuyla yaklasmaktadir her seye Beck, Monteigne'in muhafazakâr tutumunun ''kirmiziliginin'' sadece ''turp gibi yüzeyinde kaldigini'' ifade eder. Montaigne'in gözünde ''Tanri, doga, ahlak, hukuk, töre, yeni dünyada düzenlilik ve baglayicilik arz eden ne varsa her sey'' ulasilmaz bir uzakliktadir. Foucault'dan yola çikarak Beck söyle yazar: ''Kim 'yasama sanatini' ögrenmek istiyorsa kusku sanati alaninda çalismak zorundadir. Beck, burada yine ayni kavramsallasmaya dogru yol alir. Çizgisel ve düsünümsel kuskuculuk arasinda var alan farklari açiklamaya çalisir. Birincisi ''hakikat arayicilarini ve hakikati bilenler'' tarafini ortaya dökerken ikincisi yani düsünümsel kuskuculuk ''kuskunun ziddi olan bir imgeye'' gönderme yapmaktadir (s.248). Burada kusku üzerinde duran kusku modern kuskuya radikal bir sekilde dur demektedir.
Beck'in çikmazlari
Düsünümsel modernlesme bu karsi modernlesmenin karsiti olarak çikmaktadir karsimiza. Bütün bu kavramsallastirma denemesinde Beck modern, karsi-modern, düsünümsel modern olarak yeniden bir okuma girisiminde bulunmaktadir. Sanayi toplumunun sorunlarinin bu kavramsallastirma sayesinde bastan atilacagi, bu anlamda, düsünülebilir mi? Burasi da müphemlesmektedir. Yeniden bir okumanin iddiaci yani bir kenara birakildiginda, yine karsimiza ayni sorunlarin baska bir kavramsallasmadan geçmeden öteye gidemedigi çikmayacak midir? Bu bir ara sorun olarak durmaktadir. Postmodern meselesinin sorunlari kavramsallastirma sayesinde bertaraf edilebilecek midir? 21. yüzyilin esiginde güvensizliklerin oldugu daha önce birçok kisi tarafindan ileri sürülmüstür. (Ewald; Luhmann; Giddens vb.) Beck burada modernlige olan yaklasimini ve yakinligini yeniden bir kavramsallastirma sayesinde okumaya çalismakta ve bir bakima da çok etkileyici olmaktadir; ancak baska bir açidan bakildiginda perspektiflerle okumanin ayri ayri mesruluklari ortaya çikardigini ileri süren Nietzsche, Wittgenstein, Deleuze, Guattari, Veyne, Lyotard gibi düsünürlerden farkli nereye dogru gelebilmektedir ve neler üretebilmektedir, örnekleri disinda bu belli degildir. Bu tam olarak okunamaz gibi durmaktadir. ''Düsünümsel modernligin sebekelerle okunmasi'' gerekliligi de, Deleuze ve Guattari'nin ''sebekesel göçebelik'' veya ''köksap'' kavramlarina yeni ne getirmektedir? Bu da tam olarak, bizim açimizdan, belli gibi gözükmemektedir. Yukarida yazdigimiz gibi Kandinsky'nin ''ve''leri ve Deleuze'ün ''ve''leri muglakliklari göstermekte ve de perspektivist bir okumayi mümkün kilmaktadir. Ancak yine bu muglakliklarin ve müphemliklerin Bauman'in kavramsallastirmasindan öteye gidip gidemeyecegi soru isareti gibi gözükmektedir -her ne kadar Bauman'in sorunsallastirmalari daha sonraya rastlasa bile ve teknolojinin zararlarindan oldugu kadar çikmazlariyla birlikte yararlarini konu etse bile (Bauman, Ellul'ün ''teknolojinin mesrulasmaya ihtiyaci olmadigini yazdigini ve bu dünyanin da Weber'in yazdigi gibi ''büyüsü bozulmus'' bir dünya oldugunu hatirlatir. Mary Douglas ise risk sözcügünün moda haline geldigini ve kabul edilemez bir tehlike olarak tercüme edildigini yazmistir.)- Ayrica ''belirsizlik'' ilkesinin modern fizik biliminde quantum fizigindeki yerini düsündügümüzde bu yukaridaki öncel siralamaya Isabel Stenghers ve Prigogine'l de eklemek zorunda kalacagiz. Küresellesmenin sanki ilk habercilerinden biri olabilecek tarihçi Paul Kennedy'nin öngörüsü olan ''iktisadin siyasi olanin kat kat önüne geçmis oldugu; siyasetin ulus-devletlerce yapilmasina karsin iktisadin her seyi ve dünyayi kapsayici bir sekilde ilerlemesi'' (s. 100) gerçegi, savaslar sirasinda kesintiye ugramasina ragmen kapitalizm içindeki sermaye füzyonlarinin ana karakterini olusturdugu zaten Marx tarafindan da ''tekelcilesme'' olarak gösterilmemis miydi? Burada zamanimizda küresel ekonominin tekelcilikten çok ulus-asiri sermayeyi ilgilendirdigini öne çikararak belli bir farki ortaya çikartsak bile, yine de modernligin içindeki sermaye akiskanligindan ve Marx'in deyisiyle ''kâr hadlerinin'' azaldigi yerden ''çogaldigi" yere dogru yapilan göç hareketini göz ardi etmemiz mümkün gibi durmuyor. Beck'in burada, ilginç gibi duran yaklasimi; ''düsünümsel modernligin içinde'' artik ''yan etkilerden bagimsiz bir sekilde'' korumaciligin imkânlarinin azaldigini bize hatirlatmasi olmaktadir. Diger yandan hukukun ve yeni teknolojilerle birlikte gen mühendisliginin ve sanayi-sonrasi ekolojik dengedeki harap olan alanlarin yeniden düzenlenmesinin imkânsiz gibi durmaya baslamasidir. Ancak, Beck'in ''modernligin devrimcilestirilmesinde'' örnek olarak Klee ve Kandinsky gibi sanatçilardan örnekler vermesi sanat ve sosyoloji birlikteligine yeni bir bakisi daha tazelemektedir. Belki de sevindirici olan da budur: Bu tip birlikteliklerin sanatçinin öngörüsünde birincil olarak gösterilmesi.
Siyasalligin Icadi / Urich Beck / Çeviren: Nihat Ülner / Iletisim Yayincilik / 272 s.
Cumhuriyet Kitap Eki, Sayi: 518, 20 Ocak 2000, Sayfa: 8-9

Öneri, katki ve elestiri

Cogito

Anasayfa