FELSEFE TARIHININ GENEL BÖLÜNÜMÜ

G. W.F. HEGEL

Çeviren: Selahattin Hilav

 

Söyle diyorduk: felsefe düsüncedir; felsefe, içerigi de genel olan geneldir. Öyleyse, felsefesel düsüncenin içerigi, yalnizca öznel degildir, ayni zamanda tüm varligi da kapsar. Gerçekten de, genelin belirlenmemis oldugunu düsünebiliriz ilkin; [ama] genelin belirlenmis olmasi gerekir ya daha çok, kendini, kendisi tarafindan belirlemesi gerekir; ve felsefe tarihi, belirlenimlerin, soyut genelde adim adim nasil ortaya çiktigini; bu genelligin, kendini, gittikçe daha fazla ve daha derinlemesine, kendinde nasil belirledigini gösterecektir. Bu belirlenim ilkin, atomcularda görüldügü gibi, dünyanin özünün, Mutlagin, ilkselin [ilkbastakinin], bir olarak ortaya konmasindan [ileri sürülmesinden] baska sey olmayacaktir. Daha sonra da genel, yalnizca belirlenmis olarak degil, kendini belirleyen olarak düsünülür (- yalnizca belirlenmis olarak degil, bir olarak degil). Ve genelin bu somut kavrami, bu somut belirlenimi, genelin yüksek ve daha dogru [hakiki] belirlenimidir ya da en azindan onun baslangicidir. Felsefesinin içerigi [maddesi] ve biçimi [formu], geneldir öyleyse. Simdilik, bu kavramla yetinebiliriz.

Bundan sonra üzerinde durmamiz gereken, su sorudur: Felsefe ve tarihi nerede baslar? Felsefeyle iliskili [ona benzer] her seyi bir yana ayirdiktan ve felsefenin kavramini tanimladiktan sonra simdi saptayacagimiz budur.

I. FELSEFE TARIHININ BASLANGICI

Bundan sonraki sorumuz su: felsefe tarihi nereden baslamalidir? Bunun karsiligi, daha önce söylenenlerde dolaysiz olarak kapsanmis bulunuyor. Felsefe tarihi, içine batmis [gömülmüs, saplanmis] oldugu dogadan, dogayla birliginden kurtuldugu [siyrildigi] zaman, özgürlügü içindeki düsüncenin varolustugu [varolus edindigi] yerde baslar; düsünce o zaman, kendini kendisi için kurar; düsünce kendine döner [gider] ve kendi yaninda [yuvasinda, yurdunda] (bei sich) yerlesir [kalir, oturur].

Daha önce söylenenler uyarinca verilecek genel karsilik sudur: felsefe, düsüncenin, her seyi kapsayan genel olarak, varolan olarak kendisi için kavrandigi [düsünüldügü] ya da varolanin (das Seiende) genel biçim [form] içinde kavrandigi; düsüncenin düsüncesinin, kendisini gerçek varlik olarak düsünen genelin ortaya çiktigi ya da dünyanin, tümelligin biçimi içinde [tümellik içinde] tasarimlandigi [düsünüldügü, kavrandigi] yerde baslar.

Gerçek anlamiyla felsefenin baslangici, Mutlagin artik tasarim [imge, görüntü] olarak var olmadigi, ama özgür düsüncenin - ki yalnizca Mutlagi düsünür -, Mutlagin Ide’sini kavradigi; yani, seylerin özü olarak, her seyin mutlak bütünselligi ve içkin özü olarak Varlik'i (ki düsüncenin kendisi olabilir) kavradigi - ve bu bir dis varlik olsa da, düsünce olarak kavradigi yere yerlestirilmelidir. Bundan ötürü, Musevilerin tanri olarak düsündükleri - her din düsünmedir - yalin ve duyumlanabilir olmayan varlik, felsefenin bir nesnesi [ele aldigi, irdeledigi konusu] degildir; örnegin su önermeler: seylerin özü ya da ilkesi sudur, ya da atestir, ya da düsüncedir [felsefenin nesnesidir].

Ortaya çikan ilk soru sudur: felsefe tarihine nereden baslamamiz gerekir? Felsefe tarihi, düsüncenin katiksizligi içinde ortaya çiktigi, genel oldugu; bu katisiksizligin, bu tümelligin özsel, dogru [hakiki], Mutlak oldugu, her seyin özü oldugu yerde baslar; nesnesi, katisiksiz, genel düsünce olan bilim, mantiktir. Mantikta, öznel düsünceden, bilinçli düsünme biçimi içindeki düsünceden baska sey görmemek, yaygin bir aliskanliktir kuskusuz; düsünmenin, ancak, özneyle iliskili olusu bakimindan deger tasidigi sanilir. Felsefede, düsünce de nesne olarak [inceleme konusu olarak] ele alinir kuskusuz; ama düsünce, yalnizca özne1 bir sey olarak, bir iç etkinlik olarak degil, tam tersine, nesnel ve genel olmasi bakimindan ele alinir; böylece düsünce ve tümellik, ayni seydir. Bir seyin nasil kurulmus oldugunu [dogasini, yapisini], gerçekte nasil oldugunu bilmek istersek, o seyi düsünürüz [o sey üzerinde düsünürüz], bu konuda düsünceler üretiriz, onun özünü, bir genel seyi görüp taniriz [kavrariz]. Düsünceyi üretmek, özü tanimaktir [kavramaktir]. Eregi öz olan [özü bulmak olan] bir genel-düsünsel içbakistir bu. Felsefede, düsünceler kendileri, öz yerine geçerler [öz yerini tutarlar]; mitos biçimine bürünmüs, özün duyumlanabilir tasarimi biçimini edinmis dogru [hakikat] bir yana atilir [elenir]. Nitekim din de, katisiksiz düsünce biçimi içindeki dogruyu [hakikati] degil, tasarimdaki [tasarim olarak] dogruyu kapsar. Öyleyse felsefe, seylerin özünün, katisiksiz düsünce biçiminde bilince geldigi [ulastigi] yerde baslar; Grek dünyasinda, iste bu durum söz konusudur.

Tinin [Geist'in] bu ortaya çikisi, tarihsel bakimdan, siyasal özgürlügün çiçeklenme dönemine baglanir; ve siyasal özgürlük, devlette özgürlük, bireyin kendini birey olarak duydugu [algiladigi]; öznenin, kendini özne olarak genellik içinde duydugu ya da dahasi, kisiligin [kisi-olmanin] bilincinin, kendinde bir sonsuz deger bulundugu bilincinin ortaya çiktigi yerde, - kendimi, yalnizca kendim için deger tasiyan olarak koydugum [gördügüm] zaman baslar. Nesneyi, mutlak nesneyi, geneli ve özseli özgürlük içinde düsünmek de, ancak burada söz konusudur. Düsünmek, genellestirmektir; öyleyse kendini düsünmek de, kendini genel bir tarzda [biçimde] belirlemek, bir genel sey olarak bilmek - kendimin, bir tümel, bir sonsuz sey oldugunu bilmek - ya da dahasi, kendini, kendine denk düsen bir özgür varlik olarak düsünmektir. Siyasal özgürlük, pratik özgürlük ugrasi da buradadir [özgürlüge de burada rastlanir]. Felsefesel düsünce de, tümel nesnenin düsüncesi olmasi bakimindan hemen ona baglanir [onunla ilinti kurar]; düsünce, genel olarak belirler kendini, yani: a) geneli, nesnesi haline getirir ya da nesne olani genellestirir. Düsünce, duyusal [duyumlanabilir] bilinçte olduklari durumlariyla doganin seylerinin tikel karakterini genel olarak, bir düsünce olarak, bir nesnel düsünce olarak belirler. Nesnel olan, ama bir düsünce olarak nesnel olan iste budur. b) Ikinci belirlenim de, bu genel ögeyi görüp-tanimamdir, düsüncenin bilmesidir, bunun gerçeklesmesidir. Genele yönelik bu bilen,taniyan sıkı iliski, bu şey benim için nesnel olarak var oldugu ölçüde, ben kendimi, kendim için var kildigim, sürdürdügüm ölçüde ortaya çikar. Ben onu düsünürüm ve o, bu ölçüde benimdir; bu, benim düsüncem olmasina ragmen, benim için yine de mutlak tümeldir; bunun nesnel olarak ortada bulunmakligi dolayisiyla, kendimi onda düsünmüsümdür, bu sonsuzun içindeyimdir ve ayni zamanda bunun bilincindeyimdir. Böylece, bilgi'nin bakis açisina oldugu gibi nesnelligin bakis açisina da yerlestiririm kendimi, ve bu bakis açisini benimserim. Siyasal özgürlügü, düsüncenin özgürlügünün ortaya çikisina baglayan [onunla birlestiren] genel bag iste buradadir.

Bu genel belirlenim (Bestimmung), felsefenin baslangicinin soyut belirlenmisligidir (Bestimmtheit), ama bu ikincisi ayni zamanda tarihseldir; ilkesi bu belirlenimi içinde tasiyan [içeren] ve dolayisiyla ilkesi, özgürlük bilincini kuran bir halkin somut biçimidir. Böyle bir halk, somut varligini bu ilke üzerinde kurar. Bir halkin anayasasinin, yasalarinin, tüm durumunun temeli, tinin kendisini kavrayis tarzindadir, kendini bilisini [bilmekligini] saglayan kategorilerindedir ancak. Öyleyse, felsefenin ortaya çikisi, özgürlügün bilincini gerekli kilar dedigimizde, bundan, felsefenin, varolusunu bu ilke üzerinde temellendiren bir halkin bu lunmakligini gerekli kildigi sonucu çikiyor; ve bu açidan, düsüncenin, kendi yaninda [yuvasinda, yurdunda] bulunmasi, yani düsüncenin dogal ortamdan siyrilmis olmasi; maddenin, sezginin [duyumlarin] ve istegin içine, yani doganin içine batmislik [gömülmüslük] durumunda bulunmamasi zorunludur diyoruz. Demek ki, bu dereceden [düzeyden] önceki biçim, yukarda söylediklerimize göre, tin ile doganin birligidir. Bu birlik, ilksel olmasi ve baslangiçta bulunmasi dolayisiyla gerçek [hakiki] birlik degildir. Tin ile doganin birligini bilincin en iyi durumu olarak görenlerin tümü de yanilmaktadir. Bu düzey [derece], en asagida yer alan, en az gerçek [hakiki] olan düzeydir. Genellikle Dogu' nun durumudur bu. Ne var ki, özgür, tinsel (geistig) kendibilincin ilk biçimi ve dolayisiyla felsefenin baslangici [da], Greklerde bulunmaktadir.

Simdi, genellikle ilksel biçim üzerine birkaç açiklama yapacagiz.

Demek ki felsefe, tarih içinde, özgür kurumlarin bulundugu yerde ortaya çikar. Önce, Dogu'ya deginecegiz. Dogu dünyasinda, tam anlamiyla felsefe söz konusu olamaz; çünkü, bu dünyanin ayirt edici özelligine [karakterine] kisaca deginmek gerekirse, diyebiliriz ki, tin Dogu'da ortaya çikar, ama Doğu'da durum öyledir ki, özne, bireysellik, kisi [kisilik] degildir; nesne içinde kaybolup gitmeye yargilidir. Dogu'da egemen olasi, tözsel iliskidir.Töz, Dogu'da, ya duyuüstü olarak, düsünce olarak ya da daha maddesel bir tarzda tasarimlanir [kavranir]. Bireyin, tikelin durumu, tözsele oranla [ona iliskisinde], yalnizca olumsuz olmaktir [olumsuzluktur]. Bu tür bir bireyin ulasabilecegi en yüksek nokta, bireyin, tözde kaybolup gitmesinden, bilincin silinmesinden ve dolayisiyla öznenin yok olmasindan ve töz ile özne arasindaki farkin da ortadan kalkmasindan baska sey olmayan öncesiz-sonrasiz mutluluktur. Demek ki, en yüksek durum, bilinçsizlik [duyarsizlik] durumudur [burada]. Öyleyse, bireyler bu mutluluga ulasmadikça ve dünyasal bir varolus içinde bulundukça, tözsel ile bireyseligin bu birliginin disindadirlar; tinden yoksunluk durumu olan durumdadirlar, belirlenimdedirler; tözden yoksundurlar; ve siyasal özgürlük bakimindan da haklardan yoksundurlar. Irade burada, hiç mi hiç tözsel degildir, ama doganin keyfiligi ve olumsalligi ile belirlenmistir [sinirlanmistir] (örnegin, kastlarla belirlenmistir); - bilinçten içsel olarak yoksun (bewusstlos) bir durumdur [yoksunluk durumudur] bu.

Dogu karakterinin temel kosulu da iste buradadir. Olumlu yalnizca tözdür; bireysel ise tözsüz olandir,ilineksizdir; siyasal özgürlük, hukuk, özgür ahlaklilik, katisiksiz bilinç, düsünce yoktur burada; bütün bunlarin ortaya çikmasi için öznenin, töz karsisinda kendini bilinç olarak koymasi ve bilinç olarak taninip-kabullenilmesi gerekir. Kendiiçin bilgi, Dogu karakterinde söz konusu degildir. Öznenin, kendiiçin varolusu yoktur ve özne, kendi bilincinde, kendisi için hiçbir deger tasimaz. Dogulu özne, ulu, soylu, yüce olabilir kuskusuz; ama önemli olan nokta, bireyin, hak diye bir seye sahip olmamasidir ve kendisini su ya da bu yapmasinin [haline getirmesini], doganin ya da keyfiligin bir belirlenimi [belirlemesi] olmasidir. Gönül yüceligi, ruh ulusugu ve en büyük yatkinliktir, Doguluda, karakter keyfiliginden ve dolayisiyla rastlantidan baska sey degildir. Belirlenimleri nesnel ve somut olan; herkesin saygi duymasi gereken, herkes için geçerli olan ve herkesin [bir birey, bir insan olarak] taninip-kabullenilmesinin zeminini olusturan hukuk ve ahlaklilik yoktur Dogu'da. Hiçbir sey saptanmis ve belirlenmis olmadigi için Dogulu, davranislarda bulunurken [eylerken] yetkin bir bagimsizliktan yararlanir. Tözü ne kadar özgür ve belirlenmemisse, o da, keyfilik ve bagimsizliktan o kadar çok yararlanir. Bu özgür töz, genellikle herkes için geçerli olan nesnellik karakterine [nesnellige], özgürlügünün sahip oldugu ölçüde az sahiptir.. Bizim gözümüzde, hukugu, toplumsal ahlaki, devleti olusturan seyler; Dogu'da, tözsel, dogal, babaerkil bir biçimde, yani öznel özgürlükten yoksun olarak vardir. Vicdan dedigimiz sey, [yani] ahlaklilik da yoktur [orada]. Bu durum, kötünün-kötüsünün tin yani sira, en yüksek soylulugu da içinde barindiran [kabullenen] donmus [taslasmis] bir dogal düzendir. En yüksek

yere geçip oturmustur [orada].

Ilkin tin ile doganin birligi görülüyor, demistik. Bu, daha kesin anlamiyla ne demektir? Tin, kendibilincidir ve böyle olmasi dolayisiyla nesnelerin, ereklerin, vs., bilincidir; yani, tasarimlayan, isteyen ve dileyen bilinçtir. [Oysa bu ilk] derecede [düzeyde] bulundugu sürece, isteminin icerigi kadar tasariminin alani [sphére'i] da sonludur bilincin; öyleyse [bilincin] kendi de sonludur. Doga içine batmis durumdaki tin, zekanin ve iradenin sonlulugunu dolayimsiz olarak kendinde tasir. Dogunun belirlenimi de buradadir iste; bu birligi en yetkin durum olarak görmemek için bilmek gerekir bunu; bu durum, en yüksek [en katmerli] sonluluk durumudur. Gerçekten de, bu tür bir bilinç, ne gibi erekler benimseyebilir ki? Dogu'da, bu ereklerde, kendiiçin genel hiçbir sey bulunmaz henüz. Hukugu, toplumsal ahlakliligi, iyiyi istedigim zaman, genel bir sey istemis olurum; çünkü hukuk, toplumsal ahlaklilik, vs., genel seylerdir, dogal tikellikler olmaktan çikmis [kurtulmus] seylerdir. Iradenin, [dayanacagi] temel olarak bu genellik karakterine [niteligine] sahip olmasi gerekir. Bir halkin, hukuk üzerinde temellenmis yasalari varsa, bu durumda genel nesne haline girmistir; bu da, düsüncenin pekismis olmasi olasiligini dile getirir. Böyle bir halk, genel seyler ister ve düsünür. Irade geneli isterse, halk, o zaman özgür olmaya baslar; çünkü genel irade, düsüncenin (yani genelin) genele iliskililigini içinde tasir. Düsünce, [yani], kendi yaninda [evinde, yurdunda] bulunan tin, özgürdür bu durumda. Yasa isteyen, özgürlügüne sahip olmayi ister. Özgür olmak isteyen bir halk, isteklerini, tikel ereklerini, çikarlarini, genel iradeye, yani yasaya bagimli kilar. Bunun tersine, iradenin nesnesi genel olmadigi zaman, özgürlügün görüs açisi da henüz yok demektir; istenen sey tikel bir nesneyse, irade sonludur; ve iradenin bu sonlulugu, Dogulunun karakterinde bulunan [içerilmis olan] bir seydir. Iradenin özgürlügü düsüncenin, kendisi için özgür hale geldigi, genel-olanin ortaya çiktigi yerde baslar ancak. Dogaya batmis [gömülmüs] tin olan Dogulu karakteri, irade bakimindan ele alindiginda, sonluluga boyun eymis durumdadir öyleyse.

Irade, sonlu olmaya yönelmektedir; kendini, bir genel olarak kavrayamamistir henüz. Bu durumda da, efendilerin kasti ve kölelerin [kullarin] kasti vardir yalnizca [ve] despotlugun alanıdir bu; duygu terimleriyle [duygular, heyecanlar açisindan, bakimindan] dile getirildiginde, bu durum, korku’ nun egemen kategori olmasi [hüküm sürmesi] demektir.Dogal ortama batmis tin, henüz kendiiçin özgür degilken ve tikel ile birlik halindeyken, henüz sonlunun lekesini tasirken; bu tikel tarafından, bu sonlu tarafindan ele geçirebiceginin [yakalabileceginin, kapilabileceginin] ve sonlunun yikima ugratilabilir bir sey oldugunun, kendini olumsuzlanma olarak koyabileceginin bilincindedir. Insandaki bir seyin- ve dolayisiyla insanin kendisinin- süregidemiyebilecegine [varligini koruyamabilegine] iliskin bu olumsuzlanma duygusu, genellikle korkudur. Özgürlük ise, bunun tersine, sonluda olmamaktir; ama bir kendinde sonsuz varlikta, kendiiçin bulunmaktir; bu, kendisine saldirilamayan bir seydir. –Demek ki, korku ve despotluk egemendir Dogu’da. Insan korkmakta ve çekinmekte ya da korku salarak hüküm sürmektedir; oyleyse köledir [kuldur] ya da efendidir; bunlarin her ikisi de ayni düzeyde yer alir; aralarinda yalnizca biçimsel bir fark vardir ve bu fark yalnizca, iradenin gücünün, enerjisinin az ya da çok olmasidir. Efendinin iradesi [gözettigi] tikel çikarina baglidir; sonlu olan her seyi, tikel çikari için [ugruna] harcamayi isteyebilir. Amaci sonlu oldugundan, iradesi olumsaldir; demek ki efendinin iradesi keyfidir; çünkü sonlu amaçlarda içerilmis oldugundan korku aracigiliyla is görür [etki gösterir, eyler] ancak. Öyleyse korku, Dogu’da hükümsüren [yöneten] kategoridir genellikle.

Dogu'da din de, zorunlu olarak ayni karakteri tasir; bu dinin, ana ugragi, Tanri'dan [Mevla'dan = Efendi'den] korkudur; ama din, kökenini bu korkuda bulmakla kalmaz yalnizca, bu korkudan da disari çikmaz [siyrilmaz] üstelik; bu korkuyu bir yana birakmaz. Kutsal Kitap, “Tanri'dan korkmak, bilegeligin baslangicidir", diyor (Mezmurlar,CXI,10); bu dogrudur ve insanoglunun, korkuyu bilmesi, duymasi, yasamasi gereklidir. Benimsedigi sonluluk ereklerini, sonlunun belirleniminde, olumsuzlanmanin belirieniminde bilip-tanimasi insanoglunun kendisi için gerekli olmustur; ama, onlarin ötesine geçmesi, onlari anlamasi da gereklidir. En son erekler olarak onlara baglanmaktan vazgeçerse, olumsuzlanmaya bagli olmaktan çikar, korkudan siyrilir; kendisine saldirilabilmesine araçlik edecek [olanak verecek] hiçbir sey benliginde bulunmaz artik. Ne var ki, korku, yalnizca baslangiç degil de, ayni zamanda sonsa [bitimse], egemen kategoriyse, o zaman, despotluk biçimi, kölelik biçimi kurulup yerlesmis olur. Öyleyse, dinde de bu ayni karakter kendini gösterecektir. Doyum saglamasi bakimindan, bu düzeyde, dinin kendisi de sonlu olacaktir; yani, dogal ortamda içerilmis [dogalliga batmis, saplanmis] olacaktir.

Dogu halklarinda, doganin güçleri ve kudretleri, bir yandan kisilestirilir ve yüceltilir, öte yandan, eger bilinç bir Sonsuz'a dogru yükselirse, bu kudret karsisinda duyulan korku, ana belirlenimdir ve böylece birey, bu Sonsuz karsisinda bir ilinekten baska sey olmadigini bilir. Sonluya bagimli olmaktan, sonluda kalmaktan, sonluya batmisliktan baska sey olmayan bu durum, iki biçimde ortaya çikabilir ve bir asiri uçtan ötekine gitmek zorundadir. Nitekim, bilinç için var olan sonlu, sonlu-olarak-sonlu biçimini edinebilir; ama öte yandan, sonsuz biçimine de bürünenebilir ve bu yüzden, sonluya benzeyen bir soyutlamadan (soyut sonsuz) baska sey olmaz ve hatta zarzor bir sonludur ancak. Pratikte, edilgin iradeden (kölelikten), bunun en karsit ucuna, en büyük irade enerjisine, katisiksiz bir keyfilikten baska sey olmayan despotlugun en büyük kudretine geçildigi gibi; dinde de, en derin, en kaba ve hatta tapinma biçimini alan ten zevklerine düskünlüge kendini kapip koyvermeyi ve öte yandan, en yüksek ve bos soyutlamaya ve dolayisiyla katisiksiz olumsuzlamaya, hiçlige - somut olan her seyden vazgeçmek demek olan Yüce'ye kaçisi görüyoruz. Dogulular ve özellikle Hintliler, çogu zaman, bu soyutlamayi en asiri ucuna vardirirlar; örnegin, kendini azaba sokmanin beyhude tadini sürekli olarak duymaktan baska bir manevi kazanim söz konusu olmaksizin çile doldurarak, kendilerini her aciya duyarliksiz hale getirmek için ugrasarak on yil geçirirler; ya da burunlarinin ucunu yillarca seyrederek, hiçbir sey düsünmeden, hiçbir seye ilgi duymadan, kendilerinden geçerek olduklari yerde öylece oturup, bu en yakin [en içten] soyutlamada, bu yetkin boslukta, bu ölüm sessizliginde kalirlar; ve o zaman, bir bombos içsel sezgiden, tepeden tirnaga soyut tasarimdan, soyutlamanin katisiksiz bilgisinden baska yerde degildirler; ama bu soyutlama, katisiksiz olarak olumsuz oldugundan, tamitamina da sonludur; ve bundan ötürü, yüce olarak görülen [kavranan] bu yan da, sonluluk ilkesine baglidir [ilkesinin kapsami içindedir). Burasi, özgürlügün, özgür düsüncenin kesinlikle alani degildir; ama karsisinda en derinlemesine edilgin olan iradeyi bulan despotça iradenin, olumsal ve keyfi iradenin alanidir - sonlu olmalari bakimindan öteki sonlu ereklere boyun egen ereklerin sonlulugunun bilgisi [söz konusudur burada]. Despot, aklina gelen [esen] düsünceleri uygular, - kimi zaman iyilik yapar, ama bunu yasa olarak degil, keyfine uyarak yapar. Özgürlük, yalnizca Ba-ti'da ortaya çikar: düsünce, orada, kendi yanina döner, tümel düsünce haline gelir ve daha sonra tümel de özsel (das Wessentliche) olur.

Bundan ötürü, Dogu'da felsefesel bilgi olamaz; çünkü bu bilgi; bilinci, tözün bilgisini, yani tümeli gerektirir; kendisini düsünmem, kendimde gelistirmem, öz belirlenimlerime tözde sahip olmami ve kendimi öznel ya da olumlanmis olarak onda bulmami saglayacak biçimde kendisini belirlemem olarak tümeli gerektirir. Belirlenimler, yalnizca öznel ve dolayisiyla kani degillerdir, ama salt düsüncelerim olmalarindan ötürü nesnel ve tözseldirler.

Öyleyse, dogusal olanin felsefe tarihi disinda kalmasi gerekir; ama, konuyu topluca ele alirken, özellikde Hindistan ve Çin'e iliskin bazi deginilerde bulunacagim. Bunlari bir yana birakiyordum aslinda; ama az bir zamandir bir yargi getirmek durumunda bulunuyoruz. Bir zamanlar, Hint bilgeligine övgüler yagdirilmisti, bu konuda büyük gürültü koparilmisti; hem de, bu bilgeligin ne oldugu pek bilinmeden yapilmisti bu. Bugün daha fazla bilgimiz var ve bu bilgi, [saptadigimiz] genel karaktere uygun düsüyor. Ama, bu sisirilmis övgülerin karsisina genel kavrami dikmek yetmez; olanakliysa, konuyu tarihsel açidan ele almak gereklidir.

Tam anlamiyla felsefe, yalnizca Bati’da baslar; tin kendine döner, kendisine gömülür [dalar], kendini özgür olarak koyar, kendiiçin özgürdür; demek ki felsefe ancak Bati'da var olabilir, nitekim özgür kurumlari da yalnizca Bati'da buluyoruz; bireyin batisal mutlulugu ve sonsuzlugu, tözselde varligini korumasi [kaybolup gitmemesini], alçalmamasini, kölelesmemesini, töze bagimli olmamasini, ortadan kalkmaya yargili olmamasini saglayacak biçimde belirlenmistir.

Eski Yunanistan’da, kendibilincinin özgürlügü ortaya çikar; Bati'da, Tin kendine iner. Dogu'nun göz kamastiriciliginda, birey silinip gider; tözün bir yansisindan baska sey degildir. Bu isik, Bati'da, düsüncenin yildirimi haline gelir, kendi üzerine düser, oradan yayilir ve kendi öz evrenini, içerden [kurarak] kendisi için yaratir.

Tarihsel olusumun ve felsefenin, bir benzesik genel ilkede, birbirine en sIkI bagla baglanmis [birlestirilmis] oldugunu gördük. Öyleyse, felsefeyi gerçeklige baglayan bagi olusuran belirlenimleri, ugraklari kisaca gözden geçirmek gerekir.

Özgürlügün dünyasi, eski Yunanistan'da baslar, diyorduk. Özgürlügün temeli, tinin kendini düsünmesidir; bireyin, kendi tikelliginde, bir tümel olarak kendi varliginin sezgisini edinmesidir; her bir insanin, bireyselligi içinde, kendini tümel bilmesidir [tümel oldugunu kavramasidir]; varliginin tümelde, tümel olmasidir. Varligi, onun tümelligidir ve tümelligi varligidir. Tümellik öyle bir kendine iliskidir [orandir] ki, onda bir baska [öteki], bir yabanci seyde olmamak [bulunmamak]; özüne, bir baska seyde sahip olmamak, ama kendi yaninda olmak [bulunmak], - kendi yaninda bulunan tümel olarak tümele sahip olmak söz konusudur. Bu kendi yaninda olma durumu Ben'in sonsuzlugudur _ kisiliktir; özgürlügün bu belirlenimi, kendini kavrayan tin-için-varligi kurar; bu böyledir ve baska türlü olamaz. Kendini özgür bilme, bir halkin varligidir da; bu bilgiye dayanarak [göre] halk, kendi dünyasini, hukuk yasalarini, toplumsal ahlaklilik yasalarini, yasamin tüm öteki yanlarini, kendisi için kurar. Böylece, kendini özsel olarak tümel bilir.

Kendisini özgür bilmenin bir halkin varligi (Sein) oldugunun ne anlama geldigini açiklamak için bir basit örnek vermek yeter.

Bireyin özgür oldugunu, kisi olarak özgür oldugunu biliyoruz; varligimizi, su biricik açidan, yani temel kosulun, kisisel özgürlük olmasi; ona gadredebilecek ve onu taniyip-kabullenmeyecek herhangi bir seyin varliginin söz konusu olmamasi açisindan bilip-taniyoruz; bu bilgi, bizim varligimizdir, varolusumuzdur. Avrupa'da, keyfince davranan ve uyruklarinin yarisini köle durumuna sokmayi düsünen bir hükümdar bulundugunu varsayalim. Bilincimiz, bu hükümdar en büyük gücü bile kullansa, böyle bir seyin olamayacagini [gerçeklesemeyecegini] söyleyecektir bize. Her bir kimse, köle olamayacagini bilir ve varliginin özsel yaninin bunda oldugunu da bilir. Evet, su ya da bu yastayiz, Silezya' liyiz, yasiyoruz, memuruz; [ama] bunlarin geçici oldugunu, özsel varligimizin bunlarda olmadigini; özsel varligimizin, köle olmamak oldugunu biliyoruz. Varligimizin temeli olarak yalnizca özgürlügü taniyoruz. Bu belirlenim geçici degildir; varligimizin bütün öteki belirlenimleri, yas, meslek, vs., geçip giden ve degisime ugrayan seylerdir; yalnizca özgürlük kalir [kalicidir]; en iç [derin] varligim, özüm, kategorim, köle olamamamdadir; bilincim, kölelige, karsi çikar. Tinin edindigi bu kendisine iliskin bilgi, iste bu anlamda onun varligidir [varligini kurar]; öyle ki, tin, bu bilgiden, durumunun bütünselligini edinir ve onu iyice isleyip gelistirir.

Daha kesin söylemek gerekirse, bu art arda gelis, bilincin tümelliginin, özgürlügü kurmasindan baska sey degildir. Kendimi tümel biliyorsam, özgür bilirim; bir içgüdüye ya da bir egilime bagimliysam, bir baska seyin yanindayim [baska seydeyim] demektir ve bu benim içgüdüm, benim egilimim oldugu andan itibaren, ben tikel bir seyimdir, genel hiçbir yani olmayan bir se-yimdir. O zaman, kendimi bir tikellikte bulurum, varligimi bir tikellige koyarim [yerlestiririm] ve kendimi, onunla baglanmis durumda bulurum. [Yani] kendimi, kendime esit olmayan [kendimle örtüsmeyen] durumda bulurum; çünkü ben a) Ben'im, yani tamtamina tümel olanim, ama [ayni zamanda] b) bir tikellikte var olmaktayim, bir tikel içerikle belirlenmekteyim ve bu içerik, benden baska bir seydir. Tikel olarak var oldugumda, kendim için artik tümeI bir sey degilim ve keyfilik dedigimiz sey de iste buradadir. Bu keyfilik biçimsel [formel] özgürlüktür, içerik ya da nesne olarak tikel içgüdüleri, amaçlari, vs., alir [benimser]. Imdi, özgür olarak irade, içeriginin tümel olmasindan baska sey degildir; özüme, özsel varligima bu tümelde sahibimdir; orada kendimle özdeslik halindeyimdir. Benim gibi tümel olduklari için baskalarinin da benimle esit olmakligi, buna baglanir. Baskalarinin özgürlügünü ilkece koyarsam ve baskalari tarafindan özgür bilinip-kabullenilirsem özgürümdür ancak. Gerçek özgürlük, birçok özgür insani gerekli kilar; ancak belli çoklukta insan arasinda bir gerçek, bir var olan özgürlük bulunur [vardir]. Özgür insanlarin insanlara iliskisi böyle kurulur ve toplumsal ahlaklilik ile hukukun yasalari gerçeklesir. Özgür irade, genel iradede bulunan belirlenimleri ister yalnizca. Genel iradenin bu belirlenimlerinin sonucu olarak yurttaslarin özgürlügü, akilsal [rasyonel] hukuk, hukuga dayanan anayasa ortaya konur.

Özgürlükle tümel düsüncesini birlestiren bag, buradadir; bu düsünce, tam anlamiyla, kendi benliginin bilincinin özgürlügüdür. Bu özgürlük kavramini ilk olarak Grek halkinda buluyoruz ve bu nedenden ötürü, felsefe de orada basliyor.

Öte yandan, eski Yunanistan'da, gerçek özgürlük kisitlanmamis degidir, çünkü orada, köleligin hala var oldugunu biliyoruz; özgür Grek devletlerinin sivil yasami, kölesiz sürdürülemiyordu. Bundan ötürü, özgürlük kosulluydu, sinirlanmisti; onu Cermen özgürlügünden ayirt eden de budur; Dogu'nun özgürlügü, eski Yunanistan'in özgürlügü ve Cermen dünyasinin özgürlügü arasindaki farki söyle tanimlayabiliriz: Dogu'da tek kisi (despot) özgürdür, eski Yunanistan'da birçok kisi özgürdür, Cermen yasaminda herkes özgürdür, yani insan, insan olarak özgürdür; bu, Greklerinkinden üstün bir özgürlüktür. Bu farki, ilerde, daha yakindan inceleyecegiz; simdilik yalnizca sunu ekliyoruz: Dogu'da tek bir insan özgür olmak durumundaysa, bu insan yine de özgür degildir, çünkü, bunun için, ötekilerin de onun karsisinda ayni biçimde özgür olmalari gerekir. Bundan ötürü Dogu'da ancak, istek, keyfilik bulunur ve bu da sonludur, hiçbir biçimde özgür degildir; bir biçimsel özgürlüktür bu, kendibilincin bir soyut esitligidir (Ben = Ben). Eski Yunanistan'da bazilarinin özgür olmasi gibi bir tikel önerme söz konusu olduguna göre, Atinalilar, Ispartalilar özgürdür, ama Mesina'lilar, Ispartalilarin köleleri özgür degildirler demektir. Demek ki, özgürlük ilkesi, eski Yunanistan'da bir sinirla karsilasiyor. Grek düsüncesinin, sezgisinin burada yalnizca amacimiza, [yani] felsefe tarihine iliskisi bakimindan incelememiz gereken bir tikel degisime-ugrayisidir [kip edinisidir] bu. O zaman, bu soyut önermenin somut anlami ortaya çikacaktir. Bu farklari incelemek, felsefe tarihinin bölünümüne geçmekten baska sey degildir.

Felsefe kavrami, [üzerinde durdugumuz] ilk noktaydi, felsefe tarihi kavrami ise ikinci noktaydi; simdi yapmaya çalisacagimiz ise, felsefe tarihinin bölümlenmesidir; ama bilimsel bir yol izlememiz gerekir, çünkü felsefe tarihi, felsefenin gelisiminin kendisinden baska sey degildir. Öyleyse her seyden önce söz konusu olan, bu gelisimin, kavram uyarinca [açisindan] zorunlu biçimde nasil kavranmasi gerektigini göstermektir.

Felsefe Yayinlari, 4. Kitap Sayfa: 149-160

Yazko Yayinlari, 1982

Öneri, katki ve elestiri

Cogito