BAGLANMA VE ÇELISKI

VINCENT von WROBLEVSKY

Çeviren: Ulug Nutku

 

 

“Sartre'in kisiliginde ön siradan bir felsefi roman yazariyla karsilastigimiz kusku götürmez. Voltaire 'den beri felsefi romanin masala yakin hafif bir yazi türü oldugu, Fransa'da bilinen bir seydir. Sartre'in edebiyatinin bu türle ilgisi yoktur; tersine, bir varolus felsefesine bagli edebiyatin ne olabilecegine iliskin islenmis bir kavram verir bize.”

Paul Nizan, Sartre'in Bulanti adli romaninin yayimlanmasindan sonra, 15 Mayis 1938'de, sol egilimli aksam gazetesi Ce Soir'da böyle yaziyordu. Gelecekte Sartre'in hayatinda ve eserinde biçimlenecek üretken çeliskilerin birkaçini da, karsit kavram çiftleri olarak adlandiriyordu: edebiyat ve felsefe, aydinlanma gelenegi ve modernlik, toplum elestirisi ve ahlak.

Daha çocukken büyük yazar diye taninma nevrozuna tutulan Sartre -otobiyografisi Sözcükler, çocuklugunu pek etkileyici bir biçimde anlatir-

1915'de, on bir yasindayken kompozisyon ödevinde, sinifinda en kötü notu aldi. Ögretmeni verdigi notu yazili bir yargiyla da açikliyordu: “Çok düsüncesiz bir ögrenci; bir soruya verdigi ilk cevap hemen hemen hiçbir zaman dogru olmuyor... Düsünmeye iyice alismali!” Bu pedagojik ögüt Sartre'in yüregine oturmus olmali; yoksa Simone de Beauvoir, Sartre'i tanidigi 1929 yilini animsarken, durup dinlenmeden düsünen bir insan olarak anlatmazdi onu. Yazarin çocukluk arkadasi olan Nizan, Bulanti’yi tanitirken, yalniz temel çeliskilerden degil, Sartre'ri Özgürlük Yollari’na yönlendirecek adimlardan da söz eder: “Jean-Paul Sartre, kendisini büyük suçlamalar karsisinda birakmamak, gerçekligine bütünüyle açilmamak için romancida olmasi gereken kesin çizgili ve acimasiz yetenekleri tasiyor.” Gerçi Bulanti yazi yazma, kendini anlama, bu isleri bilen tanislara ismar edercesine göz kirpislarla dolu bir kitaptir, ama bütün bunlara ragmen Nizan, öngörülerinde haksiz degildir. Bulanti’nin son sayfalarinda, romanin kahramani Antoine Roquentin, sanat eserinde, “varolus”un alternatifini bulur (burada, varolus, geçici, rastlantili, hiçbir seyle hakli çikarilamayan, sivilasan, yapiskan, sümüklü, kaygan, tiksinti veren olarak anlatilir). Bir Yahudinin besteledigi, bir zencinin söyledigi Blues’da pirlanta sertligi, kesinligi, seçikligi vardir; burada zorunluluk, güzellik, süreklilik, ölümsüzlük, özgürlük söz konusudur. Özgürlük sanat eserinde nesnelesir; eser, baski altinda tutulan sanatçi azinliklarin, hiç de rastlantisal olmayan yaraticiliklarinin baskidan kurtulusunu ilan eder.

Bulanti’da, edebiyat açisindan biçimlenen rastlanti-özgürlük karsitligi, Sartre'in 1943'de yayimlanan ilk büyük felsefe çalismasinda (L'Etre et le Néant -Varlik ve Hiçlik) kavramsal açidan ele alinir. Kendisi-için olan özgürlük, bilinç; kendi basina olani, varligi, nesneleri parçalamalidir. Husserl'in Fenomenolojisi ve Heidegger'in varlikbilimiyle (ontolojisiyle) hem beraber hem de onlara karsi bir tutum benimseyen Sartre, “Özgürlük Felsefesi” nde tanritanimaz varolusçulugu gelistirir.

Savas sonrasi yillarda moda felsefe haline gelen bu akim, Marksizmin yani sira ve ona karsi, genç aydin kusak üzerinde en güçlü etkiydi. Öylesine moda oldu ki artik varolusçu giyiniliyor, dans ediliyor, saçlar uzatiliyordu. Isleri basindan askin yurttaslar ise, varolusçulugu, gençligin ahlakini bozan kahvehane felsefesi diye kötülüyorlardi.

Ama kültürünü, kültür hayatina iliskin bilgilerini, bulvar gazetelerinden almakla yetinmeyen kimse Sartre'in adini baska baglamlarda aniyordu; öne çikan kavram “baglanmali edebiyat”ti (“littérature engagée”). Ciddi okuyucu, Sartre'in yazardan, yazdiklarinin siyasal ve toplumsal sonuçlarini düsünmesini istedigini anliyordu. Iletisimi vurgulamasiyla, alicilik üzerindeki israriyla, “okuyucunun özgürlügüne isaret göndermekle” Sartre, yazarlar arasinda verimli bir tartismayi baslatmakla kalmadi, edebiyat bilimini de verimli kildi; çünkü Edebiyat Nedir? (1948) adli kitabi, bütün sinirlari asarak bugüne dek uyariciligini sürdürmüstür.

Sartre'in 1943'de sahneye konulan Sinekler’i, direnise çagri olarak anlasilmisti, ama yazarinin özgürlük felsefesinin popüler olmasini da saglamisti. “Cehennem baskalaridir” sözünü bildiri haline getiren Gizli Oturum; Sartre'in daha genis toplum ve tarih boyutlari arayisini disavuran Duvar basligi altindaki bes öykü (1939) varoluşçuluğu halka tanitan yazarlardi.

Özgürlük Yollari roman üçlemesinde (Akil Çagi, Yasanmayan Zaman, Yikilis), halk cephesine, Münih Antlasmasina ve 1940 savas yazina tarihi çerçeve içinden bakar Sartre. Birinci ciltte birkaç bireyi, tarihi arka planda yirmi dört saat izler; ikincisinde Dos Passos ve Faulkner'dan ögrendigi en modern eszamanlama ve montaj teknigiyle “Münih haftasi”ni birçok Avrupa kentinde ayni zamanda yasatir; üçüncüsünde ise savasi Fransa’nin yenilgisine kadar tasvir eder.

Bulanti’'nin son sayfalariyla Özgürlük Yollari arasinda; zenci sarkicinin okudugu Some of these days/You'll miss me honey... sarkisiyla Sartre'in bag- lanmasi arasinda, tarih, büyük olaylar islemektedir. Baglanmali yazar olmadan, yani yazilariyla irk ayrimina karsi (siyah irka iliskin Saygili Yosma -1946, “Siyah Orfe” 1948- ve Yahudi irkina iliskin “Yahudi Sorunu Üzerine Düsünceler 1946) somut çikislar yapmadan önce gerçeklige güçlü bir biçimde açiliyor, onu daha siki ve acisini çekercesine yasiyordu. Savas, tutsaklik ve karsikoma hareketi ise onun burjuvaziye karsi-Hitler'den çok halk cephesinden korkan burjuvaziye karsi-nefretini keskinlestiren, onu daha siyasal, daha bilinçli yapan deneyimlerdi. Alman fasistlerin 1940'da kursunladigi arkadasi Paul Nizan, Sartre'in modern edebiyata dikkatini çekmekle kalmamis, onun bir gerçekle karsilasmasina katkida bulunmustu. Bu gerçek, Sartre için, ömrü boyunca, degisik biçimler alan ama en yüce olan bir anlami tasiyan isçi hareketidir. Burjuva kökenli aydin olarak yüzyilimizin devrimci degisimleriyle bagintisi, Sartre'in en üretken çeliskisi olmustur.

Sartre, savas sonrasi yillarda isçi sorunlarlyla ilgisine aciklik kazandirmaya çalisirken siyasete girdi ve Marksizme yöneldi. Bu verimli yillarda Gizli Oturum, Mezarsiz Ölüler, Saygili Yosma, Seytan ve Yüce Tanri, Nekrassov, sonra Altona Mahpuslari gibi oyunlar yazdi. Senaryo olarak da sunlari sayabiliriz: Is IstenGeçti,, Siyaset Çarki ve Salem Büyücüleri. Bu dönemdeki edebiyat incelemeleri de sunlardir: Baudelaire, Ermis Genet: Komedyen ve Kurban.

Soguk savas yillarinda “Bati Dünyasinin Özgürlükleri”ne kendisini kaptirmadi. Albert Camus ve Maurice Merleau-Ponty ile arkadasligi siyasal karsitliklar nedeniyle son buldu.

Otuz cilde varan yazilari, tek bir roman gibidir; ciltler, romaninin bölümleri olarak birbirini tamamlar, çeliskiler canli bir bütün olusturur. Büyük çalismalarinin çesitliligi ve tamamlanmamisligi (Varlik ve Hiçlik, Özgürlülk Yillari, Diyalektik Aklin Elestirilmesi, ve son olarak Ailenin Budalasi), yaratisinin çeliskisinin ürünleridir. Bu yazilarinda, felsefe ve edebiyat araciligiyla ugrunda bir ömür harcadigi büyük sorunlari kesfe çikti: Bireyin toplumla ve tarihle iliskisi; ahlak, sanat, siyaset iliskisi; yazan bir insan nasil olunur? sorusu, vs.

Altmisli yillardaki siyasal baglanmasi (Üçüncü Dünya ve özellikle Viyetnam Kurtulus Savasiyla dayanisma) ve yetmisli yillarda 68 Mayisinin anarsizmi, kisiliginin süregiden bir yani olan bireyciligi ve ahlakliligi ile sikica baglantili olarak ortaya çikar. Edebi üretimi ise, geriler gibi olur. Gustave Flaubert ile çocuklugundan beri hiç kesilmeyen ilgisi ise, bu arada büyük bir ürün verir: Geçmisi, diyalektik tarzda asan 3000 sayfalik bir roman ve roman olusu kadar biyografi, felsefe, edebiyat kurami, tarih, psikoloji, psikanaliz ve yine de ahlaki bir deneme olan Ailenin Budalasi’dir bu. Bir zamanlar Ermis Genet’nin, Varlik ve Hiçlik’e katilarak ikinci büyük felsefe kitabina, Diyalektik Aklin Elestirilmesi'ne yol açmasi gibi, simdi de Ailenin Budalasi’nda gelistirilen ileri-geri yöntem, bireyden aileye, gruba, katmana, sinifa, ulusa, çaga ve sirasiyla geriye dogru uygulanarak su sorulara cevap arar: Bugün bir insan hakkinda ne bilinebilir? Insanin isiyle iliskisi nasildir?

Ama, Ailenin Budalasi, yalnizca bir arabasamak, Iktidar ve Özgürlük basligi altindaki bir kitaba dogru bir adim olmak istiyordu. Bu ayni zamanda, bir ahlaki temellendirecek yeni bir çabaydi. Sartre’in yepyeni bir sesle umuda dayandiracagi, ama son çare olarak dayandirmayacagi bir ahlak…

 

 

Felsefe Yazilari, Yazko Yayinlari 2.Kitap

Sayfa: 128-131

1982

 

Öneri, katki ve elestiri

Cogito